Yazmadığımız her hikâye düşmanındır Kültür Sanat Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Yazmadığımız her hikâye düşmanındır
Hayat / Kültür Sanat
28 Haziran, Cumartesi
Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nin 12-14 Haziran’da 24. kez düzenlediği Uluslararası Sapanca Şiir Akşamları, dünyanın farklı ülkelerinden şairleri Sapanca’da buluşturdu. Bu isimler arasında Filistinli şair ve yazar İbrahim Nasrallah da vardı. Nasrallah, kaleme aldığı romanları ve şiirleriyle günümüz Filistin direnişinin en önemli kalemlerinden. Sapanca’da bir araya geldiğimiz Nasrallah’la direniş edebiyatını, direniş şairi olmayı, Medlin gemisi yolcularının İsrailce alıkonulması, yani enine boyuna Filistin’i konuştuk. Dilimizde yayınlanan ilk şiir kitabı Gazzeli Meryem, geçen nisan Ketebe Yayınları’ndan çıkan Nasrallah, şimdi yeni bir kitap hazırlığında. Şair, son okumaları yapılan yeni eseri “Gazze Düğünleri” eserine ilişkin detayları da Yeni Şafak takipçileriyle paylaştı.
Dünya vicdanının öldüğü bir çağda yazmaya mecburuz
Filistinli olmayı nasıl tanımlarsınız? Bir röportajınızda “Hâlâ Filistin için söyleyemediğim şeyler var” diyorsunuz. Açıklar mısınız?
Filistinli olmak, Filistinliye ne olduysa hepsini kendi kimliğinde taşımaktır. Geçirdiği tüm katliamlar, acılar, sürgünler… Hepsi Filistinliliğin tanımıdır. Ama aynı zamanda hiç vazgeçmeden direnmektir, yüz yıl geçse bile teslim olmamaktır. Eskiden “dünya Filistin’e karşı” dediğimizde, bazıları abarttığımızı sanırdı. Ama şimdi Gazze’de olup bitene bakın. Görüyorsunuz ki bütün dünya küçücük bir toprak parçasına karşı. Eskiden nasıl büyük Filistin’e karşıydılarsa şimdi de aynı durum. Filistin hakkında hâlâ söylemediğim şeyler derken şunu kastediyorum: Filistin’in her sokağında bir roman var, bir şiir var, bir hikâye, bir film var. Üzerinde yirmi yıldır çalıştığım büyük projeler var, ama henüz yazılmadı. Çünkü zamanı gelmedi. Fakat Filistin bize her gün diyor ki: “Daha çok yazın. Daha çok anlatın.” Çünkü başına gelenleri, insanın aklının almayacağı şeyleri, bir gün yaşanacağını hiçbirimiz düşünmemiştik. Dünya vicdanının öldüğü bir zamanda yaşıyoruz ve yazmaya mecburuz.
Filistinli olmayıp Filistin edebiyatı yapanlar, Filistin edebiyatını parçalı hale getiriyor mu?
İnanıyorum ki Filistin hakkında yazan herkesin içinde canlı bir vicdan var. Son dönemde Gazze’de olanlardan sonra, dünyanın dört bir yanından birçok şair Filistin üzerine yazdı. Filistin’e adanmış önemli bir dünya şiir külliyatı oluştu. Bu şiirlerden çok fazla okudum. Türkiye’de bile Gazze’ye dair şiir kitapları yayımlandı. Bu çok kıymetli ve gerekli. Dünyada yaşanabilecek en kötü şey, bir insanın Filistinlinin yaşadığı kadar acı çekmesi ve yanında kimsenin olmamasıdır. Ama eğer bu insanlar seninle birlikteyse, mutlu olursun. İşte yazılan bu edebiyat, Filistin ruhunun bir parçası. Filistin’in acısını anlatıyor. Ve bu, büyük bir edebiyatın içine dökülüyor: Özgürlük edebiyatı.
Direniş edebiyatı silah edebiyatı değildir
Filistin edebiyatı dünyanın en güçlü edebiyatlarından. Ama çoğu zaman direnişle sınırlandırılıyor. Bu sizce bir sınır mı?
Her zaman şuna inandım: Gerçek anlamda iyi olan her edebiyat, bir tür direniştir. Ama direniş edebiyatı sadece silaha dair bir edebiyat değildir. Eğer bir edebiyat insanlara hayatlarını değiştirme çağrısı yapıyorsa, onlara düşünmeyi, yaşamayı, yaşamın boşa gitmemesi gerektiğini anlatıyorsa… İşte o zaten direniştir. Bugün dünyada yazılan her metin, bence, bu yıkıma karşı bir duruşun ürünüdür. Özgürlüklerin çalınmasına, çocukların mutlu olamamasına, rahatça okula gidememesine, hatta sevmeye bile güç yetirememesine karşı bir duruştur. Edebiyat bir isyandır: Aşka çağırır, güzelliğe çağırır, iyiye çağırır. O yüzden özü itibariyle her güzel edebiyat bir direniştir. Silahla ilgili olsa da olmasa da. Filistin edebiyatı bu farkındalığa 1970’lerin ortalarında ulaştı. O zamanlar silahın etkisi büyüktü ve buna ihtiyaç vardı. Ama sonra, direnişin tanımı değişti. Edebiyat daha insani bir yöne evrildi. İçinde insan oldukça, direnişin anlamı da genişledi, güzelleşti. Ve her insana, her yere ulaşabilecek bir güç kazandı.
Direniş şairi ya da yazarı olarak anılmak size ne hissettiriyor?
Ben bir direniş şairiyim. Direnişin yazarıyım. Eğer bir yazar insanın ölümünü, yaşamını, kaderini, sevgisini, tüm varoluşunu konu ediniyorsa; ilk insandan bu yana insanlığın sorduğu sorularla ilgileniyorsa; işte bu, gerçek direniştir. Çünkü bu gidişatı reddediyorsun. Ve hakikatin suskunluğunu kabul etmiyorsun. Benim temel meselem, insanın bu dünyadaki varoluşuyla başlar ve yüzlerce yıl sonrasına kadar gider. Yani insan olduğu sürece, ben o zaman aralığında yazarım. Tesadüf değil: Yeni romanım, 10 bin yıl öncesinin insanını anlatıyor. Ondan sonraki romanım ise — bir üçleme olacak — insanın uzak geleceğini konu alacak. İnsanın yeryüzündeki ilk adımı ile gelecekteki varlığı arasında… İşte yazım bu eksende şekilleniyor. Ve bu yazılar, Filistin meselesini de aşıyor; bugün bizi kaygılandıran birçok başka meseleyi de içine alıyor. Sen bir direniş yazarısın, evet… Çünkü çirkinliğe karşısın, insanı öldürmeye karşısın. İnsanın değersizleştirilmesine, çiğnenmesine karşısın. İnsanın yaşadığı sorunlara doyurucu cevaplar bulamamasına karşısın. İşte tam burada edebiyat, bir direniş haline gelir. Çünkü o, yıkıma ve ölüme karşı bir sestir.
Yaşadığım acı eserlerimi ortaya çıkardı
Gelecekte Filistin'in hikâyesini yazacak nesillere, Filistinli genç yazarlara ve şairlere ne söylersiniz?
Bir süre önce bir yazı yazmıştım ve orada şunu söylemiştim: Filistin’in gelecekteki edebiyatı Gazze’de yazılacak. Onu da büyüdüklerinde Gazze’nin çocukları yazacak. Bugünün genç şairleri yazacak. Yani bana göre, ikinci büyük felaketin (Nakba) edebiyatı Gazze’den doğacak. Biz, kendi yaşadıklarını yazacak insanlara ihtiyaç duyuyoruz. Ben de hatırlıyorum: 1960’larda çocukken mülteciydim, çok acı çektim. O deneyim beni derinden etkiledi ve “Filistin Komedyası” adlı 16 romanlık serimi yazmama neden oldu. O acıyı yaşamamış olsaydım, o seriyi de yazamazdım. Düşünün, o çocuklar büyüyünce neler yazacak? Bu nedenle biz onları da kendimizi de cesaretlendiriyoruz. Çünkü “Gazze Düğünleri” adlı romanımda şöyle bir cümle var: “Yazmadığımız hikâyelerin akıbeti ne olur biliyor musun? Onlar düşmanlarımızın malı olur.” Ve biz bu düşmana sadece toprağımızı ya da özgürlüğümüzü değil, hikâyemizi de teslim etmek istemiyoruz.
Filistin’i savunmak kaybetmeyi göze almaktır
İsrail'in Madleen mürettebatına yaptıklarını nasıl yorumlarsınız?
Bence bu, Filistin ile dünya halklarının dayanışmasının çok kıymetli ve anlamlı bir örneği oldu. Gazze’ye gitmek üzere o gemiye binen cesur insanlar elbette Mavi Marmara’da neler yaşandığını çok iyi biliyorlardı. Orada öldürülen cesur insanlar vardı. Ama buna rağmen yola çıktılar, korkmadılar. İşte bu çok büyük bir başarıdır. Filistin’in onurudur, özgürlüğün onurudur. Bu dünyada vicdan sahibi olan herkesin onurudur. Bu sadece bir gemide değil, Roma’da, İstanbul’da, Amerika’da, Fransa’da yapılan her gösteride de böyledir. Filistin’e destek veren herkes; hayatını riske atacağını, işini, okulunu kaybedebileceğini bilerek yola çıkıyor. Ve buna rağmen geri durmuyorlar. Hepsine selam olsun.
Yakında, Ketebe Yayınları'ndan bir kitabınız çıkacak. Bize biraz detay verir misiniz?
Türkçe'de yayınlanacak romanım: Gazze Düğünleri. Bu roman şimdiye kadar birçok dile çevrildi. İlk kez İngilizce olarak yayımlandı. Şu an İtalyanca baskısı da hazırlanıyor. Daha önce birçok dile de çevrildi zaten. Bu roman doğrudan Gazze’yi anlatıyor. 2004 yılında yazılmıştı. Bugün okuyan herkes bana şöyle diyor: “Sanki şu anki Gazze’yi yazmışsın.” Romanın baş kahramanları, tıpkı diğer kitaplarımda olduğu gibi, kadınlar: Genç kızlar, anneler, büyükanneler… Yani kız çocuğundan anneye, büyükannelere kadar hepsi gerçek kahramanlar. Bu roman Filistin halkının nasıl direndiğini, Gazze’nin bu işgal, ölüm ve baskı ortamına rağmen gündelik hayatında nasıl ayakta kaldığını anlatıyor. Nasıl direndiklerini gösteriyor. İçinde az önce andığım cümle de geçiyor. Küçük kız kahraman, büyük yazarımız Gassan Kanafani’ye şöyle diyor: “Biliyor musun Gassan, yazmadığımız hikâyelerin akıbeti ne olur? Düşmanımıza ait olurlar.” Bu roman, kalbime en yakın kitaplarımdan biri. Yazmış olmaktan memnunum. Mutlu demem, ama yazmış olmaktan hoşnutum. Üstelik yirmi yıldan önce yazmış olmak ayrı bir sevinç. Bu roman, Gazze’de yaşananları bugüne kadar taşıyabilmişse ne mutlu. Sanıyorum bir ay içinde Ketebe Yayınları Türkçeye kazandıracak.
Oklahoma Üniversitesi sizi bir edebiyat ödülüne aday gösterdi. Bir ABD üniversitesinin bu adaylığı sizin için ne anlam ifade ediyor?
Bu ödül, edebiyat dünyasında Nobel’den sonra en büyük ödül sayılıyor. Çünkü bu ödülü almış ya da aday gösterilmiş 30’dan fazla yazar, daha sonra Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Bu da gösteriyor ki bu ödül ne kadar kıymetli, ne kadar etkili. Ayrıca ödülü veren kurum — Oklahoma Üniversitesi — duruşuyla öne çıkan Amerikan üniversitelerinden biri. Ne yazık ki, pek çok Arap ve İslami üniversiteye kıyasla, Amerikan üniversitelerinin bu meselede daha cesur, daha net tutumlar aldığını görüyoruz. Trump’ın bu üniversiteleri barbarca yöntemlerle cezalandırmaya çalıştığını da gördünüz. Bilimi, öğrencileri cezalandırıyor; onları okuldan atıyor, mahkemeye veriyor. İşte böyle bir ortamda, “hayır” diyen bir Amerikan üniversitesinden aday gösterilmek çok kıymetli bir şey. Üstelik bu ödül, yaklaşık 95 yıllık bir dergi tarafından da destekleniyor — bu da onu çok özel kılıyor. Bu dergi, dünya edebiyatı alanında merkezi bir yayın organı. Oklahoma Üniversitesi bünyesinden çıkıyor. Bu nedenle, bu ödülün şahsıma verilen bir takdir olduğunu hissediyorum. İbrahim Nasrallah’ın ve “Filistin Komedyası”nın edebiyatta temsil ettiği bu yaklaşım… Filistin edebiyatına verilen değerin bir örneğidir. Ödül kazanılsın ya da kazanılmasın fark etmez. Dünyanın dört bir yanından seçilen dokuz yazar arasında yer aldım… Yazdıklarıyla ya da bıraktıkları izlerle en etkili isimlerden biri sayılmak… Ve eserlerimin 45’ten fazla dile çevrilmiş olması… Bu, gerçekten büyük bir sevinç kaynağı. Ve ben bu ödülü asla sadece kendime verilmiş bir ödül olarak görmüyorum. Bu, Filistin halkına verilmiş bir ödüldür. Ve özellikle de Amerikan üniversitelerindeki o cesur öğrencilere gönderilmiş bir selamdır.
Röportajın tamamı için YouTube kanalımızı ziyaret edebilirsiniz.


