Arı kovanına çomak sokmak: Mete Tunçay’a dair Turgay Yerlikaya
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Erken Cumhuriyetten bu yana resmi tarihin anlatıları üzerinden oluşan kalıplar, yakın dönemi anlamamızı zorlaştıran bir etki yaratıyor hiç kuşkusuz. Klasik anlatılar ve baskın paradigmanın, devletin ideolojik aygıtları üzerinden inşa edilmesi, farklı anlatı ve yaklaşımları da baskılamıştır. Bu nedenle son yüz yıllık hikayemizi farklı boyutlarıyla anlama ve anlamlandırma arayışları birtakım engellerle karşılaşmış ve resmi tarih anlatısı, farklı perspektiflere imkan tanımayan katı ve doktriner bir hal almıştır. Resmi tarihin hilafına eleştirel birtakım çalışmalar söz konusu olsa da bu çalışmalar hamaset ve aşırılıklarla malul olmuş ve resmi anlatı kendisini her seferinde yeniden üretmiştir.
ELEŞTİREL TARİH PERSPEKTİFİ
Bu bağlamda 12 Eylül 1980 darbesinin hemen akabinde eleştirel tarih çalışmaları açısından yeni bir pencere açan Mete Tunçay, hem mikro tarih alanına dair yeni çalışmalar yapmış hem de yakın döneme ilişkin farklı perspektifler geliştirmiştir.
Tek parti gibi netameli bir alana oldukça kritik bir dönemde temas eden Tunçay’ın çalışmaları, arı kovanına çomak sokmak olarak yorumlanabilir.
Bu konuda Tunçay’ın magnum opus’u sayılabilecek bir eser olan “Türkiye’de Tek Parti Yönetiminin Kurulması” başlıklı çalışma, post-Kemalist literatürün hem esin hem de kurucu kaynaklarından biri olmuştur.
Biyografik olarak da tek parti döneminin içine doğan Mete Tunçay’ın bu konudaki en önemli cesareti, kültleşme ile ilgili vurguları idi. Özellikle Atatürk üzerinden oluşan kültün ciddi bir sınırlılık ürettiği ve sonraki tartışmaların da bu eksen üzerine bina edildiği Tunçay’ın temel tartışmalarından biriydi. Bu kültün on yıllar boyunca inşa ettiği hikayeye bir alternatif önermek sadece Tunçay’ın cesaret edebileceği bir şey değildi kendi ifadesiyle. Kendisinden sonra gelen ya da daha edebi bir ifadeyle onun paltosundan çıkanlar da bu cesaret yükünü paylaşmış ve yakın tarihin farklı boyutlarına dair bütünlüklü bir perspektif ortaya çıkmıştır.
Tek parti dönemine dair Tunçay’ın cesaret edebildiği ve arı kovanına çomak soktuğu temalardan biri de İstiklal Mahkemeleri idi. Mahkemelerin her türlü muhalif sesi bastırmaya dönük bir araç haline dönüştürüldüğü ortamda, Tunçay’ın ifadesiyle bu mahkemeler marifetiyle herkesin “ipin soğukluğunu” hissetmesi temin edildi. Akabinde, 1925 Takrir-i Sükun ile başlayan sürecin Türk siyasi tarihi açısından ayrı bir dönemin başlangıcına işaret ettiği ve bu tarihten sonra hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığını ifade etmesi de önemli idi.
TEK PARTİ ANALİZLERİ
Cumhuriyet devrimleri ve tek partinin bu konudaki tavrı üzerine eleştirel bir tutum alan Tunçay, modernleşme ve alfabe arasında kurulan ilişkiyi de eleştiriyordu. Dil ve tarih konularında yapılan çalışmaların niteliğine ilişkin bir tartışmanın yanı sıra bu çalışmaların bir kimliğin inşa edilişindeki rolüne dair de bir perspektif ortaya koyuyordu. Aşırılıklar üzerinden ortaya koyulan tek parti performansının farklı veçhelerine ilişkin yeni pencereler açan Tunçay’ın tek parti çalışmasını teşvik eden sol akımlar da yine onun kaleminden Türkiye’nin akademik birikimine sunuldu.
Türkiye’de Sol Akımlar ve Eleştirel Tarih Yazıları gibi telif eserlerin dışında Tunçay’ın karakterine sirayet edecek derecede Popper hayranlığı, onun tarzını da etkilemiştir. Katı ve dogmatik her türlü düşünceye mesafe geliştiren Tunçay’ın farklı ideolojik gruplarla kurduğu ilişki, onun saygınlığını artıran bir husustu. Açık Toplum ve Düşmanları gibi best seller bir eserini tercüme etmesinin yanı sıra İngiltere’de bulunduğu dönemlerde Popper’dan ders alması, hiç kuşkusuz akademik serüveni açısından büyük önem taşımaktadır.
Mahalleler arası temas ve hür fikrin yayılımı açısından önemli katkılar ortaya koyan Tunçay’ın yakın dönemi anlatan kitaplarının dışında, Türkiye’nin sıcak tartışmalarına dair verdiği röportajlar da çok öğretici idi. 2000’lerin başından itibaren hemen her tartışmada pozisyon izhar etmekten imtina etmeyen Tunçay, 89 yıllık hayatına çok şey sığdırdı hiç kuşkusuz. Bir röportajında şöyle diyordu:
“İslam muhitinde büyümüş olmanın bana getirdiği birtakım şeyler var. Ben birçok şeye Bismillah diye başlarım. Kişiliğimin bir parçası olan şeylere savaş açmam manasız. Kendi hesabıma bir cenaze namazı kılınıp, kefenlenip, İslam usullerine göre gömülmekte hiçbir sakınca görmüyorum”.
Ve dediği gibi oldu, bir ikindi namazının ardından kılınan cenaze namazı eşliğinde ebediyete uğurlandı.


