Arzular roller çatışması ve cinnet hali: Rollerimiz özgürlüğümüze vurulmuş birer pranga mı?
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Toplumun görünmez örgüsü, rollerden örülüdür: öğrenci, ebeveyn, çalışan, eş, vatandaş, arkadaş… Bunlar, toplumun bize biçtiği rollerdir. Birey bu kalıpların içine sığmak zorundadır. Bu role uyum sağlamak için kendini törpüler ve o rolün kalıbına girer.
Ama her rolün karşısında direnen bir şey vardır: arzular. Arzu ile rol her zaman uyumlu değildir. Bunlar çatıştığında gerilim ortaya çıkar. Bu gerilim baş edilemez bir hâl aldığında, cinnet ihtimali doğar. Cinnet, bireyin “toplumsal aklın” dışına sürüklendiği eşiği temsil eder. Bireyin aklını toplumsal akılla çatıştıran en büyük etken arzudur. Arzularına ulaşmanın yollarını arayan birey, gerek gördüğünde aklını devre dışı bırakır.
Arzular çok çeşitlidir ama aşk bu arzuların en güçlüsüdür; kalple savaşan akıl hep kaybeder ve bir delilik hali ortaya çıkar. Fuzuli’nin Leyla vü Mecnun mesnevisinde, aşkından deliye dönen Mecnun, babası tarafından şifa bulması için Kabe’ye götürülür. Mecnun, Kabe’de yaradana: “Yarâb belâ-yı aşk ile kıl aşina beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme, cüdâ beni” diyerek, arzularının aklına galip gelmesi için dua eder. Bu durum, toplumsal normların arzular karşısında ne denli güçsüz olduğunu gösterir.
Michel Foucault, Deliliğin Tarihi’nde deliliğin uzun süre “toplumun dışına atılmış bir öteki” olarak görüldüğünü söyler. Orta Çağ’da deliler, gemilere bindirilip şehirlerden uzaklaştırılırdı. Çünkü toplum, kendi düzenini korumak için farklı olanı dışlamak zorundaydı. Yani delilik, yalnızca bireysel bir hâl değil, toplumsal bir “uyumsuzluk”tu.
Bugün ise cinnetle birlikte rollerin çözülmesi, tam da Foucault’nun işaret ettiği bu kopuşu hatırlatır. Roller, bir anlamda bireyi toplumun düzenine bağlayan zincirlerdir. Cinnet anında bu zincirler kırılır. Fakat arzular da o noktadan sonra saf arzu olmaktan çıkar, delilikle karışır. İşte bu yüzden “Delilik özgürlüktür” denildiğinde, aslında zincirlerden kopuşun bedeli de ima edilir.
Foucault’nun dediği gibi: “Delilik, aklın sınırında duran sessizliktir.” Bu sessizlik, toplumsal kuralların gürültüsünden sıyrılmış bir özgürlük gibi görünür. Ama aynı zamanda anlaşılmazlığın, yalnızlığın ve dışlanmanın sessizliğidir.
Cinnetin ardından birey, toplumsal rollerden kurtulur; ama arzuların saf sesi de bozulur. Özgürlük ile topluma yabancılaşma aynı yerde buluşur.
Zor olan mesele ise cinnete varmadan, toplumsal normlarla arzular arasında yeni bir denge kurabilmektir.
Çünkü delilik özgürlükse, özgürlüğün bedeli çoğu zaman insanın topluma hatta kendisine bile yabancılaşmasıdır. Ve belki de gerçek özgürlük, deliliğe varmadan, kendi arzularını da toplumun sınırlarını da yeniden yorumlayabilme cesaretidir. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin


