Bekleyiş Agos
Agos sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Arek Khachikian, 1895’de “Haç Işığı” anlamına gelen Khachaluys köyünde, bugünkü Hınıs (Ermenicesiyle Hnus) kasabasında doğmuştu. Saygın bir aileden geliyordu ve köy okulunda oldukça başarılıydı. Genç kızken varlıklı bir ailenin oğluyla nişanlanmıştı. Kaderin cilvesi bu ya, geçirdiği talihsiz bir kaza onu topal bırakmış ve bu durum karşı tarafın nişanı bozmasına neden olmuştu. Neyse ki yoksul bir aileden gelen Sako onunla evlenmeyi kabul etmişti. Ancak, 1915’de jandarmalar Sako’yu ve Arek’in iki küçük oğlunu öldürmüştü.
SUSAN ARPAJIAN JOLLEY
Bu haftaki köşemizde, ABD’den Susan Arpajian Jolley’nin büyükannesini yazdığı yazısına yer veriyoruz. Bir süredir Parrhesia Kolektifi Kov Kovi grubunda büyükannelerimizi yani “yayalarımızı” konuşuyorduk. Kolektif üyelerimizin bu konudaki yazılarının ardından, Susan Jolley kendi yayasının hikayesini Agos okurları için paylaşmak istediğinde çok mutlu olduk. İngilizce orjinalini Agos’un internet sayfasından okuyabilirsiniz. Susan Arpajian Jolley’e bu yazısı için Kolektif olarak teşekkür ederiz.
Anneannem Arek Zakarian’ın, teyzem Mary tarafından yapılmış bu portresi üst kattaki çalışma odamda asılı. Abimle çok iyi hatırladığımız bir pozdur bu; çenesi hafif yukarda, ağırlaşmış göz kapakları ve dudaklarında hayatının büyük bölümünde dillendiremediği hüznüyle camdan dışarıya bakan yayamın duruşu. Yayamın resimde giymiş olduğu kıyafetler, bir keresinde abimin yazdığı gibi “duvarları kederle nefes alan” bir evin renklerinin yansımasıydı. Yayamızın Philadelphia’daki eviydi burası; önünden otobüslerin geçtiği, insanların yürüdüğü, hayatın camın arkasındaki, uzak bir dünyanın kaçınılmaz anılarında ve hayatta kalmayı başardığı soykırımın izlerinde sıkışıp kalmış kadının evi. Bu portre Mary’nin annesini resmettiği pek çok resmin arasında en güçlüsü olmasa da belki de Arek’in, sekiz yıl boyunca iliklerine işleyen bir felaketin içinde savrulup nihayet 1923’de Amerika’da bir sığınak buluşunun öncesini ve sonrasını en iyi yansıtandır.
Arek Khachikian, 1895’de “Haç Işığı” anlamına gelen Khachaluys köyünde, bugünkü Hınıs (Ermenicesiyle Hnus) kasabasında doğmuştu. Saygın bir aileden geliyordu ve köy okulunda oldukça başarılıydı. Genç kızken varlıklı bir ailenin oğluyla nişanlanmıştı. Kaderin cilvesi bu ya, geçirdiği talihsiz bir kaza onu topal bırakmış ve bu durum karşı tarafın nişanı bozmasına neden olmuştu. Neyse ki yoksul bir aileden gelen Sako onunla evlenmeyi kabul etmişti. Ancak, 1915’de jandarmalar Sako’yu ve Arek’in iki küçük oğlunu öldürmüştü.
Arek bu felaketin ayrıntılarından yıllar sonra yalnızca bir kere, Philadelphia’ya geldiğinde, benzer acılar yaşamış ve dolayısıyla onu anlayan akrabasına güvenip de bahsedebilmişti.
Amerika’ya gelmek onun gerçekleşmesini beklediği mucizeydi. Bileklerine kadar kanlar içinde kaldığını, kendilerini ve bebeklerini nehre atan ve intihar etmeye çalışan kadınlar gördüğünü anlatmıştı Mary’e. Saçlarının üç kez tamamen döküldüğünü, iki yıl boyunca hiç Ermenice konuşmadığını söylemişti. Amerikalı çocukları Mary, annem Rose, teyzem Sosie ve dayım Paul, annelerinin kendilerini bu felaketin ortasında dünyaya getirdiğini düşünüyorlardı. Aslında onun Amerika’ya göç edebilmesi bile, çok acılar çekip birçoklarından daha uzun hayatta kalmayı başardıktan sonra mümkün olabilmişti.
Arek’in uzun zaman beklediği mucize, İstanbul’da aşçı olarak çalışırken, Khachaluys köyünden hemşerisi Zakar Zakarian’ın ona Amerika’ya gidebilmesi için kefil olması ve onunla evlenme sözü vermesiyle gerçekleşti. Gemiden bitkin ve hasta bir şekilde inmişti Arek fakat Zakar tarafından karşılanacaktı. Ancak Zakar, Khachaluys’dan hatırladığı o genç, güzel kızdan eser kalmadığını görünce Arek’e verdiği sözden dönmüştü.
Aslında, Zakar da I. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusuna alınmış, Fransa’da zehirli gaz saldırısına maruz kalmıştı ve anlatılanlara göre, o günden sonra hiçbir zaman toparlanamamıştı. Kendi karanlığı ve travmasıyla, Arek’in yaşadıklarını kaldıracak gücü olmadığını biliyor olmalıydı. Böylece beklemişti Arek kuzeninin evinde, sessizliğini bozup ailesinin başına gelenleri ortaya döktüğü yerde. Ancak o felaketin ve yıllar önce Khachaluys’da dönülen sözün gölgesinde, başka tutulmamış bir sözle reddedilmenin üstesinden de gelmeyi bilmişti Arek.
Bu sefer, topallığına rağmen Sako’nun onunla evlenmeyi kabul etmesi gibi, kibar bir adam çıkagelmişti. Bir göçmen işçi yani 'bantukhd' olan ve Philadelphia’dayken karısı ve dört oğlunun soykırımdan sağ kurtulamadığını öğrenen dedem, Zakar’ın kuzeni Movses Zakarian, kuzeni Zakar’ın yapamadığını yapmış ve kendi köylerinden olan bu talihsiz kadınla evlenmişti. Zakar ve Movses katliamı duymuştu, fakat bu yaşananı anlamış olmaları demek değildi.
Yine de, eşlerini ve çocuklarını soykırımda kaybeden Arek ve Movses Philadelphia'da bir hayat kurmuşlardı. Yoksulluk, düzensiz iş ve kültür şokuna rağmen Amerikalı dört çocuk yetiştirmeyi başarmışlardı. Çocukları okulda son derece başarılı oldular, tıpkı ezilmiş halklardan gelen göçmen çocuklarının yaşamayı hak ettiklerini dünyaya kanıtlamak zorunda bırakılmaları gibi... Arek çocukları uyurken onları izlerdi; eğer yeterince tetikte olmazsa başlarına bir felaket geleceğinden korkardı. Bu çocukları koruyacaktı, çünkü eski ülkesindeki çocuklarını koruyamamıştı.
Amerikalı çocukları da annelerinin korumaya ihtiyacı olduğunu içten içe biliyorlardı. Annelerinin durumuyla ilgili ayrıntıları hiçbir zaman bilmediler, ama daha fazla yürek acısına katlanamayacağının da bilincindeydiler. Evlerindeki sessiz hüznün içinde annelerinin yanından ayrılmadılar, örnek çocuklar olabilmek için çok çaba harcadılar, akademik başarılar elde ettiler.
Movses terzilik yapsa da gönlünde gerçek bir müzisyen yatıyordu. Ev onun zurna ve duduğuyla çaldığı sevgili köyü Khachaluys’un geleneksel melodileriyle dolardı. Mary, babasının müziğinin annesinin hüznüne karşı bir denge oluşturduğunu söylemişti ki, bu ikilik, ileride kendi sanatına da yansıdı; hüzünle dolu portreler, natürmort çalışmalarındaki neşeli renkleriyle karıştı.
Çocukları, yetişkinliklerinde de annelerinin yanında oldu. Annelerine olan düşkünlükleri, 1963’te Movses öldüğünde kendini gösterdi. Arek’in dört çocuğu da onun cenazeye gitmesine izin vermedi. Bir cenazenin onun için fazlasıyla ağır olacağını anlamış olmalılardı. O zamanlar 9 ve 12 yaşlarında olan abim ve ben cenazeye gelenler eve dönene kadar yayamın yanında kalmıştık. Camdan dışarıyı izleyerek beklemişti Arek.
Sevgi dolu bir anne ve büyükanneydi Arek. Asla kötü niyetli değildi, öfkelenmezdi, yargılamazdı. Torunlarını çok severdi. Yaşadığı travmaya rağmen gülebilirdi. Herkese yemek yedirir ama kendisi masaya hiç oturmazdı. Ne düşündüğünü anlayamazdık ama Mary’nin tablosundaki gibi, pencerenin önünde sessizce dışarıyı seyrederdi.
Ne beklediğini bilmezdik, ama kaybettiklerine dair içindeki özlemi tahmin edebiliyorduk. Sessizliği o kadar çok şey anlatıyordu ki; insanların birbirine neler yapabileceğini, hem en kötüsünü hem en iyisini, ve tüm bunlara rağmen nasıl ayakta kalabildiklerini… İşte Arek’in hikayesi ve pencere kenarında resmedilen portresi her ikisini de anlatır.


