Bir felaketten ilham aldı, Bill Gates yüz binlerce dolar bağışladı Alarm zilleri çalıyor: Kurtuluş reçetesi mi tehlikenin ta kendisi mi?
Hurriyet sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Bilim insanları yaşadığımız iklim krize bir dur demek ve hatta yaşanan tahribatı tersine çevirmek için her yolu deniyor. Bu bağlamda son dönemde jeomühendislik projeleri öne çıkıyor.
Jeomühendislik, "Küresel ısınmayı durdurmak amacıyla Dünya'nın iklimini etkileyen çevresel süreçlerin büyük ölçekli manipülasyonu" olarak tanımlanıyor. Başta kutup bölgeleri olmak üzere, gezegenimizin dört bir yanında çeşitli aşamalarda ilerleyen jeomühendislik projeleri bulunuyor.
Söz konusu projeleri Dünya'nın kurtuluşu için son çare olarak görenler olsa da bilim dünyası bu konuda bir uzlaşıya varabilmiş değil. Hafta içi bilim dergisi Frontiers in Science'ta yayımlanan bir makale de alarm zillerinin çalmasına neden oldu.
40'tan fazla bilim insanından oluşan bir ekip, Kuzey ve Güney Kutbu'nda uygulanması planlanan jeomühendislik projelerinin yaratacağı riskleri gözler önüne serdi. Araştırmacılar, "güneşi karartma" ve "deniz perdeleri" gibi yöntemlerin kutuplarda doğaya geri dönüşü olmayacak zararlar verebileceği konusunda uyarıda bulundu. Araştırmacılar bu çılgın projelerin yüksek maliyetli olmalarının yanı sıra uygulanabilir olmadığını ve tehlikeli yan etkileri beraberinde getireceğini vurguladı.
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, jeomühendislik projeleri, sadece kutup bölgeleri için değil Dünya'nın dört bir yanı için gündeme geliyor. Ancak Kuzey Kutbu ve Antarktika'nın "el değmemiş" ve "az anlaşılmış" ortamlar olması, buralardaki projelerin özellikle endişe verici olmasına yol açıyor.
Makalenin baş yazarı Martin Siegert, Daily Mail'e yaptığı açıklamada, "Bu fikirler genellikle iyi niyetli, ancak kusurlu" dedi. İngiltere'de bulunan Exeter Üniversitesi'nde dersler veren Siegert, Bu kutup projelerinden herhangi birinin uygulanması, kutup bölgelerine ve gezegene zarar verebilir" diye konuştu.
İşte araştırmacıların da dikkat çektiği, en tartışmalı jeomühendislik projeleri...
1) GÜNEŞİN KARARTILMASI
Bilimsel adı stratosferik aerosol enjeksiyonu (SAI) olan güneşi karartma projesi, en ünlü ve tartışmalı jeomühendislik fikirlerinden biri.
Aslına bakılırsa SAI, ilhamını bir felaketten alıyor. Haziran 1991'de Filipinler'de Pinatubo Yanardağı'nın patlaması sonucunda ortaya çıkan volkanik kül bulutları atmosferde 40 kilometre mesafeye ulaşmıştı. Kül bulutunun güneşi kapatması sonraki iki yıl boyunca dünya genelinde hava sıcaklıklarının 0,6 santigrat derece düşmesine neden olmuştu.
Pinatubo Yanardağı, Haziran 1991
Söz konusu etki iki yılın ardından sona erirken, sonraki 30 yıl boyunca araştırmacılar, volkanların güneşi engelleme etkisini taklit edip ısınmayı önlemenin yollarını aramaya başladı.
Bu arayışta ortaya çıkan SAI, güneş ışığını yansıtmak için uçaklarla stratosfere küçük kükürt dioksit parçacıkları salınmasını öngörüyor. Bu madde stratosfere yayıldığında, güneş ışığını yansıtan sülfat aerosolleri oluşturuyor. Bunların da büyük bir volkanik patlamaya benzer bir soğutma etkisi olduğu yaratacağı düşünülüyor.
Ancak yüksek seviyelerde kükürt dioksit mide bulantısı, kusma, mide ağrısı ve solunum yolları ile akciğerlerde aşındırıcı hasara neden olabiliyor.
Araştırmacılar ayrıca, kutup bölgelerinin yılın 6 ayını karanlıkta geçirmesi nedeniyle SAI uygulamasının yıl boyunca mümkün olmayacağını ve hava kirliliği gibi "istenmeyen ve amaçlanmayan sonuçlara" yol açabileceğini vurguladı.
Öte yandan aerosollerin dağıtılması için balonlar, hava gemileri ve hatta toplar silahlara ihtiyaç var. Bunların hepsi yüksek maliyetli ihtimaller.
Yale Üniversitesi'nden bilim insanları, bir süre önce buz kaybını tersine çevirmek ve gezegenin "tehlikeli sıcaklık eşiklerini" aşmasını önlemek için kutuplarda SAI uygulanmasını önermişti.
Mart 2023'te, bilim insanlarının güneş ışınımını yöneterek güneş ışığını Dünya'dan uzaklaştırmak için iki açık hava deneyi yaptıkları da ortaya çıktı.
2) DENİZ PERDELERİ
Bazı bilim insanları tarafından önerilen ancak SAI kadar iyi bilinmeyen bir, jeomühendislik projesi de "deniz perdeleri".
Deniz perdeleri projesi, daha sıcak suyun yukarıdaki buz tabakalarına yükselmesini engellemek için su altına devasa yapılar yerleştirilmesini öngörüyor.
Kuzey Kutbu ve Antarktika'ya yerleştirilecek deniz perdelerinin buz tabakalarının erimesini durduracağı ve deniz seviyesinin yükselme tehdidini azaltacağı iddia ediliyor.
Ne var ki geçtiğimiz hafta yayımlanan araştırmanın yazarları, böyle bir nesnenin kurulmasının "son derece zor" olduğunu, kurulması planlanan deniz perdesinin boyutunun onu taşıyabilecek gemilerin kapasitesini bile aşabileceğini vurguladı.
Dahası perdenin, yapıldığı malzemeye bağlı olarak, sualtı yaşamına besin maddelerinin ulaşmasını engelleyerek su sirkülasyonunu olumsuz etkilemesi ve suyu kirletmesi de bir risk.
Araştırmacılar, "Deniz perdesi yapılarının kurulması, deniz ortamında çok geniş kapsamlı zararlara yol açabilir" dedi.
Son dönemde öne çıkan tekniklerden biri deniz bulutu parlatma. Okyanusun üzerindeki bulutlara minik su damlaları enjekte edilerek bulutlar daha parlak hale getiriliyor. Daha parlak bulutlar da daha fazla güneş ışığı yansıtıyor. Deniz bulutu parlatma alanında araştırmalar yürüten ABD merkezli bir kuruluş olan Silver Lining, iki yıl önce Microsoft'un kurucusu Bill Gates'ten aldığı 300.000 dolar bağışla gündeme gelmişti. Gates daha önce, İsveç semalarına antiasitlerde bulunan bir madde olan kalsiyum karbonat sıkılması yönündeki Harvard Üniversitesi girişimine de destek vermişti. Ancak bu proje yerli halkın protestoları sonucu henüz erken aşamalardayken iptal edilmişti.
3) CAM BONCUKLAR
Antarktika ve Arktik'te deniz buzu oldukça önemli bir rol oynuyor. Buzun beyazlığı güneş ışığını yansıtarak bölgeyi serin tutmaya yardımcı oluyor. Bu buz örtüsünün yokluğunda okyanusun koyu renkli kısımları açığa çıkıyor. Koyu renkler güneş ışığını yansıtmak yerine emiyor ve buz kaybını daha da hızlandırıyor.
Bilim insanları bu soruna çözüm olarak Kuzey Kutbu deniz buzunun üzerine içi boş cam boncuklar serpilmesini ve suyun 'albedo'sunu yani yansıttığı ışık miktarını artırmayı öneriyor.
Ancak, araştırmanın yazarları, cam boncukların kullanımının "acilen ele alınması gereken önemli endişeler doğurduğunu" vurguladı.
Birinci endişe, boncukların deniz besin zincirinin en altında yer alan mikroskobik deniz yosunları olan zooplanktonlar tarafından yiyecek sanılması.
Dahası böyle bir proje için yılda yaklaşık 360 megaton cam boncuğa ihtiyaç olacağı düşünülüyor. Bu da yıllık küresel plastik üretimine eşdeğer bir miktar.
Öte yandan, araştırmacılara göre, cam boncukların kullanımı, "önemli lojistik zorluklar ve üretim sırasında önemli miktarda emisyon" sorunlarını da beraberinde getiriyor.
Aralarında tanınmış iklim aktivisti Greta Thunberg'in de olduğu jeomühendislik karşıtları ise iki önemli soruna dikkat çekiyor: Birincisi bu girişimlerin sonuç getirmeyecek olması, ikincisi ise sonuç getirseler bile tehlikelerinin çok fazla olması. Güneş engelleme teknolojilerinin arka planında yatan bilimsel prensipler göreceli olarak basit olsa da bu uygulamaları küresel ölçekte hayata geçirdiğinizde ne olacağını kesin olarak bilmenin yolu yok. Dahası bilimsel modellerden elde edilen sonuçlar fazlasıyla endişe verici. Örneğin, stratosfere aerosol sülfat enjekte edilmesi, ozon tabakasında delinmeye yol açıp küresel yağış rejimini olumsuz etkileyebilir hatta Hindistan'da muson yağmurlarının sonunu bile getirebilir.
4) OKYANUS GÜBRELEME
Bir diğer jeomühendislik fikri de okyanus gübreleme. Okyanus gübreleme kısaca fitoplankton adı verilen mikroskobik organizmaların büyümesini teşvik etmek için okyanusun üst katmanlarına besin maddeleri özellikle demir saçılması olarak tanımlanıyor.
Fitoplanktonların büyümesi için demir gibi temel elementlere ihtiyacı var. Bu nedenle demir eksikliği olan bölgelerde suya demir eklenerek fitoplanktonların büyümesinin teşvik edilmesi öneriliyor.
Daha da önemlisi fitoplanktonlar büyümek için karbondioksite de ihtiyaç duyuyor. Teorik olarak, fitoplanktonların karbondioksiti çevredeki havadan çekeceği, böylece atmosferdeki sera gazının azalacağı düşünülüyor.
Ancak uzmanlar makalede, okyanustaki besin dengesini bu şekilde değiştirmenin, besin zincirini bozabileceğine ve oksijen seviyelerinin diğer organizmaları destekleyemeyecek kadar düşük olduğu "ölü bölgeler" ortaya çıkmasına yol açabileceğine vurgu yaptı.
Üstelik fitoplankton türleri, deniz yaşamına ve hatta insanlara ve evcil hayvanlara bile zarar verebilecek toksinler üretiyor. En önemlisi de bu yöntemin işe yaraması için demirle gübrelenecek alanların Güney Okyanusu'ndan 10 kat daha büyük olması gerekiyor.
Son olarak diğer önerilerde de olduğu gibi, demiri okyanusun çeşitli yerlerine taşıyıp dökmek için özelleştirilmiş gemilerden oluşan bir "donanmaya" ihtiyaç olması da bu fikrin uygulanabilirliğini azaltıyor.
Jeomühendislik savunucuları, bu teknolojilerin doğru şekilde regüle edilmemesinin ve ülkeler arasında iş birliği sağlanmamasının daha büyük bir tehlike olacağını belirtiyor. Nitekim geçtiğimiz yıllarda tek başına hareket etme girişiminde bulunanlar da oldu. Örneğin 2012 yılında ABD'li iş insanı Russ George'un desteğiyle Kanadalı bir yerli topluluk Pasifik Okyanusu'na 100 ton demir tozu döktü. Amaç tıpkı yapay balina dışkısı metodunda olduğu üzere, Jamaika'nın yüzölçümü büyüklüğünde bir alg patlaması yaratmaktı. Uzun vadede karbon takası satan kârlı bir işe dönüşmeyi amaçlayan bu girişim aniden sona erdi. Zira Kanada Çevre Bakanlığı, okyanusa demir tozu dökmenin Kanada yasaları kapsamında suç olduğuna, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Konvansiyonu'nu ve denize dökülen atıklarla ilgili temel çerçeve olan Londra Konvansiyonu'nu ihlal ettiğine karar verdi. Geçen yıl da bilim eğitimi olmayan ABD'li iş insanı Luke Iseman, Meksika'nın üzerinde bir hava balonu oluşturmak için atmosfere sülfür partikülleri yaymaya başladı. Iseman'ın faaliyetleri, Meksika tarafından yasaklanırken tüm taraflarca da kınandı. Jeomühendislik savunucuları bu tür münferit girişimlerin araştırmalara tepki duyulmasına yol açabileceğini endişeyle dile getirdi.
5) DENİZ BUZUNUN KALINLAŞTIRILMASI
Deniz buzu kaybını telafi etmek için Kuzey Kutbu deniz buzunun yapay olarak kalınlaştırılması, teorik olarak diğerlerine kıyasla daha basit bir uygulama.
Bu bağlamda deniz suyunun buzun yüzeyine yayılarak dondurulması veya havaya püskürtülerek kar olarak yağdırılması sonucu, deniz buzlarının kalınlaştırılabileceği düşünülüyor.
Geçmişte yapılan bir çalışmada rüzgar enerjisiyle çalışan ve deniz suyunu buzun yüzeyine püskürten devasa pompalar yardımıyla deniz buzunun yaklaşık 1 metre kalınlaştırılabileceği bildirilmişti.
Ancak Arktik Okyanusu'nun sadece yüzde 10'unu kaplamak için 10 milyon, tüm Arktik'i kaplamak için ise 100 milyon pompaya ihtiyaç var.
Dahası bu tekniğin etkili olabilmesi için "neredeyse derhal" uygulanması gerekiyor ancak uzmanlar bunun mümkün olmadığını belirtti.
Makalede, "Deniz buzunu kalınlaştırma teknikleri, kışın deniz buzuna çok sayıda ayrı cihazın yerleştirilmesini gerektirir. Bu uygulamayı önemli bir fark yaratacak ölçekte yapmak lojistik olarak mümkün değildir" ifadeleri yer aldı.
6) BUZUN YAVAŞLATILMASI
Buzun yavaşlatılması, buz tabakalarının en alt kısmındaki sürtünmeyi artırmak için buz tabakalarına delik açılmasını öngören radikal bir müdahale.
Bazı araştırmacılar, bu yolla su basıncının ve buzun buz tabakalarından okyanusa boşalma hızının azaltılabileceği görüşünde.
Ancak sondaj faaliyetleri, kirletici maddelerin yüzeyin altına inmesine ve hassas buzul altı ekosistemleri ile biyolojik çeşitliliğin etkilenmesine yol açabilir.
Dahası bu projeyi hayata geçirebilmek için buz tabakası üzerine dağılmış çok sayıda sondaj deliği gerekiyor. Bu da eşi benzeri görülmemiş bir lojistik yük doğuruyor.
Araştırmacılar, Antarktika için önerilen bu müdahale stratejisinin "bilimsel olarak hatalı ve lojistik olarak imkansız" olduğu sonucuna vardı.
Makalede, kutuplardaki jeomühendislik projelerinin işe yarayıp yaramayacağına dair belirsizlikler, maliyet etkinliği konusunda önemli bilgi eksiklikleri ve uygulamayla ilgili bir dizi risk olduğunu da vurguladı.
EN BASİT ALTERNATİF NE?
Araştırmacılar, tüm bu maliyetli fikirler karşısında en bariz alternatifin, atmosferdeki sera gazlarının ortadan kaldırılması, yani kömür gibi fosil yakıtların kullanımının azaltılarak atmosferin "karbonsuzlaştırılması" olduğunu savundu.
Makalede ayrıca herhangi bir jeomühendislik projesinin hayata geçirildikten sonra aniden durdurulması halinde yaşanabilecek "sonlandırma şoku" yani hızlı ve şiddetli ısınma tehlikesine de dikkat çekildi.
Sonlandırma şokunun jeomühendislik projesi kapsamında kullanılan cihazların bozulması veya arızalanması ya da bilim insanlarının başka bir yönteme geçmeye karar vermesi halinde ortaya çıkması mümkün.
Makalede, "Dünya iklimi, sera gazı yoğunluğunun belirlediği koşullara aniden uyum sağlamak zorunda kalacak ve bu da küresel sıcaklıkların hızlı ve önemli bir şekilde yükselmesine neden olacaktır" ifadeleri yer aldı.
Güneş engelleme teknolojilerinin etkileri oldukça kısa ömürlü. Birkaç ay sonra her şey eski haline dönüyor. Oxford Üniversitesi Halley Fizik Kürsüsü Profesörü Dr. Raymond Pierrehumbert, "Bu işlemi sonsuza kadar sürekli tekrarlamanız gerekir" dedi ve en büyük riskin bu olduğunu belirtti. Üstelik insanlık karbon emisyonlarını azaltmadığı müddetçe, atmosferdeki karbon düzeyleri artmaya devam edecek. Güneşi engellemek suretiyle yarattığımız serinletici maske, yetkililerin bir kararıyla, bir savaşla ya da bir pandemiyle aniden sekteye uğrarsa, ısınmanın etkisi bir anda tümüyle hissedilir olacak. Bu da bilim insanlarının "sonlandırma şoku" adını verdiği etkiyi yaratacak. Pierrehumbert, "Halihazırda yaşamakta olduğumuz tüm o orman yangınlarını ve sıcak dalgalarını düşünün. Şimdi de böyle bir şeyin çok daha büyük ölçekte ve 10 yıl içinde ortaya çıktığını, insanların uyum sağlamaya zaman bulamadığını düşünün. Bu bir felaket ihtimali" dedi. Pierrehumbert ve benzer düşüncedeki uzmanlar, insanlığın acilen karbon emisyonlarını sınırlandırmak yerine güneş engelleme çözümlerine bel bağlayıp odağını kaybetmesinin, bu felaket senaryosunun yaşanma ihtimalini artıracağına dikkat çekiyor.


