Bu köşe yazısına başlık bulamadım: Gün dönümü İhsan Aktaş
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
İki yüz yıl boyunca içimizi karartan haberler, kayıplar, işgaller, açlık, sefalet, yenilmişlik; Batı'nın azgın hegemonyasını yaşamış büyük bir millet olarak bugünlerde olup biteni anlamakta zorlanıyoruz.
Son bir ayda dünyada olup biten her meselenin ya merkezinde ya da gündeminde Türkiye vardı. PKK, kendini feshettiğini açıkladı. Bizler, alışkanlık gereği meselenin büyüklüğüne ve Türkiye için ne anlam ifade ettiğine değil, bu ülke namına bir cümle hayır düşünmeyen CHP medyasının gönülsüz bir şekilde desteklediği süreçte olmadık ayrıntıları konuştuk. Örgüt, en güçlü olduğu günlerde değil de kendini feshederken mi ülkemizde bazı temel değerleri değiştirecek? Hayır. Bu mesele, Cumhuriyet aydını diye kendisini lanse eden güruhun PKK’nın gücünü kaybetmesini istememesinden başka bir şey değil.
Pakistan-Hindistan savaşı oldu, kısa sürede bitti. Hindistan, yenilginin sebeplerini sıralarken Türkiye'nin desteğini baş köşeye koydu. Pakistan'ın yönetici eliti Babür soyundandır ve Pakistan-Türkiye kardeşliği, dünyanın en köklü millet dayanışmasıdır. Bu konuda hükümetten bir açıklama gelmedi. Bir güç yükselen değere dönüştüğünde, kendi gücü kadar efsaneleri de güçlenir.
Netanyahu, ABD ziyaretinde daha önce ABD'yi İran'a saldırtma planında olduğu gibi apar topar Türkiye'yi şikâyete gitti. Basın toplantısında Trump, Netanyahu'nun gözüne sokar gibi "Erdoğan güçlü bir lider ve benim aram onunla çok iyi" ifadesini kullandı. Bu, Türkiye-İsrail çatışması konusunda Netanyahu'nun eli boş döneceği anlamına gelecekti.
Bütün bu olup bitenler içerisinde, Suudi Arabistan'da yapılacak toplantı öncesinde Trump'ın Suriye hakkında yapmış olduğu açıklamada, "Suriye'de ambargoyu kaldırabiliriz, bu konuyu Erdoğan'la konuşuyoruz" dedi.
Suudi Arabistan'da yapılan dörtlü görüşmede Trump, Muhammed bin Selman, Ahmet el-Şara ve Sayın Cumhurbaşkanımızın online olarak katıldığı toplantı, dünya medyasına harika bir fotoğrafla servis edildi.
Türkiye'nin güvenliğini tehdit etmek için başta İsrail olmak üzere dünyanın bütün aşağılık devletlerinin istihbarat teşkilatları, Suriye'de terör ve kaos çıkararak Suriye'nin birlik ve dirliğini tehdit ediyorlardı. Trump’ın doğrudan Ahmet el-Şara ile görüşmesi ve Erdoğan'la birlikte karar alıp Suriye'de Sezar Yasası olarak tarihe geçen ambargonun kaldırılması, Suriye'nin bütünlüğünü koruması açısından hem ekonomik hem stratejik olarak olağanüstü bir adımdı.
Bu gelişme, Suriye’nin bütünlüğü ve Türkiye’nin gücünün tescili açısından çok önemliydi. Başta İsrail olmak kaydıyla, ABD’nin gücünü kullanarak Suriye'de kaos çıkarma çabası şimdilik büyük bir yara almış oldu.
Ukrayna-Rusya savaşının ilk aylarında, küresel diplomaside hiç yaşanmamış bir olay gerçekleşti. Dolmabahçe’de, sahada birbirinin kanına ekmek doğrayan Rus ve Ukraynalı heyetler, Sayın Cumhurbaşkanımızın heyetlere yapmış olduğu konuşmanın ardından her iki ülke heyeti, Sayın Erdoğan’ı ayakta alkışladılar.
Dolmabahçe konuşmasının halka yansımasından sonra Türkiye'de AK Parti'nin oyları %3 oranında artmıştı.
Bugün, baş döndürücü birçok küresel gelişmenin ardından Rusya Devlet Başkanı Putin'in önerisi ile heyetler tekrar Dolmabahçe'de bir araya geldi. Zirveye Putin gelecek mi? Putin gelirse Trump "Ben de gelirim" dedi. Şimdilik ne Putin geldi ne de Trump; fakat yine küresel diplomasinin kalbi İstanbul'da attı.
Her ne kadar Putin İstanbul'a gelmemiş olsa da Ukrayna Devlet Başkanı, Külliye’ye geldi ve Sayın Erdoğan'la görüşme yaptı. Bu arada başka birçok diplomatik nehir ülkemiz üzerinden akmaya devam ediyordur.
İstanbul'da bunlar olurken, Antalya'da ABD Dışişleri Bakanı, Suriye Dışişleri Bakanı ve Türkiye adına Hakan Fidan bir zirve gerçekleştirdi. Muhtemelen Suriye'de ambargonun kaldırılması ve Suriye'nin geleceği ele alınmıştır.
Arnavutluk'ta yapılan Avrupa zirvesinde Türkiye adına gurur verici bir tablo vardı. Dünya barışı adına güven veren bir lider vardı ve Avrupa güvenlik krizi ve dünya barışı için Avrupa'nın en güçlü lideriydi.
Bütün bu baş döndürücü ve Türkiye'yi küresel diplomasinin merkezi yapan gelişmeler elbette ki bir günde ortaya çıkmadı. Çeyrek asırlık yatırımlar ve büyük Türkiye tahayyülü, ülkemizi bugünlere getirdi.
Bütün bu gelişmelerin iki muarızı var: Birincisi, kendisi iktidarda olmadığı için ülkemizdeki her büyük gelişmeyi söylem, reklamla ve kötü niyetle sönümlendirmeyi başaran bir Cumhuriyet Halk Partisi ve onun kalemşorlarının varlığı. Bu insanlar muhalefet yapmıyorlar; doğrudan, Erdoğan'a yarayacak diye ülkenin kötülüğünü istiyorlar.
İkincisi, bir ulus devletin büyük bir imparatorluğa dönüşmesi için Erdoğan'ın çabalarının topyekûn bir ülke seferberliğine dönmesi lazım. Bürokraside atalet, akademide masonlara ve Kemalistlere teslim olmayı seven bir yönetici sınıf. Kişisel kariyer emellerinin ülke menfaati için çalışma motivasyonunun önüne geçmesi, insanlığın hastalığıdır.
Gündönümü yaşanıyor. Erdoğan devrimlerinin topyekûn bir seferberlik ruhuna ihtiyacı var. Gelin, Sayın Erdoğan'ı ve ülkenizi sınırlarımızın dışındakiler gibi görüp ona göre sahiplenelim.


