Bu vatan kimin, düşman kim? İhsan Aktaş
Yenisafak sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Son günlerde “Terörsüz Türkiye” süreci bütün hızıyla ilerlemektedir. Kısaca özetlemek gerekirse; Sayın Cumhurbaşkanımızın grup konuşmasında “iç cepheyi güçlendirme” vurgusunu ön plana çıkaran etkili hitabının ardından, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli DEM partililerin elini sıkarak birlik mesajı vermiş, kısa süre sonra da terör örgütünün kendi kendini feshetmesine ilişkin önemli bir beyanat paylaşmıştır.
“Zamanı gelmiş bir fikirden daha güçlü bir şey yoktur” der önemli bir deyiş. Bugün, Büyük Türkiye’nin başlangıç adımlarını attığı bu dönemde, terör örgütünün kendini feshetmesi, hem ülkemizin hem de bölgemizin geleceği açısından stratejik bir kırılma noktasıdır.
Hafızamızı yoklayalım: Cumhuriyet’in 100. yılında hangi konularla vakit kaybettik, neleri tartıştık? Aslında bu soruların cevabı, geleceğimizin nasıl şekilleneceğine dair de fikir verir.
Yüzyıl boyunca Türkiye’ye dayatılan üç temel tartışma başlığı vardı:
Türk-Kürt meselesi, Alevi-Sünni meselesi, laik-antilaik meselesi.
Bir de Osmanlı’dan devralınan “ilericilik-gericilik” tartışması.
Oysa ülkemizin iç meselelerini, bölgesel sorunları ve küresel siyaseti değerlendirirken asla gözden kaçırmamamız gereken bir gerçek var:
Birinci Dünya Savaşı’nda başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Batılı emperyalist güçler İslam dünyasını baştan başa işgal ettiler. Osmanlı Devleti’nin çökmesi, bugün onlarca İslam ülkesinin başsız ve sahipsiz kalmasına yol açtı.
Emperyalistler, Afrika ve Uzak Doğu’daki bazı ülkeleri doğrudan sömürge olarak yönettiler. Diğerlerini ise göstermelik bağımsızlık verip diktatörler eliyle kontrol altında tuttular. Bugün hâlâ Batı müttefiki diktatörlerle yönetilen ülkeler mevcuttur.
Türkiye söz konusu olduğunda ise doğrudan işgalin sürdürülemeyeceğini biliyorlardı. Zira Sened-i İttifak’tan Birinci ve İkinci Meşrutiyet’e, oradan Cumhuriyet’e uzanan köklü bir demokrasi geleneğimiz vardı. Bu nedenle ülkeyi tek parti İnönü örneğinde olduğu gibi bir milli şefle Türkiye’yi kontrol edemeyeceklerini gördüler
Kanaatimce, emperyalistler Afrika, Uzak Doğu ve Asya’daki birçok ülkeye kafa yorduklarından çok daha fazlasını Türkiye’nin kontrol altında tutulmasına harcadılar.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı yenilince Paris’te Osmanlı’nın geleceği tartışılırken, söz alan Lord Curzon’un şu sözleri tarihe geçti:
“Türkler tam beş yüzyıl boyunca Avrupa topraklarında bize kan kusturdular. Öyle bir plan yapalım ki hem geçmiş 500 yılın intikamını alalım hem de gelecek 500 yılda bir daha kendilerine gelemesinler.”
Büyük Türkiye’yi zapturapt altında tutma planı işte budur. Üstelik yalnızca Türkiye değil, tüm bölge bu plana göre şekillendirildi: Kim kiminle dost olacak, kim kiminle savaşacak, hangi ülke ne zaman istikrarsızlaştırılacak, hepsi masa başında belirlendi.
Bugün Suudi Arabistan ile İran birbirine düşman gibi davranıyor. Bir zamanlar Suriye, Türkiye’yi düşman görüyor ve Hatay’ı alma hayali kuruyordu. Irak ve İran 10 yıl boyunca savaştı. Suriye iç savaşında neredeyse küresel ve bölgesel hiçbir aktör devre dışı kalmadı. Geçtiğimiz aylarda İran ve Pakistan, durduk yerde birbirlerinin topraklarını bombaladı. Körfez ülkeleri dahi, zenginliklerine rağmen Suudi Arabistan başkanlığında birleşemiyorlar.
İsrail’in bölgede kontrolsüz, soykırımcı bir güç olarak ortaya çıkması, gerçekte İslam ülkelerinin asıl düşmanının emperyalistler olduğunu bir kez daha gösterdi.
Çin’in arabuluculuğunda Suudi Arabistan ve İran arasında başlatılan süreç, ABD’nin bölgeye dönüşünde etkili oldu. Zira iki ülke komşu olarak bir araya geldiğinde, ABD’nin Suudi Arabistan’ı “koruma” bahanesiyle milyarlarca dolarlık silah satmasının da bir anlamı kalmayacaktı.
Öte yandan İran, Suriye’deki demokratik dönüşümü 10 yıl geciktirmiş, tıpkı Irak’ta olduğu gibi Suriye’nin istikrarsızlığına hizmet etmiştir. Bugün gelinen noktada, İran’ın “bölgesel kaos” stratejisi çökmüştür.
Özünde, Türkiye’nin terörle mücadelesini, bölgesel gelişmeleri ve küresel jeopolitiği birlikte değerlendirdiğimizde, bu toprakların gerçek düşmanının
emperyalistler
olduğunu açıkça görürüz. Ne “gerici-ilerici”, ne “Alevi-Sünni”, ne “Türk-Kürt” tartışmaları; ne de mezhepsel farklılıklar, bu hakikatin önüne geçebilir.
100 yıl önce topraklarımızı işgal eden ve bu işgali kültürel emperyalizmle kalıcı kılmaya çalışanlar biliyorlar ki; Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan’ın çizdiği “Büyük Türkiye” vizyonuyla ayağa kalktığında sadece kendi istikrarını değil, bölgenin istikrarını da sağlayacak; küresel ölçekte bir güç olarak çevresine nizam verecektir.
Hükümetin iktidara geldiği günden beri attığı onlarca kritik adım vardır. Bunların en önemlilerinden biri,
terörsüz Türkiye ve terörsüz bölge
hedefidir. İçeriksiz, boş argümanlarla bu süreci baltalamaya çalışanlar bilsinler ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine hizmet etmiyorlar.
“Bu vatan kimin?” sorusuna gelince… Türkiye’deki birçok çatışma ve çelişkinin merkezinde bu sorunun cevabı vardır. Biz biliyoruz ki; bu vatan ne sadece CHP’lilerin, ne sadece AK Partililerin; ne yalnızca Türklerin, ne yalnızca Kürtlerin; ne yalnızca Alevilerin, ne yalnızca Sünnilerin… Bu vatan, vatandaşlık bağıyla bu topraklara bağlı tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarınındır.
15 Temmuz gecesi, milletimiz topyekûn sokağa çıkarak hain darbe girişimini püskürttü. O gün, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tavrını doğru bulanların oranı yaptığımız araştırmalarda yüzde 95’e ulaştı. Bu tablo,
vatanın hepimizin ortak vatanı olduğunu
ve düşmanlarımızın emperyalistlerden başkası olmadığını açıkça ortaya koydu.


