Büyükelçi Barrack’ın açıklamaları sadece diplomatik şirinlik mi? Nedret Ersanel
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack’ın sosyal medya hesabından paylaştığı ‘Batı tipi nedamet’ ile ‘verdiği sözler’ ilgi çekiciydi. Herkes üzerine atladı. Biz de ucundan tutalım bakalım…
Şöyle…
“Batı, bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot, Suriye’yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mâl oldu. Bunu bir daha yapmayacağız. Batı müdehalesi dönemi sona ermiştir. Gelecek, bölgesel çözümlere, ortaklıklara ve saygıya dayalı bir diplomasiye aittir. Başkan Trump’ın söylediği gibi, ‘Batılı müdahalecilerin Ortadoğu’ya gidip, nasıl yaşanacağı ve kendi işlerinizi nasıl yöneteceğiniz konusunda dersler verdiği günler geride kaldı’. Suriye’nin trajedisi bölünmüşlük içinde doğdu. Suriye’nin yeniden doğuşu saygınlık, birlik ve halkına yatırımla gerçekleşmelidir. Bu da hakikatle, hesap verebilirlikle ve bölgeyle birlikte çalışmakla başlar. Bir sorunu ortadan kaldırmadan geçiştirmekle değil. Türkiye, Körfez ülkeleri ve Avrupa ile beraberiz. Bu kez askerler, nutuklar ya da hayali sınırlarla değil”…
REAGAN POLİTİKALARI…
Diplomatların keyifle alıntıladıkları bir kalıp var; “Roma’da Romalılar gibi davranmak”. Doğrusunu söylemek gerekirse Büyükelçi Barrack hoşumuza gidecek tuşlara basıyor…
Peki söyledikleri samimi mi?..
75 yılı aşan Türk-Amerikan ilişki formatının müktesebatı, “dünya yuvarlıktır” deseler inanmamamızı öğütlerken, kulağımız ders küpeleriyle doluyken, her el sıkıştığımızda parmaklarımızı sayarken, bu sözlere nasıl güvenebiliriz?
Barrack’ın okumaları Trump politikalarının doğal yansıması. Yani sadece diplomatik şirinlik değil. Küresel meselelere ve krizlere bu açıdan bakıyorlar. Teoride sıkça yaslandıkları Ronald Reagan döneminin düsturu da bunu vazediyor. Şartlar ve zaman değiştiği için kimi uygulama farkları olsa da, 80’li yılların pratiklerine uygun. Tek stratejik fark ‘paralarının o kadar olmaması’. Reagan, Sovyetleri ezmek için, “bizim cebimiz daha derin” demişti.
O tarihlerde Sovyet imparatorluğu çöküyordu ve dünya yeni bir düzene geçiyordu, şimdi de “tek kutupluluk” çöküyor ve yeni bir düzene geçiliyor. Teorideki benzerlik bu…
Ayak izlerini, İran anlaşmazlıklarını, Suriye krizini, Ukrayna savaşını hatta İsrail-Filistin’i kavrama biçimlerinde görüyoruz.
‘YENİ BİR YÖN’..!
Nitekim, ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun geçtiğimiz hafta Deniz Harp Okulu mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada, ABD’nin dünyadaki konumu ve bağlı dış politikasına dair açıklamaları da öyle…
“ABD’nin tartışmasız hakimiyet dönemi sona erdi. Bugün ciddi tehditlerle karşı karşıyayız. Çin, Rusya ve diğer uluslar bizi her alanda mağlup etme konusunda kararlılar. Trump yönetimi güvenlik politikaları konusunda yeni bir yön tayin ediyor. Artık daha fazla tanımı belirsiz görevler olmayacak. Çatışmalardan bir bedel ödemeden çıkmayı artık varsayamayız. Daha fazla ucu açık çatışmalar olmayacak. Realist bir politika izleyeceğiz”…
Başkan Trump’ın da benzer değerlendirmeleri çok hatta daha ileri ifadeleri mevcut; “Askerlerimiz başka ülkelere gönderildi. Devlet inşası ile uğraşmak zorunda bırakıldılar. Bunların hepsi geride kaldı, artık o tür hataları tekrarlamayacağız. ABD ordusunun görevi silah zoruyla devlet kurmak değil ülkenin güvenliğini sağlamaktır”…
Görüldüğü üzere Trump dönemi Amerikan dış politikası ve küresel güvenlik anlayışı basitçe; savaş istemiyor, kriz istemiyor. Aynı zamanda yeni düzenin getirdiği gerçekliklerle, yani kendileri kadar güçlü-olmasa da-hegemonya büken başka ülkelerin varlığını ve yine Amerika’nın gücündeki dalgalanmaları da, “düşüş” halidir, hakkınca tespit ediyor…
Tamamı, Reagan döneminin kabul ve yaklaşımlarıyla-not düştüğümüz konjonktür farklılıkları hariç-uyumludur…
Bunlar “kör nokta” da yaratmasın; evet, Amerikan güç projeksiyonun da derinlemesine farklılık var. Evet, sebeplerinden biri hegemonya kapasitesinin küçülmesidir. Evet, diğer güçlerin yükselişi Washington’un alanını daraltıyor, yeni dünya düzeni ve ekonomiyle rabıtalıdır. Ve evet; ama ABD hâlâ dikkate alınması gereken bir güçtür. Devrilse bile düşeceği yerde bulunmamak gerekir…
Yani, Reagan döneminin alamet-i farikalarından olan, “savaş istemiyoruz ama siz istiyorsanız hazırız”ı da unutmamak gerekir.
GÜVEN AMA KONTROL ET…
En az beş yıldır, hemen herkes “Batı’yı kutsamaya” devam ederken, gelişen dünya olaylarını bu köhne öğretilmiş çaresizlik penceresinden okumaya devam ederken, kısa vadede gelecek, hatta geldi işte, “jeopolitik fırsatları ve tabii riskleri” anlatmaya çalışıyoruz. Birçok ülke başı kesik tavuklar gibi birbirine çarparken, Türkiye’nin bunu nasıl görüp hazırlandığını izah etmeye gayret ediyoruz. Siyasal ve sosyal muhalifler, “eski düzeni” sadece dış politikada değil, iç politikada da kendi varoluşlarının “sebebi” saydıklarından, -mesela Avrupa’ya adanmışlık ya da Kürt meselesinden menfaat edinmek gibi-direnmeye devam ettiler. Fakat iş o kadar ayyuka çıktı ki, artık nereye nasıl saldıracaklarını da bilemiyorlar. Bir yandan gelinen noktayı da inkâr edemiyorlar. Bu artıklar da tasfiye olacaktır, çünkü uyum sağlayamıyorlar, doğaya aykırıdır…
Başa dönersek…
Trump’ın Beyaz Saray’ının politikası böyle ise güvenip-güvenmemek konusunda nasıl bir yol tutturacağız?
Aslında ahım-şahım bir çözüm aramaya gerek yok. Reagan’a Sovyetler’e nasıl güveneceği sorulduğunda şöyle demişti ve verdiği cevap bir tür uluslararası ilişkiler “ata sözüne” dönüştü; “Trust but verify!” (Gerçekte Rus sözüdür. Reagan bunu bilerek kullanmıştı.)
Yani.. “Güven, ama doğrula”…


