Cumartesi Anneleri Meclis te: 30 yıldır o Beyaz Toros un peşinden koşuyoruz Agos
Agos sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Barış süreci için TBMM'de kurulan Komisyon, bugün Cumantesi Anneleri, Tahir Elçi Vakfı ve Barış Annelerini dinledi. Besna Tosun, “Zorla kaybedilmek ölümle yaşam arasındaki çizginin silinmesi demek. Gözaltında kaybedilen kişiler için ne ’yaşıyor’ diyebiliyoruz ne ‘öldü’. Çünkü yaşama dair en ufak bir belirti yok. Çünkü ortada bir cenaze yok, bir mezar yok, bir mekan yok” diye konuştu.
Kürt sorununa çözüm için başlatılan girişimler neticesinde TBMM'de oluşturulan "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu"nun bugün beşinci kez toplandı. Oturumda Cumartesi Anneleri, Tahir Elçi Vakfı ve Barış Anneleri dinlendi. Cumartesi Anneleri’nden Maside Ocak, "Mehmet Ağar, Korkut Eken, Tansu Çiller ve yöneticilerinin ifadeleri on yıllardır alınmadı. Tanıklar dinlenmedi, yargılanmalarını istiyorum" dedi. Barış Anneleri'nden Nezahat Teke ise “Gencecik çocuklarımızı değil de silahları toprağa gömelim. Savcılık bize diyor ki ‘Savaş var mı ki barış istiyorsunuz?’ Yoksa bu insanlar neden ölüyor? Savaş dediğim için bir yıl ev hapsi aldım. İnsanlar ölüyorsa var demek ki bir şey” ifadelerini kullandı.
T24'ten Ceren Bayar'ın haberine göre TBMM ve Komisyon Başkanı Numan Kurtulmuş bu kısa girişin ardından ilk sözü Cumartesi Annelerinden İkbal Eren Yarıcı’ya verdi.
Çanakkaleli, Çerkez bir ailenin kızı olduğunu ifade eden Eren, 1980’de kaybolan ağabeyi Hayrettin Eren’in hikayesini anlattı. Kasım 1980’de anne ve babasının ağabeyinin gözaltına alındığını öğrendiğini, sonrasında ağabeyini bulmak için karakolda yoğun bir çaba gösterdiğini söyledi. Askeri darbe dönemi olduğu için başvurabilecekleri hiçbir kurum olmadığını, 90 gün gözaltı süresini beklemek zorunda olduklarını anlatan Eren, “O sırada tüm askeri cezaevlerini dolaştık, sivil cezaevlerini dolaştık” dedi.
O dönem yaptıkları tüm başvurulara ilişkin belgeleri komisyona sunduğunu anlatan Eren, ailesinin tüm ısrarlarına rağmen dava açılamadığını, her askerlik döneminde ağabeyine celp geldiğini söyledi ve “Bu psikolojik işkencenin üzerimizdeki yükünü düşünmenizi istiyorum” dedi.
İkbal Eren, şöyle devam etti: “Hayrettin Eren’i hep canlı bekledik. Yılar geçti, annem bir mezara razı oldu. 2011 yılında Erdoğan anneleri kabul etmişti. O görüşmeden sonra annem gazetecilere “Oğlumun bir kemiğine razı olurum” demişti.
95 yılına kadar aile olarak mücadele ettiklerini, 95’te tüm kayıp yakınlarıyla bir araya gelerek Cumartesi Anneleri olarak mücadelelerini sürdürdüklerini anlattı.
Anne ve babasının gözü açık bir şekilde hayata veda ettiklerini belirten Eren, “Hayrettin Eren, eğer bir suç işlediyse kolluğun görevi onu aldıktan sonra adalete teslim etmek ve yargılanmasını sağlamaktı. Böyle olsaydı yargılanır, ceza gerekiyorsa cezasını çeker, yoksa aramıza dönerdi. Hayrettin Eren’in ve tüm kayıpların yargılanma hakkı, yaşam hakkı ve mezar hakkı ellerinden alındı” ifadelerini kullandı.
"Balcı ve Ağar, yargılanmalarını istiyorum"Gözaltında kayıpların yaşandığı dönem Şükrü Balcı’nın emniyet müdürü, Mehmet Ağar’ın Terörle Mücadele Şubesi müdür yardımcısı olduğunu hatırlatan Eren, “Gözaltında kaybedilenlerin sorumluları bellidir. Abimin faili olarak yargılanmalarını istiyorum” dedi.
Devletin gözaltında kaybetme politikasını sistematik olarak uyguladığını ve ülkenin her tarafına yaydığını belirten Eren, ”Kalanların yaşadığı psikolojik işkenceyi de unutmamak gerekiyor” dedi.
Komisyonun çözüm odaklı ve samimi olduğuna inanmak istediğini kaydeden Eren, “Hep birlikte demokratik bir ülkede yaşamak istiyorsak bu yaraların iyileştirilmesi gerekir“ dedi. Eren, içerisinde kayıp yakınlarının da olacağı bir komisyonun kurulmasını istediğini de önerdi.
"Ağabeyimin varlığı ağız birliği edilerek inkar edildi"Eren’in ardından söz alan Cumartesi Annelerinden Maside Ocak da ağabeyi Hasan Ocak’ın ve onu yıllarca arayan ailesinin hikayesini anlattı.
Ağabeyinin 1995 yılında annelerinin doğum günü için balık ve pasta alacağını söyleyerek gittiğini ama bir daha geri dönmediğini belirten Ocak, sonraki süreci şöyle aktardı: "Ağabeyimin gözaltına alındığı kabul edilmedi. Emniyet savcılık, valilik meclis içişleri bakanlığı başta olmak üzere tüm bakanlıklar ve ilgili tüm mercilere başvuru yaptık. Valilik abimin aranan şahıs olmadığını söyledi. Abimin varlığı ağız birliği edilerek inkar edildi.”
58 gün sonra Adli Tıp Kurumu’nda işkence izleri açıkça görünür biçimde cansız bedeninin fotoğraflarına ulaştıklarını anlatan Ocak, “Cansız bedeni Beykoz’da bir ormanlık alanda bulunmuş. Köylüler jandarmaya haber vermişler” diyerek süreci anlatmaya devam etti.
Uzun süren çabalar sonucunda ağabeyinin cenazesini kimsesizler mezarlığında bulduklarını, oradan çıkarıp kendi geleneklerine göre defnettiklerini ifade eden Ocak, ”Devlerin kolluk güçleri tarafından gözaltında işkenceyle öldürülen ağabeyim devletin tüm kurumlarından geçirilirken ona ait tüm izler de silinmek istenmiş” dedi.
“Ağabeyim bu toprakların ilk gözaltında kaybedilen insanı değildi. Tüm kayıp yakınları bizim yaşadıklarımızı yaşadı” diyen Ocak, “Rıdvan Karakoç da Hasan Abimden sadece 1 ay önce gözaltına alınıp aynı işkenceden geçirilip cansız bedeni daha aynı ormanlık alana atılıp aynı kimsesizler mezarlığına gömülmüştü. Anladık ki gözaltında kaybedilenlerin başına bunlar geliyordu“ ifadelerini kullandı.
"Mehmet Ağar, Korkut Eken, Tansu Çiller"
Sorumluların yargılanması için başvurularda bulunduklarını ama başvuruların takipsizlikle sonuçlandığını kaydeden Ocak, ”Mehmet Ağar, Korkut Eken, Tansu Çiller ve yöneticilerinin ifadeleri on yıllardır alınmadı. Tanıklar dinlenmedi” dedi.
İç hukuktan hiçbir sonuç alamamış oldukları için Galatasaray Meydanı’nda bir araya geldiklerini anlatan Ocak, “699 hafta boyunca barışçıl buluşmalar gerçekleştirdik ama 700. haftamızda ağır polis şiddeti ile karşılaştık. O tarihten beri meydan bize ve tüm İstanbullulara yasaklandı” diye konuştu.
Geçen ay annesi Emine Ocak’ı kaybettiğini söyleyen Ocak, Annesi Emine Ocak’ın mücadelesini yürütürkenki bir ifadesini şöyle aktardı: ”Onlar hesap vermemek için hepimizin ölmesini bekliyor ama hesap vermekten kurtulamayacaklar. Biz, çocuklarımız, torunlarımız son kaybımız bulunana kadar hesap sormaya devam edeceğiz.”
90’larda kaybedilen Cemil Kırbayır için TBMM’de komisyon kurulduğunu hatırlatan Ocak, “Bu mecliste Berfo anne için gözyaşı döküldü. Cemil Kırbayır için komisyon kuruldu. Fail ve sorumlular tek tek yazıldı. Meclis tarafından suç duyurusunda bulunuldu. Ama Meclis başvurusunun, yönetenler sözlerinin arkasında durmadı. Kırbayır dosyası zaman aşımına uğratılarak kapatıldı. Cezasızlık insanlığa karşı suçların faillerinin ve sorumluların ödüllendirilmesidir. Kabul etmiyoruz“ ifadelerini kullandı.
Ocak, bu komisyonu çatısı altında bir Hakikat Komisyonu kurulması için gerekli adımların atılmasını da istedi.
19 Ekim 1995'te gözaltına da alınıp kaybedilen Fehmi Tosun'un kızı Besna Tosun da babasının, ailesinin ve Cumartesi Annelerinin mücadelesini anlattı.
Tosun, “Babam zorla kaybedildiğinde 35 yaşındaydı. Ben 11 yaşındaydım. Bugün karşınızda babamın kaybedildiği yaştan daha büyük, 30 yıldır babasının mezarını arayan bir evlat olarak konuşuyorum” diyerek sözlerine başladı.
19 Ekim akşamı evlerinin önünde beyaz Toros marka bir araç olduğunu ve bu aracın önünde dört kişi gördüğünü anlatan Tosun, ”Araca yaklaştığımızda bu dört kişiden birinin babam olduğunu fark ettik. Babam bizi görmedi ama yanındaki kişilerden birisi bizleri gördü ve diğerlerini uyardı. İki kişi babamın koluna girerek evimizin yanında, ışıklandırması olmayan bahçeye babamı indirdiler. Babamı görmeye çalıştım ama ışık olmadığı için bahçedekileri ve babamı göremedim. Dönüp aracın yanında duran kişiye baktım. Babamın arkadaşı zannettim. Gülümsedim. O da bana gülümsedi. Ve ben 30 yıldır hayatımızı cehenneme çeviren bu gülüşle yaşıyorum” diye konuştu.
Annesine misafirlerin geldiğini haber verdiğini, annesinin balkona çıktığını ve babasının zorla beyaz Toros’a bindirildiğini gördüğünü anlatan Tosun, “Babam direnirken kafasını kaldırıp balkonumuza bakmış ve annemin balkondan baktığını gördüğü anda ’imdat beni götürüp öldürecekler’ diye bağırdı. Aynı anda annemin ve babamın çığlıklarını duyduk. Annem koşun babanızı götürüyorlar dedi ben 11 yaşındaydım, en küçüğümüz 5 yaşındaydı” ifadelerini kullandı.
Aracın peşinden koştuklarını ama yetişemediklerini anlatan Tosun, “30 yıldır kardeşlerim ve annemle birlikte hala bu aracın peşinden koşuyoruz” dedi.
Sonraki yıllarda sayısız başvurularından, arama çabalarından sonuç alamadıklarını anlatan Tosun, ailesinin babası kaçırılmadan önce de Kürt sorunundan kaynaklanan acılar yaşadığını, şu sözlerle anlattı:
”Bizim ailemiz babamın kaybedilmesinden önce de çok büyük acılar yaşadı. Özellikle annem. 1993 yılında Lice'ye bağlı köyümüz basıldı. Evimiz yıkıldı ve göçe zorlandık. Bütün hayatımız elimizden alındı. Köyümüz yıkılırken köyün imamı olan dedem, annemin babası evinin yakılmasına itiraz ettiği için, itiraz edip evine girip namaz kıldığı sırada seccadesinin üzerinde kurşuna dizildi. Ve ben 9 yaşında bir çocuk olarak dedemin katledilmesine tanık oldum. Saatlerce seccadenin üzerinde kanlar içinde can çekişti."
Yaşadıklarını gözyaşlarını tutamayarak anlatan Tosun şöyle devam etti: “Köyden sürüldük, evsiz kaldık. Yeni bir yaşam kurabilmenin umuduyla İstanbul'a sığındık. Bir yıl sonra evinde katledilen dedemden sonra bu kez babam evimizin önünden gözaltına alınarak kaybedildi. Biz iki kuşaktır devlet şiddetinin en ağırlarını yaşadık. Annem Hanım Tosun babası öldürüldüğünde 28, kocası kaybedildiğinde 30 yaşındaydı. Annem, dedem katledildiğinde Diyarbakır merkezdeydi. 3 gün boyunca köyümüzde giriş çıkış yasaklandı. Annem 3 gün sonra köyüne dönebildi ve 3 gün sonra babasının katledildiğini öğrendi. Annemin babasına veda etme hakkı elinden alındı. Tıpkı sevdiği adama veda etme hakkının elinden alındığı gibi.”
“Annem, babam kaybedildikten sonra, 30 yaşında, dilini bilmediği bir şehirde, 5 tane çocukla, ekonomik destekten yoksun, bir başına babamı aramaya başladı” diyen Tosun, “Galatasaray Meydanı’nda defalarca yerlerde sürüklenerek, darbelerek gözaltına alındı. Günlerce gözaltında tutuldu. Annemin başı kapalıdır. Defalarca saçlarından tutup yerlerde sürüklendi. Başındaki örtüsü açılıyor, saçlarından sürükleniyor diye saçını kazıttı annem” ifadelerini kullandı.
Zorla kaybedilenlerin gözaltında kaybedilenlerin ailelerinin yaşadıklarının zorluklarına değinen Tosun, “Zorla kaybedilmek ise ölümle yaşam arasındaki çizginin silinmesi demek. Gözaltında kaybedilen kişiler için ne ’yaşıyor’ diyebiliyoruz ne ‘öldü’. Çünkü yaşama dair en ufak bir belirti yok. Çünkü ortada bir cenaze yok, bir mezar yok, bir mekan yok” dedi.
Tosun, şöyle devam etti: “Biz babalarımızı kaybettik, kardeşlerimizi kaybettik, sevdiklerimizi kaybettik. Bu yasın bitmesi için kaybedilen sevdiklerimizi, sevdiklerimizi bulmamız ve onları usulüne uygun bir şekilde toprağa vermemiz gerekiyor. Bize bir mezar, ziyaret edebileceğimiz bir mekan gerekiyor. Yakınlarımızı her vatandaşın hakkı olan hukuki güvencelerin dışına çıkarıp zorla kaybedenlerin adil mahkemeler huzurunda yargılanması ve hak ettikleri cezayı almaları gerekiyor. Bizler tam da bunun için mücadele ediyoruz.“
Tosun, Cumartesi Anneleri’nin taleplerini şöyle özetledi:
Hakikatin açığa çıkarılması: Gözaltında kaybedilen yüzlerce insanın akıbeti açıklanmalıdır. Devletin resmi kurumları, geçmişin karanlık sayfalarıyla yüzleşmekle yükümlüdür.
Cezasızlığın son bulması: Gözaltında kaybetmeler başta olmak üzere, insanlığa karşı suçlar zaman aşımına uğratılamaz. Failler yargı önüne çıkarılmalı.
Geride kalanlar için adil onarım: Yaşanan kayıplar ve travmalar için onarıcı politikalar hayata geçirilmelidir. Kamusal özür, anma alanları, hatırlama mekanları bu sürecin birer parçası olmalıdır.
Kurumsal reform: Hak ihlallerine zemin zemin hazırlayan ve suistimallere göz yuman güvenlik, yargı ve idari yapılar yeniden yapılandırılmalıdır. Demokratik denetim mekanizmaları güçlendirilmelidir.
Toplumsal diyalog ve katılım: Barış süreci toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde yürütülmelidir. Şiddete maruz kalanlar, kadınlar, sivil toplum, yerel inisiyatifler bu sürecin aktif ölmesi haline getirilmelidir.
Tosun, Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun alt komisyonu olarak gözaltında kayıpları araştırmak üzere Hakikat Komisyonu kurulmasını da önerdi.
Barış Anneleri'nden Nezahat Teke, Kürtçe konuşabilseydi kendisini daha iyi ifade edebileceğini kaydedince DEM Parti Milletvekili Meral Danış Beştaş, çeviri yapabileceğini söyledi. Ancak Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, Genel Kurul’da olunmasa da Genel Kurul’daki işleyişin devam etmesini rica etti. Kurtulmuş, “Annemizin talebi tutanaklara geçti” dedi.
Bunun üzerine Teke konuşmasına Türkçe devam etti. Teke, sözlerine “Türk ve Kürt anneleri fark etmez, anne annedir. Ne onun acısı benimkinden farklı ne benim acım onunkinden“ diyerek başladı.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısıyla bir ümit doğduğunu söyleyen Teke, “O günden bugüne herhangi bir adım yok. Bizim çalışmamız sadece annelerin ağlamaması için. Bunun için silahların susması, adımların atılması gerekiyor” dedi ve “Öcalan çıkıp birebir destek sunmalı. Çağrısından belli oluyor; PKK silah bıraksın, PKK kendini feshetsin. Ama karşılığında somut bir adım bekliyoruz. Biz çok öldük. Sadece bir değil tüm anneleri. En çok ölenler en çok barışı isteyenlerdir“ diye konuştu.
Teke, sözlerini şöyle sürdürdü: Gencecik çocuklarımızı değil de silahları toprağa gömelim. Savcılık bize diyor ki ‘savaş var mı ki barış istiyorsunuz?’ Yoksa bu insanlar neden ölüyor? Savaş dediğim için bir yıl ev hapsi aldım. İnsanlar ölüyorsa var demek ki bir şey.”
Bölgede annelerin çocuklarının kemiklerini kutular içinde kargo ile aldıklarını anlatan Teke, “Eğer o anne hala barış diyorsa ben o annenin elini öper alnıma koyarım. İster Türk olsun, ister Kürt” dedi.
Teke’nin ardından Barış Annesi Türkiye Bozkurt söz aldı. Daha önce de benzer süreçler yaşandığını hatırlatan Bozkurt, “Gelenleri cezaevlerine attılar. 45 bin insan öldürülmüş ama biz bir hesap istemiyoruz. Biz barış olsun diyoruz” dedi.
Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı Genel Başkanı Mehmet Batı, mevcut sürecin önceki sürecin aksine şeffaf şekilde yürütülmesi gerektiğini kaydetti. Önceki süreçte muhalefetin ve kamuoyunun dışarıda bırakıldığını ifade eden Batı, “Bugün, 2011 ve 2013’teki sürecin neden sonlandığını kamuoyu bilmemektedir” dedi. Batı, Tahir Elçi’nin kameralar önünde öldürüldüğünün altını çizerek, sözlerini şöyle sonlandırdı: "Failleri halen bulunamadı. Tahir Elçi dosyası, klasik bir cezasızlık örneğidir. Olay yeri incelemesi yapılmadan, deliller sokakta bırakılıyor. Cinayetten beş ay sonra savcılık bir keşif yapıyor ve bir gün sonra da bilirkişi raporu hazırlıyor. Raporda, Elçi’nin ölümüne neden olan atışın tıbben ve fiziken bilinemeyeceği tespitini içeriyor. Aslında bu rapor, ne yapılmak istediğini bize anlatmıştı."
Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı Başkan Yardımcısı Erkan Şenses ise Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve Çiğdem Mater gibi yargı mağdurlarının tahliye edilmesi için çağrıda bulunulması gerektiğini ifade etti.


