DEM Parti den İmralı Süreci ne Orhun Abideli örnek
Halktv sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, terör örgütü PKK'nın kendini feshetmesinin ardından partisinin ilk grup toplantısında konuştu. Konuşmasında Meclis'in rolüne vurgu yapan Bakırhan, Orhun Abideleri’nden alıntı yaparak sürece geniş bir perspektiften yaklaştı.
Bakırhan, PKK'nın fesih kararına atıfta bulunarak 12 Mayıs’ı “geçmişin büyük yüklerini hafifletmenin başlangıç günü” olarak nitelendirdi. Toplumun yıllardır barışı beklediğini belirten Bakırhan, “Yıllardır umutla beklediğimiz bir sürecin kapısı aralandı” dedi.
Konuşmasında İmralı Süreci'nin merkezinin TBMM olduğunu vurgulayan Bakırhan, Kurban Bayramı'na kadar düzenleme beklediklerini açıkladı. Bakırhan şöyle konuştu:
"İşte tam da bu açıklamalardan sonra, bu vesileyle insani, somut ve güven arttırıcı bazı düzenlemelerin bayram sonrasına bırakılmadan yapılması Türkiye'nin önünü açacaktır.Kurban Bayramı'nı çifte bayram haline getirecektir. Bu konuda da yürütme erkinin üzerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmesini beklediğimizi belirtmek istiyorum.Çok değerli arkadaşlar, bütün bu temennileri gerçeğe dönüştürecek barışın ve çözümün adresi meclistir. Sayın Öcalan da meclisi işaret etti. PKK yaptığı kongrenin sonuç bildirgesinde onlar da meclisi işaret etti. Biz de diyoruz ki: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." sözü artık gerçeğe dönüşsün bir zahmet. Meclis milletin barış çağrısına kulak versin. Meclis barışın kurucu gücü olsun. Cumhuriyeti kuran bu meclis 100 yıl sonra cumhuriyeti demokratikleştirsin.Kürt meselesinin çözümü ve ülkemizin demokratikleşmesi için tarihi bir görev meclisin önünde duruyor. Başta meclis olmak üzere tüm erklerin artık sorumluluk üstlenme zamanıdır. Görevlerini yerine getirme zamanıdır."ORHUN ABİDELERİ'NDEN ÖRNEK VERDİBakırhan, konuşmasının en dikkat çekici anlarından birinde Orhun Abideleri'nden örnek vermesi oldı.
Bakırhan şöyle konuştu :
Orhun Abideleri'nden bir şeyi uyarlayarak anlatmak istiyorum. Orhun Abideleri aynen şöyle söyler: "Barış aç olanı tok etmek, az olanı çok etmek için büyük bir fırsattır." diyor. Bu tarihi sürecin gelişmesinde büyük sorumluluk üstlenen en başta Sayın Öcalan'a, çözüm yolunda cesur bir duruş sergileyen Sayın Bahçeli'ye, bu iradeyi sahiplenen Sayın Erdoğan'a ve sürece ilk günden destek sunan Sayın Özel'e, Sayın Davutoğlu'na, Sayın Babacan'a, Sayın Arıkan'a ve tüm muhalefet partilerine de en içten şükranlarımızı, teşekkürlerimizi sunuyoruz. Yine 13 yıldır bizimle birlikte gece demeden, gündüz demeden duran, direnen, mücadele eden, bizimle birlikte cezaevine giren, işkence gören ama Kürt'ü terk etmeyen bileşen partilerimize, onların yöneticilerine, il ilçe örgütlerine, onlara gönül verenlere de büyük bir teşekkür etmek istiyorum.DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan'ın konuşması da şöyle:
Evet, çok önemli, tarihi bir sürecin içerisindeyiz. Yıllardır umutla beklediğimiz bir sürecin aslında kapısı aralandı. Toplum yıllardır bugünlerin hayalini kuruyordu. Barışın, çözümün tartışıldığı günlere büyük bir özlemi vardı.
Evet, bugün o günlerin kapısı aralandı. Şimdiden hepimize, Türkiye halklarına hayırlı olsun. Umarım barışla, eşit yurttaşlıkla bunu taçlandırır, 86 milyon Türkiye'de yaşayan halklarımıza armağan ederiz. Evet, 86 milyon insanın yüreği gerçekten barış için atıyor.
Yapılan açıklamalardan sonra yapmış olduğumuz seyahat, gezi, toplantı, miting ve buluşmalarda gerçekten Türkiye toplumunun barışa susadığını hep birlikte şahit olduk. Bunu en iyi Konyalı arkadaşlarımız, yöneticilerimiz biliyor.
Acılarla yorulmuş bir tarih yaşadık hep birlikte. On yıllardır insanlar umudunu tüketmedi. Bütün baskı politikalarına rağmen umudunu büyüttü. Milyonların bugünleri beklediği bir süreç içerisinde yaşıyoruz.
Kürt şair Piremert,, aynen şöyle diyor: "Diyorlar ki bir yıl 12 aydır. Ama bir de bana sorun. Ben öyle aylar gördüm ki 14 yıla bedel."
İşte gerçekten biz Kürtler de bu geçmiş acılı 40 yıl içerisinde öyle günler yaşadık ki emin olun, o zulüm, acı, baskı altındaki her gün neredeyse bir yıl gibiydi. Umarım, inşallah biz de günleri gün olarak yaşar, o günleri acısız, kavgasız, savaşsız, çatışmasız bir şekilde yaşayacağımız günlere hep birlikte kavuşuruz.
Barış ve çözüm beklediğimiz her gün, dediğim gibi neredeyse bir yıl kadardı. Burada oturan birçok arkadaşımız eminim geçmişte her günün bir yıl olduğu süreçleri birlikte yaşadılar. Allah bir daha kimseye göstermesin.
5-7 Mayıs 2025 tarihinde PKK'nin yaptığı kongre ve ardından 12 Mayıs'ta açıklanan kararlar demokratik çözüm için bir şans, barış için çok önemli bir fırsat ortaya çıkarmıştır. 12 Mayıs Türkiye'de artık bir takvim yaprağı değil, geçmişin büyük yüklerini hafifletmenin başlangıç günü olarak tarihe geçecektir.
Geldiğimiz noktada mücadele eden arkadaşlarımızın, bedel ödeyen sizlerin, bugün aramızda olmayan, yaşamını kaybeden canlarımızın, yol arkadaşlarımızın, en önemlisi de anne babalarımızın duası vardı. Onların sayesinde bugünlere geldik.
Barış ve demokrasi mücadelesinde yitirdiğimiz her bir canımızı bir kez daha minnet ve saygıyla anıyor, onların anıları önünde saygıyla eğiliyor. Bu güzel alkış tutan tertemiz yüreklerle birlikte onların barış, demokrasi ve özgürlük bayrağını kesinlikle, , yerine taşıyacağımızın sözünü bir kez daha yeniliyorum.
Değerli arkadaşlar, dün Türkiye ve Ortadoğu'nun en tarihi günlerinden birini yaşadık. 27 Şubat'tan 12 Mayıs'a uzanan bu kısa ama tarihi süreç bir dönemin kapanışını, yeni bir dönemin açılışını ilan etti.
Sayın Öcalan'ın öncülüğünde yaşanan dönüşüm hem Kürt siyasal tarihi hem de Türkiye tarihinin belki de en sarsıcı olaylarından birisidir.
Şimdi büyük bedellerle yürütülen mücadele yerini artık meselenin çözümü ve demokratik bir toplumun inşasına bırakıyor. Bu karar Kürt-Türk ilişkilerinde demokratik bir zemini kurma, ortak bir vatan fikrini büyütme ve barışçıl bir çözümü büyütme çağrısıdır aynı zamanda.
Bu karar yalnızca Kürtlere değil, Türkiye toplumuna ve uluslararası kamuoyuna da verilmiş çok önemli bir mesajdır. Evet, bu çağrılar ve kongrelerden sonra, özellikle bu süreçte 86 milyondan beklenen, yani bizden beklenen, haklarına ve geleceğine en güçlü şekilde sahip çıkması, sözümüzü büyütmemiz ve demokratik siyaseti dönüştüren bir irade ortaya çıkarmamızdır.
Siyasetin görevi ise apaçık ortadadır. Barış sürecini kalıcı, hukuki ve siyasi düzenlemelerini yapma sorumluluğu da siyasete düşen büyük bir görevdir. Uluslararası kamuoyuna düşen de bu süreçte gerçek anlamda destek olmak ve omuz vermektir.
Başta meclis olmak üzere siyasi partiler, sivil toplum, demokratik kitle örgütleri, aydınlar, yazarlar, sanatçılar bu sürecin gerçek sahipleridir.
Bu sürecin başarıya ulaşmasında ellerinden geleceklerini ardına koymayacaklarından kuşkumuz yoktur. Değerli arkadaşlar, bu süreçte birlikte çok önemli açıklamalar da yapıldı.
Bir tamamını burada saymak vaktimizi alabilir ama bu sürece katkı sunacak iki önemli açıklamayı da burada vurgulayarak konuşmama devam edeceğim.
Dün Sayın Devlet Bahçeli yaptığı açıklamada "Barış havası kalıcı ve gerçekçi olmalıdır. Siyasi ve hukuki adımlarla siyasetin güçlendirilmesi belirlemesini çok değerli buluyor. Bu yapıcı yaklaşımı yürekten desteklediğimizi belirtmek istiyorum."
Yine aynı şekilde Sayın Özgür Özel'in "Kalıcı toplumsal barışın olması atılacak adımların samimiyeti, hukukiliğine bağlıdır." tespiti de son derece kıymetli ve değerlidir.
İşte tam da bu açıklamalardan sonra, bu vesileyle insani, somut ve güven arttırıcı bazı düzenlemelerin bayram sonrasına bırakılmadan yapılması Türkiye'nin önünü açacaktır.
Kurban Bayramı'nı çifte bayram haline getirecektir. Bu konuda da yürütme erkinin üzerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmesini beklediğimizi belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin kaderini değiştirecek olan bu karar neden önemlidir? Kısaca biraz onu anlatmaya çalışacağım. Düşünün, hep beraber bir köydeyiz. Hepimizin yaşam bulacağı, besleneceği bir kuyu, suyla dolu bir kuyu var. Bu kuyu için yıllardır didişiyoruz, kavga ediyoruz. Biz kavga ettiğimiz için o kuyunun suyundan hiçbirimiz yararlanamıyoruz. Kavga ettiğimiz için kuyunun suyu kuruyor. Şimdi bir noktaya geldik ki bir karar vermemiz lazım.
Ya o kuyunun suyu kuruyacak ya da el ele tutuşarak, omuz omuza o kuyunun suyunu yeniden ortaya çıkaracak, çevremizi yeniden güçlendirecek, yeşertecek bir pratik içerisinde olacağız. Su da, kuyu da hepimizin kaderidir, Türkiye'nin kaderidir. İşte bugün biz de o kuyunun başındaki Türkiye'yiz. Hepimiz susuzluktan kavrulan topraklarımızla, yanan yüreklerimizle o kuyunun başında birbirimize bakıyoruz.
Bu kuruyan suyu canlandırmak, yeni yaşam kuyuları açmak için tarihi günlerden geçiyoruz.
22 Ekim'de Sayın Bahçeli'nin cesur çıkışı, 27 Şubat'ta Sayın Öcalan'ın tarihi çağrısı, 10 Nisan'da Sayın Erdoğan'ın süreci sahiplenmesi ve gösterdiği kararlılık barışı limanına ulaştırmanın rehberi olmuştur.
12 Mayıs'ta PKK'nin yeni bir dönemin kapısını aralayan kongre kararları ise eşit ve demokratik bir geleceği müjdeliyor. Emin olun, zor ve zahmetli bir yolda olduğumuzun farkındayız. Ama siyasetin iradesi, gençlerin inancı, kadınların gücü ve hepinizin duasıyla birlikte bir gün bu topraklarda mutlaka barışı sağlayacağımızı belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, işçiler, emekçiler, bizi ekranları başında izleyen Türkiye halkları, bir anne düşünün her kapı çalındığında yüreği ağzına gelen, muhtemelen çoğunuz yaşamışsınızdır, kadın arkadaşlar için diyorum.
Her telefon sesinde dizlerinin bağı çözülen, bir baba düşünün oğlunun cenazesini alabilmek için günlerce bekleyen, eline oğlunun kemikleri bir torbada verilen, bir çocuk düşünün arkadaşlarına babasının nerede olduğunu anlatamayan, geceleri yıldızlara bakıp "Babam acaba hangi yıldızın altında?" diye düşünen.
Dilin sustuğu, vicdanın durduğu, kelimelerin anlamsız olduğu bir tarih birlikte yaşadık. Bu acı dolu deneyimler on yıllardır bu toprakların vesikası oldu. Allah bir daha bu ülkenin analarına, babalarına, çocuklarına kaldıramayacağı acılar inşallah yaşatmasın.
İşte onun için hep birlikte bu süreci sahiplenmemiz gerekiyor. Bugünleri yaşamamamız için. Artık bugün Türkiye'nin kırık umutlarını onarma, acılarını azaltma, dağlanmış kalplerine merhem olma günüdür.
Kederi yüzyıllardır birlikte yaşadık. Şimdi ortak kaderi ve kardeşliği büyütme ve çoğaltma vaktidir. Mezopotamya'nın bereketli ovalarından Karadeniz'in yemyeşil yaylalarına, Ege'nin zeytin kokan kıyılarından Zagros'un karlı zirvelerine kadar aynı gökyüzünün mavisini birlikte paylaştık, aynı toprağın kokusunu ciğerlerimize çekiyoruz.
Bakın, Kars'ta Azeri kardeşlerimizin bir sürekli söyledikleri bir söz var. Diyor ki bir Azeri anne: "Türk ile Kürdün anaları aynı güneşin altında paltolar kurutur, balam, siz neyi paylaşamıyorsunuz?" Yani Azeri anne diyor ki kavga eden çocuklara: "Biz sizin annelerinizle birlikte bu güneşin altında elbiselerimizi kuruttuk. Siz neyi paylaşamıyorsunuz?" Evet, bugün tam o gündür.
Aynı güneşin altında, masmavi gökyüzünün altında o kadar şeyler birlikte yaşadık ki, kader birliği yaptık, keder birliği yaptık. Şimdi paylaşamayacağımız, çözmeyeceğimizin, çözmeyeceğimiz sorunların olmadığını bu süreç bir kez daha bize gösterdi.
Artık ölümden değil yaşamdan, çatışma ve şiddetten değil barıştan yana olma zamanıdır. Olmayanları da artık sizin vicdanlarınıza, emanet ediyorum. Niye olmadıklarını da anlamak zor.
Bir silah ve çatışma son buluyor. Güvenli limanlarında rahatsız olan bir küçük azınlığı da görüyoruz, kanla beslenen, silahla beslenen, gençlerimizin yitirdikleri yaşamdan beslenen. Bu insanlara da Allah akıl fikir versin. İnşallah bu süreç ilerledikçe onlar da yanlış yaptıklarını göreceklerdir.
Değerli arkadaşlar, artık Afyon'un Çobanözü köyüne, Trabzon'un Barışlı köyüne, Cizre'nin Hebler köyüne, Muş'un Betül köyüne gençlerin cenazesi gitmesin.
Artık geçmişte taşıdığımız yükler geleceğimizin üzerine karabasan gibi çökmesin. Çabamız sözde kalmasın. Bakın bunu bir Kürt atasözü çok iyi özetliyor. "Gotın rahetı, lê çekirin zahmetı. Werin em hevra çekin, aştîye pêk bînin." diyor. Ben de diyorum ki evet, şimdiye kadar güzel sözler söylendi, söylenmeye devam ediyor ama biraz önce söylediğim Kürt atasözlerindeki gibi evet yapmak biraz zahmetli ve zordur.
Gelin birlikte bu zahmetli ve zor süreci dayanışarak, barış sürecine ulaştıralım diyorum. Bakın, Mandela'yı zaten hepiniz bilirsiniz. O da büyük acılar çekti.
27 yıl halkını, kimliğini savunduğu için cezaevinde kaldı ve cezaevinde büyük işkenceler, büyük zahmetler de gördü. 27 yıl sonra özgürleşen Mandela bir gün bir lokantada otururken karşısında oturan bir vatandaşa bakıyor ve cezaevinde kendisine işkence yapan gardiyanın orada oturduğunu görüyor. Mandela'nın ona baktığını gören ve tanıdığını anlayan gardiyan panikler. Mandela masasından kalkar, gardiyanın masasına gider. Gardiyanın paniklediğini, korktuğunu görünce de "Korkma, ben bu masaya geçmişin yüküyle gelmedim, onları bir tarafta bırakarak geldim." der. Yani Mandela tarih, acılı tarih tekerrür etmesin istiyor. Yeni bir dönemden bahsediyor.
Bugün de yol arkadaşımız, bilge insanımız Ahmet Türk aramızda oturuyor. O da geçmişte Diyarbakır Zindanı'nda yaşamış olduğu işkenceleri bize anlatıyordu. Emin olun, tahmin etmeyeceğiniz derecede büyük işkenceler yaşayan bir arkadaşımızdır ama kendisiyle beraber 30 yıldır siyaset yapıyoruz. Bir gün kin ve nefret duymadı. O geçmişte yaşadığı acıları bir tarafta tutarak sürekli barış dedi, demokrasi dedi, çözüm dedi. İşte bu kıymetli, bu değerli duruşu desteklemek ve savunmak gerekiyor.
Bizler elbette geçmişi unutmayacağız. Geçmişle yüzleşeceğiz ama geçmişe takılmadan da demokratik, eşitlikçi, barışçıl bir Türkiye'yi de inşa etmeye çalışacağız. Yeter ki cesur ve kararlı olalım. Yeter ki siyasi ikballerimizi, o kandan, ranttan beslenen anlayışları barışın önüne koymayalım. Alevilerin semahlarında, Sünnilerin duasında, Türklerin türküsünde, Kürtlerin dengbejinde, Ermenilerin ağıdında, Çerkezlerin dansında, Lazların horonunda gelin hep birlikte barışı bulalım. Bu bahsettiğim şeylerde barış o kadar güzel kendini gösteriyor ki, yeter ki gönlümüz ve gözümüz görsün. Bakın, önemli bir Kürt deyişidir. Türkçe mealen şöyle diyor: "Diyor eğer kapına bir fırsat gelmişse onu ertelemek haramdır." Bugün de barışı ertelemek haramdır. Çünkü barış helaldir, çünkü barış helali hoştur, çünkü bu topraklara barış yakışıyor.
Çok değerli arkadaşlar, bütün bu temennileri gerçeğe dönüştürecek barışın ve çözümün adresi meclistir. Sayın Öcalan da meclisi işaret etti. PKK yaptığı kongrenin sonuç bildirgesinde onlar da meclisi işaret etti. Biz de diyoruz ki: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." sözü artık gerçeğe dönüşsün bir zahmet. Meclis milletin barış çağrısına kulak versin. Meclis barışın kurucu gücü olsun. Cumhuriyeti kuran bu meclis 100 yıl sonra cumhuriyeti demokratikleştirsin.
Kürt meselesinin çözümü ve ülkemizin demokratikleşmesi için tarihi bir görev meclisin önünde duruyor. Başta meclis olmak üzere tüm erklerin artık sorumluluk üstlenme zamanıdır. Görevlerini yerine getirme zamanıdır.
Bu tarihi süreçten artık kimsenin kaçarı olmadığını belirtmek istiyorum. Silahlar susuyorsa demokratik siyaset konuşmalıdır. Silahlar susuyorsa demokratik siyasetin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Demokratik siyaset ve çözüm, emin olun, hepimizi birlikte güçlendirecek ve zenginleştirecektir. Demokratik siyaset ve çözüm 100 yıllık Kürt sorunu ve demokrasi sorununa, 50 yıllık çatışmalı sürece son verme gücüdür. Demokratik siyaset 100 yıllık paranoyaları ve 40 yıllık acıları iyileştirme gücüdür.
Artık 100 yıldır söylenen bölünme yalanları, beka kaygıları, düşman hukuku raf ömrünü tamamlamış ve tarihte tozlu raflara kaldırılmıştır. Devleti demokratikleştirmek için ortak akılda gelin buluşalım. Ortak vatan fikriyle cumhuriyeti demokrasiyle buluşturalım. Biz "Cumhuriyeti demokrasiyle buluşturalım." diyoruz.
Onlar diyor ki: "Türkiye'yi bölecekler." Bunları iyi tanıyın değerli Türkiye halkları, değerli emekçiler. Bu kavga isteyen, bu çatışma isteyenlerin yalanlarına lütfen kimse kanmasın. Çok açık söylüyoruz. Gelin ikinci yüzyılda cumhuriyeti demokrasiyle taçlandıralım. Bunun neresinde bölücü var? Bunun neresi Türkiye'yi bölüyor Allah aşkına? Bilen varsa Türkiye toplumunu da aydınlatsın. Devleti artık denetleyen, kontrol eden, cezalandıran karakterinden çıkararak devleti düzenleyen, adalet dağıtan, özgürlükleri koruyan bir karaktere kavuşturalım.
Devleti ve cumhuriyeti demokrasiyle buluşturmak için yasal ve kurumsal zemini gelin birlikte inşa edelim. Hepimizin en temel ve, en temel görev ve sorumluluğu bu değil mi? Bu meclis niye var? Toplumun barış taleplerine kapısını açarak, toplumun barış taleplerine uygun adımlar atarak bu meclis gücünü ortaya koyabilir. Çünkü barış, demokrasi ve hukuk yalnızca bir kesimin değil... Sanki sadece Kürtler haklarına kavuşacak, Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı olmayacak, Trakyalının, Karadenizlinin demokratik hakları olmayacak, sanki Kürdün alayı olacak Laz'ın horonu olmayacak gibi tartışmalar yalan yanlış tartışmalardır.
Emin olun, barış ve demokrasi kazanırsa Türkiye kazanacak. Hepimizin ortak kazancı olacak. Barış artık bir lütuf değildir. Barış bir yenilgi değildir. Barış 86 milyonun zaferidir. Hepimizin kazancıdır. Barış Türkiye'de yaşayan herkesin kazandığı ama hiç kimsenin kaybetmediği büyük bir başarı hikayesidir. Emin olun, barış demokrasiyi genişletir, demokrasi barışı büyütür.
Barışı sağlarsak demokrasi ve hukuk krizini de çözebiliriz. Barışı sağlarsak ekonomik krize de bir çare birlikte bulabiliriz. Bu yüzden diyoruz ki: Bu süreç iki taraf arasında bir al-ver süreci değil. Bu sürecin pusulası siyaset, teminatı hukuktur. Bugün tarihin bize sunduğu bu eşsiz fırsatı değerlendirme günüdür.
Orhun Abideleri'nden bir şeyi uyarlayarak anlatmak istiyorum. Orhun Abideleri aynen şöyle söyler: "Barış aç olanı tok etmek, az olanı çok etmek için büyük bir fırsattır." diyor. Bu tarihi sürecin gelişmesinde büyük sorumluluk üstlenen en başta Sayın Öcalan'a, çözüm yolunda cesur bir duruş sergileyen Sayın Bahçeli'ye, bu iradeyi sahiplenen Sayın Erdoğan'a ve sürece ilk günden destek sunan Sayın Özel'e, Sayın Davutoğlu'na, Sayın Babacan'a, Sayın Arıkan'a ve tüm muhalefet partilerine de en içten şükranlarımızı, teşekkürlerimizi sunuyoruz. Yine 13 yıldır bizimle birlikte gece demeden, gündüz demeden duran, direnen, mücadele eden, bizimle birlikte cezaevine giren, işkence gören ama Kürt'ü terk etmeyen bileşen partilerimize, onların yöneticilerine, il ilçe örgütlerine, onlara gönül verenlere de büyük bir teşekkür etmek istiyorum.
İttifak güçlerimize, meslek örgütlerine ve demokratik kitle örgütlerine de bu sürece sahip çıktıkları için teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Bu sürecin başarıya ulaşması 86 milyon yurttaşımızın barışı sahiplenmesiyle mümkün olacaktır. Barış kendiliğinden gelmeyecektir. Geleceğimizi bugünden şekillendirme sorumluluğu hepimizindir. İç barışını sağlamış güçlü bir Türkiye Ortadoğu'da barışın, huzurun ve istikrarın rüzgarını estirir. Kimsenin şüphesi olmasın ki Türkiye'nin iç barışı Ortadoğu'da istikrarın sigortasıdır. Türkiye'nin iç barışı Ortadoğu'nun barış havzası haline gelmesinin garantisidir. Bu bir son değil, değerli yoldaşlarım, ülkemiz ve bölgemiz için en güzel ve en yeni bir başlangıçtır. Bu başlangıçta adaleti, hukuku, barışı egemen kılacağımıza yürekten inanıyorum çünkü arkamızda siz varsınız. Arkamızda Konya, Kırşehir, Tekirdağ, Kars, Mardin, Amed var. Halklarımız var, kadınlar var, gençler var. Onun için umutluyuz, başaracağız, inşallah barışı da kazanacağız.


