Duvarların ardından “Güç ve Sürgün”: 30 yıllık tutsaklıkta umudu resmediyorlar Agos
Agos sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Zorla yerinden edilmenin, göçün ve sürgünün izlerini tutsakların kaleminden, fırçasından ve objektifinden aktaran “Göç ve Sürgün” sergisi, “içerdeki” ve “dışardaki” 100 ismin üretimlerini 12 Eylül’ün karanlığında bir araya getiriyor. Fotoğrafçı Özcan Yaman, 22 Eylül’e kadar Karşı Sanat’ta gezilebilecek olan sergiyi, “30 yıl hapiste yatmalarına rağmen bu umudu hala resmedebiliyorlar. Derdimiz, içerinin sesini dışarıya, dışarının sesini de içeriye duyurmak ve birbirlerini kuvvetlendirebilmelerini sağlamak” sözleriyle anlatıyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) rakamlarına göre dünyada zorla yerinden edilmiş kişi sayısı 103 milyonu geçmiş durumda. Ülkeler içerisinde yerinden edilenlerin sayısı 53 milyonun üzerinde. BM Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) ‘2022 Dünya Göç Raporu’na göre ise 2020 itibarıyla dünya genelinde 281 milyon göçmen bulunuyor.
Görülmüştür Kolektifi ve Redfotoğraf’ın ortak çalışması “Göç ve Sürgün” adlı karma sergi de bu konuya dikkat çekmek amacıyla Karşı Sanat Çalışmaları‘nda 12 Eylül’de ziyarete açıldı. Bülent Parmaksız, Ercüment Akdeniz, Elif Can, Mehmet Boğatekin, Sami Özbil gibi cezaevindeki mahpus yazarlar, şairler ve çizerler ile Redfotoğraf sanatçılarının fotoğraflarından oluşan “Göç ve Sürgün” sergisi, yarısı “içeriden” yarısı da “dışarıdan” olmak üzere 100 ismin çalışmalarını bir araya getiriyor.

22 Eylül‘e kadar, Beyoğlu Aznavur Pasajı’ndaki Karşı Sanat Çalışmaları‘nda ziyaretçilerini ağırlayacak sergi, “Sürgün ve göç gerçeğinin betimlemesi zor travmasını ve sürgünlerin umutlarını tuallere, satırlara, enstalasyonlara, taşlara, notalara ve fotoğraf karelerine döktük. Anlamaya, anlatmaya çalıştık. Sürgünlerle aramızdaki duvarları, imgelerimizle yıkmaya çalıştık” sözleriyle özetleniyor. “Göç ve Sürgün” aynı zamanda Karşı Sanat’ın sezon açılış sergisi oluyor.
Sergideki çalışmalar, ipler ile birbirini sarmalıyor. Bu ipler, “içeri ile dışarıyı” bağdaştıran bağı sembolize ediyor. Böylelikle sergiyi saran bir iletişim ağı oluşturuluyor ipler eşliğinde.

Sergi alanını, “Görülmüştür” mührünün basıldığı, cezaevlerindeki tutsakların gönderdiği şiir, öykü ve mektuplardan oluşan bölümle gezmeye başlıyoruz. “Sürgünün Ağıdı, Ressamın Sürgünü, Hayriye’nin Sürgünü, Mavi Ringte 11 Saat, Sürgün Ağacı” ve daha birçok çalışma, okuyucuları tutsakların sürgün hikâyeleri ile sarsıyor. Songül Yücel Acar, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nden gönderdiği mektupta şöyle diyor: “Duvarların körlüğüne umutla işli özgürlük açan bir mevsim koyduk.”
İkinci bölümde de tutsakların “içerideki” yiyecek ve çeşitli gıdalardan elde ettiği renkleri boyaya dönüştürüp çizdikleri resimleri inceliyoruz. Engin Bulut, çizdiği resimde sürgünü şöyle işliyor: “İnsan mutluluğa da mutsuzluğa da alışıyor. Bizim alışamadığımız tek şey yurtsuzluğumuz. Ne kadar alışmış gibi yapsak da, şunu unutma adam: Kalplerimiz bir gün mutlaka sürgün edildiğimiz toprağımıza karışacak.”

2019’da Kayseri Kadın Kapalı Cezaevi’nden kolektife gönderilen “Daha kırkı çıkmayan mavi bebek” isimli mektup, “Mavi bebeği kırkı çıkmadan annenin de dikişleri kapanmadan ‘tabutluk’ adı verilen ring aracıyla 450 km uzağa sürgüne yolladılar. Hapishane doktoru anne ve bebeğe -muayene etmeden- sürgüne gönderilebilir raporu verdi” sözleriyle tahliye olan Rabia Bıyıklı’nın yaşadığı trajik olayı anlatıyor. Bununla birlikte sergide, tutuklu gazeteci Ercüment Akdeniz’in göç üzerine çalışmaları ile fotoğrafları da yer alıyor.
Yine 29 yıl sonra cezaevinde kalan ve burada resim çizmeyi öğrenen Ethem Elma, yakın bir tarihte tahliye ediliyor. Elma’nın çizimleri, “içeridekilerin” çalışmalarının sonuncusu oluyor. Bu kısımdan sonra “dışarıya” uzanıyoruz.

“İçeriden dışarıya” göç ve sürgünü yaşayanların mesajları ise bir görselle sergi duvarında yer alıyor: “Tarih sürgüne ‘gidenleri’ değil, sürgüne ‘gönderenleri’ yargılayacaktır.”
Soykırımlar, katliamlar, sürgünlerSerginin “dışarıdakiler” bölümünde, 1915 Ermeni Soykırımı, 1964 Sürgünü, Dersim Katliamı’nda Ermeni, Alevi ve Rum halklarının yaşadığı göç ve sürgüne de fotoğraflarla dikkat çekiliyor.
Redfotoğraf Kolektifi’nden fotoğrafçı Özcan Yaman ile sergiyi gezmeye devam ediyoruz. Hem tutsakların hem de kolektifin emeği ile hazırlanan Gazze köşesini Özcan Yaman’dan dinliyoruz: “Gazze ve Filistin meselesi çok önemli. Tutsaklar hapiste oldukları hâlde, dertlerini ve sürgün hayatlarını anlatıyor. Ama bunun yanında ağırlıklı olarak hem mektuplarında hem de resimlerinde Gazze ve Filistin sorununa ilişkin çalışmalar yapıyorlar.

Bir duvarımız Filistin köşesi oldu. Gemilerle Filistin'e doğru bir sefer başlatıldı. Biz de kağıttan yapılan kayıklarla gemileri simüle etmeye çalışarak bir gönderme yaptık. ‘İçeride’ Filistin'le ilgili yapılan çalışmaları sergileyerek Filistin köşesi yaptık. Bir de Türkiye'de 1968-78 kuşağından Filistin'e gidip savaşan ve orada ölen devrimcilerin fotoğraflarından oluşan bir afiş hazırladık.”
Yaman’a, sergiye neden “Sürgün ve göç” ismini verildiğini ise şu sözlerle anlatıyor: “Hapishaneler gerçekliğinde iktidarın sırf hapse atmakla değil, cezalandırmanın dışında ailesiyle ve akrabalarıyla ilişkiyi kesmesi de mevcut. Diyarbakır'daki cezaevinde yatarken alıyor Silivri’ye, Kandıra’dan Urfa’ya sürgün ediyor. Mektuplardan okuduğumuz kadarıyla, bir sabah gardiyan geliyor ‘hadi toparlan gidiyorsun’ diyor. Birçok şeyi orada bırakarak, bazen de hiçbir şey aldırtmadan olduğu gibi götürüyorlar. Sonra aileleri 2000 kilometre yol yapamadığı ve birçoğu da yoksul olduğu için görüşe yılda bir kere gidebiliyor.
Dolayısıyla bu bir sürgün hayatı. Yola buradan çıktık. Mahkumlardan gelen mektuplarda da göç olgusu öne çıktı. Biz de bunları birleştirerek ‘Göç ve Sürgün’ dedik. Yine 1980 darbesinden sonra yurt dışına gidip mülteci hayatı yaşayan ve mücadelelerini oralardan sürdürmeye çalışan insanlar var. Erdal Boyoğlu, yurt dışında uzun yıllar kaldığı süre zarfında ürettiği dergi, gazete ve çalışmalarla göç üzerine Almanca, Türkçe, Fransızca ve Türkçe oluşturduğu arşivini sergimize gönderdi. Barışın tartışıldığı şu günlerde, eğer demokratikleşme yaşanırsa ülke için bir kazanım olacak.”
Yaman, serginin neden 12 Eylül’de açıldığını şöyle yanıtlıyor: “12 Eylül, hem siyasi olarak hem de kültürel olarak ülke tarihinin en karanlık sayfası. Kenan Evren, diktatörlüğünü ayakta tutan büyük bir sermayeydi. Hatta Vehbi Koç'un, ‘Bütün Ermeniler, Rumlar, Kürtler düşmandır. Emrinize amadeyiz paşam’ diye bir mektubu vardır Kenan Evren'e. Bu büyük sermayenin darbeyle olan ilişkisinin çok bariz bir örneği. Bugün İstanbul Bienali’ni yapanlardı onlar. Kültür hayatında sermaye güzel pay dağıtıyor.
Fikret Otyam, Kenan Evren’e resmini izinsiz portre olarak yaptığı için dava açıyor. Fikret Otyam’a neden bir liralık tazminat davası açtığı sorulduğunda, ‘Ben onu yargılamak için yaptım. Adliye koridoruna girince heyecanla oradaki insanların davalı Kenan Evren diye bağırtmak için yaptım’ diyor. Ve kazanıyor davayı. Sanat, en diktatör dediğimiz insanları bile bir yerde rezil edebilecek de bir şey. Bir darbenin sanatla ilişkisi var. 12 Eylül günü burada bu serginin açılması nedeni, oraya da bir gönderme yapmaktı. Mülteciler, 12 Eylül sonrası sürgün edilenler, vatandaşlıktan çıkarılanlar… Kırılma noktası 12 Eylül'dür. Dolayısıyla böyle bir sergi 12 Eylül'de açılmayı hak ediyordu.
Sergi alanında Önder Atakul’un geyik ve ceylan çalışmaları bulunuyor. Hayvanlar, orman yangınları, göç ve çok meşakkatli mesafeler katetmeleri nedeniyle sergide yer alıyor.
Yaman, sergideki çeşitliliği, “Her alanda demokrasi mücadelesinin sanatla olan ilişkisini göstermeye çalıştık. Örneğin 1915 Ermeni Soykırımı çok önemli bir tarih. Biz artık bu tarihin, belleklerde kötü yanıyla değil, Hrant'ın da bize dediği gibi, o kardeşlik eğer gerçekten test edilecekse bütün bunların sorgulanması ve toplumsallaştırılması gerektiğini düşünüyoruz” şeklinde aktarıyor.
Serginin İstanbul’dan sonra Ankara, Diyarbakır, Urfa, Malatya, Köln, Belçika ve Fransa'da da sergileneceğinin bilgisini veren Yaman, “Kuyu tipi hapishanelerden, tutsakların pek çok sorunlarına yer vermek istedik. İçeride üretilen işlere baktığımızda inanılmaz bir umut var. Ve 30 yıl hapiste yatmalarına rağmen bu umudu hâlâ resmedebiliyorlar, şiir, öykü yazıyorlar. Derdimiz, içerinin sesini dışarıya, dışarının sesini de içeriye duyurmak ve birbirlerini kuvvetlendirebilmelerini sağlamak” diyor.


