Haşhaşilerin korku üssü: Alamut
Hurriyet sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
ALAMUT Kalesi, İran’da Elbruz Dağları üzerinde. Önce Tahran’a indik, karayoluyla Kazvin’e, oradan da Alamut’a yöneldik. Vadilerden, zorlu dağ geçitlerinden geçerek bölgeye vardık. Alamut kilometrelerce uzaktan bile görünüyordu. Yaklaştıkça ihtişamı da ürkütücülüğü de arttı. Kalenin eteklerinde Gazordaşt köyü var. Köy devasa vişne ve kiraz ağaçlarının bulunduğu bahçelerle dolu. Bu bahçelerin arasından geçerek Alamut’a vardık. ‘Kartal Yuvası’ adı gibi üzerinde gerçekten kartallar uçuyordu.
Alamut, UNESCO’nun Dünya Kültürel Miras Listesi’ne aday olmuş. Önümüzdeki hafta UNESCO heyeti gelip kalede inceleme yapacak. Bu yüzden kaleye çıkan yollarda hummalı çalışma var. Asfaltlar dökülüyor, tabelalar yenileniyor. Alamut’un karşısındaki sokağa ‘Hasan Sabbah Sokağı’ adı verilmiş. Kale ise restorasyonda ve ziyaretçi alınmıyor. Özel izinle girebildik.�
Efsanelere konu olan Alamut ve Haşhaşiler’le ilgili çok sayıda kitap bulunuyor.
66 KATLI KULEYE DENK
Alamut dev yekpare bir kaya kütlesinin üzerinde. Bu kaya yaklaşık 200 metre yüksekliğinde, yani neredeyse 66 katlı bir kuleye denk. Zemindeki uzunluğu 120, genişliği ise 25-30 metre. Aşağıdan yukarıya doğru daralıyor. Dört bir tarafı düz duvar gibi. Tırmanmak neredeyse imkânsız. Ön tarafı köyün de bulunduğu batıya, arka tarafı ise doğuya bakıyor. Kalenin kapısı da bu arka tarafta. Kapıya ulaşmak için önce en az bin adımlık dik bir yokuşu tırmanmak gerekiyor. Bu yokuşun başında kalenin kurulduğu kayanın kuzey ucu var. Buradan sonra güneye doğru en az bin adım daha yürümek gerekiyor. Burası çok daha zorlu. Zira yalçın bir yamaç ve sadece bir kişinin sığabileceği bir patika var. Burayı kuşatan bir eski zaman ordusunun, askerlerini buradan çoklu yürütmesi imkânsız. Teker teker yürüyen askerlerin ise yukarıdan gelecek ok, mızrak ve hatta taşlı saldırılara bile direnmesi mümkün değil. Yani kalenin asıl muhafızı bu zorlu doğal şartlar...
İran’da Elbruz Dağları üzerinde olan Alamut kalesinin kapısı... Hasan Sabbah bu kapıdan tam 935 yıl önce bugün, 4 Eylül 1090’da girdi.
935 YIL ÖNCE BUGÜN
Kale kapısı bu dar patikanın ucunda. Hasan Sabbah bu kapıdan tam 935 yıl önce bugün, 4 Eylül 1090’da girdi. Musul’a, Kudüs’e ve Mısır’a kadar uzanan korku imparatorluğunu buradan yönetti. Dini ve siyasi hasmı gördüğü Abbasi hilafetinin ve Selçukluların üst düzey yöneticilerinin suikast kararlarını buradan verdi. ‘Dai’ denen suikastçılarını hedeflerine buradan gönderdi. Adamlarını ona ölümüne sadakate ikna eden ‘sahte cennet’ odaları da buradaydı. Bazı tarihçilere göre 1124’te ölene kadar yani 34 yıl boyunca bu kaleden hiç çıkmadı. İran, Suriye ve Akdeniz kıyılarındaki diğer kalelerini de buradan yönetti. Ne zaman nereden çıkacakları belli olmayan hançerli suikastçılarıyla yıllarca terör estirdi. Bu, Moğol Komutanı Hülagu 1256’da burayı yerle bir edene kadar devam etti.�
Kartal Yuvası olarak da adlandırılan kaleye vadileri, zorlu dağ geçitlerini aşarak ulaştık.
ADAMLARININ UÇURUMDAN ATLADIĞI YER
KALE kapısından sonra da dar patikalar devam ediyor. Kale iki bölüm. Kapıdan sonraki ilk bölümde ‘At Hanesi’ var. Burada bir tünel, tünelin sonunda da öndeki köye bakan bir seyir yeri var. Sabbah’ın adamlarının ona ölümüne sadakatlerini ispat etmek için kendilerini uçurumdan attıkları yer burası olsa gerek. Sağ taraftan 20-30 basamak daha çıkınca asıl kaleye varılıyor. Hasan Sabbah’ın karargâhı burası. En fazla 150 metrekare büyüklüğünde. Girişte küçük bir mescit, az ileride Sabbah’ın adamlarıyla görüştüğü bir alan var. Biraz ötede bir başka oda. Hemen kenarda, dışarıda kalenin eteklerini ve alabildiğine bütün vadiyi gören bir teras. Altta ise su sarnıçları ve mahzenler bulunuyor.
‘SAHTE CENNET’Lİ SADAKAT
‘Serdab’ denilen bir çeşit soğuk hava deposu da burada. İnsanın gözleri o meşhur ‘sahte cennet’ bahçelerini arıyor ama bunların böyle dar bir yerde olması imkânsız gibi. Bazı tarihçilere göre bu yerler kalenin dışındaydı. Dönemin tarihçilerine göre Hasan Sabbah’ın fedaileri haşhaş ile kendilerinden geçiyor ve o arada Sabbah tarafından cennete gönderildiklerine inanıyorlardı. Bu yüzden ona ölümüne sadıktılar. Onlara Hasan Sabbah’tan itibaren ‘Haşhaşiler’ denilmesi bu nedenleydi. Sabbah öldükten sonra kaleye gömülmüş ama Hülagu 1256’da kaleyi aldıktan sonra oradaki herkesi kılıçtan geçirdiği gibi Sabbah’ın cesedini de kaleden attırmış, şimdi ise yeri meçhul...


