Herkes acı çekti peki Ermeniler niye aşamadı? Agos
SonTurkHaber.com, Agos kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
İlk önce üzerinde durmak istediğim Patrik Maşalyan’ın açıklamasında dikkat çektiği gerek o dönemde gerek sonrasında Türkiye’de birçok kesimin ve halkın acı çektiği saptamasıdır. Bu söylediği yanlış mı? Hayır, değil. Şüphesiz böylesi küresel savaşlarda pek çok kişi ve kesim acı çeker. Peki öyleyse Ermeni Soykırımı’nı farklı yapan ne? Bu da tarih içinde yaşanan bunca acıdan biriyse onu hazmedilmesi ve unutulması zor bir kayıp yapan nedir? Ermeniler neden üç-dört kuşak sonra dahi bir türlü bu kaybı aşamıyor? Kanımca bu soruya bir-iki cevap verilebilir. Ama ilk önce cevap ne değil, onu söyleyeyim.
Geçen haftaki Agos’ta Patrik Maşalyan’ın 24 Nisan mesajını okudum. Ben hiçbir zaman, daha evvelki yazılarımda da bulabileceğiniz gibi, patriklik makamındaki birinin Ermeni Soykırımı konusunda önde gelen bir savunuculuk yapması beklentisi içinde olmadım. Kurbanların hatıralarını kirletmeyen, onların ve takip eden kuşakların onurunu yere düşürmeyen bir tutum takınılması, bunlara dikkat eden ifadeler kullanılması bir anlamda yeterlidir. Bu son açıklamaya bu açıdan baktığımda, soykırım konusunun uluslararası politikada bir araç olarak kullanılmasına ve soykırımın “bin yıllık tarih içinde acı bir istisna” olduğuna dair ifadelere şerh düşmekle beraber bence mevcut şartlarda o makamdan yapılabilecek dengeli bir açıklamaydı.
O şerhlere ve nedenlerine de geliriz ama benim ilk önce üzerinde durmak istediğim Patrik Maşalyan’ın açıklamasında dikkat çektiği gerek o dönemde gerek sonrasında Türkiye’de birçok kesimin ve halkın acı çektiği saptamasıdır. Bu söylediği yanlış mı? Hayır, değil. Şüphesiz böylesi küresel savaşlarda pek çok kişi ve kesim acı çeker. Peki öyleyse Ermeni Soykırımı’nı farklı yapan ne? Bu da tarih içinde yaşanan bunca acıdan biriyse onu hazmedilmesi ve unutulması zor bir kayıp yapan nedir? Ermeniler neden üç-dört kuşak sonra dahi bir türlü bu kaybı aşamıyor?
Kanımca bu soruya bir-iki cevap verilebilir. Ama ilk önce cevap ne değil, onu söyleyeyim. Bunu söylemem ilk anda garip gelebilir ama bunu aşılamaz veya telafi edilemez yapan gerek doğrudan katledilen gerek yaratılan koşullar yüzünden hastalık, açlık gibi nedenlerle ölen insan sayısının yüksekliği değildir ki burada rahatlıkla milyonun üzerinde bir kayıptan bahsediyoruz. Bu büyük sayıya rağmen bence bu kaybı aşılamaz yapan yok olan insan sayısı değildir. Aynı sayıda insan kaybedilmiş olsa ama Ermeniler hâlâ binlerce yıllık yurtlarında yaşıyor olsalardı kayıp hissi, adaletsizlik, haksızlık hissi çok muhtemeldir ki bu kadar büyük olmayacaktı. Dolayısıyla Ermeniler açısından kaybı büyük yapan insanların değil bir tarihin, bütün bileşenleriyle, bütün kültürel ögeleriyle kolektif bir hayatın kaybedilmiş olmasıdır.
Üstüne üstlük, kaybedilen sadece tarih olmadı, gelecek de kaybedildi. Şöyle ki, öncesindeki bütün baskılara ve katliamlara rağmen Birinci Dünya Savaşı öncesinde Anadolu’daki Ermeni toplulukları, daha belirgin şekilde söyleyecek olursak şehirli orta sınıf, ekonomik, siyasi, kültürel, sanatsal, eğitsel ve bilimsel düzlemlerde etrafına göre oldukça ileri bir durumdaydı -ki soykırımın “derin” sosyolojik nedenlerinden biri budur ama konumuz o değil- dolayısıyla parlak olması muhtemel bir gelecek arz ediyordu. Haliyle soykırım, bu gelecek ihtimalini de ortadan kaldırdı ve Ermeni halkını o günden bugüne hâlâ gezindiği varlık-yokluk sınırına mahkûm etti.
Sovyetlerin kurulması gibi çok önemli olayların Ermenilerin kaderi üzerindeki rolünü inkar etmiyorum şüphesiz. Soykırım yaşanmasaydı olaylar nasıl gelişirdi bunu bugün hakkıyla öngörmek de neredeyse imkânsız. Öte yandan, soykırımın devasa bir iktisadi, kültürel, bilimsel, linguistik, demografik (listeyi siz uzatın) birikimi yok etmesi, dağıtması, heba etmesi Ermenilerin zayıf düşerek kendi bölgelerinde halen bu kadar tehdide açık yaşamasında şüphesiz çok önemli bir rol oynadı. Dolayısıyla, bunu kavrayan ya da aradaki bağlantıları tam kuramasa da sezen Ermeniler için soykırımı unutmak çok daha zor oldu çünkü etkileri takip eden kuşaklar boyu somut biçimde hissedilmeye devam etti.
Diaspora için de bu böyleydi çünkü oldukları yere savrulmalarının sebebi tam da soykırımın kendisiydi. Gözlerini açıp etraflarına bakındıkları her sabah bunu tekrar tekrar hatırladılar. Diasporanın üçüncü, dördüncü kuşaklarında hayatın akışının doğal bir sonucu olarak bu hissiyatın azalması beklense de belki tam tersine, doğrudan soykırımdan kurtulup da dişleriyle tırnaklarıyla diasporada hayatta, suyun üzerinde kalabilme çabası içinde olan ilk kuşaktan ziyade onların diasporada doğan çocukları ve torunları, “Biz kimiz, neden buradayız?” sorularıyla daha fazla meşgul oldular, bu sorular etrafında daha fazla politize oldular.
Tabii, bir de bütün bunların üzerine tabiri caizse tuz-biber eken, hem bu duyguların şiddetini, etkisini arttıran hem de Ermenilerin soykırımı aşamamasında başlı başına bir etken olan Türkiye devletinin ve toplumun geniş kesiminin soykırımı inkarı oldu. Bu inkar, gayet anlaşılır ve beklenir bir biçimde Ermenileri soykırım etrafında daha çok bir araya getirdi, kemikleştirdi. Bundan 60-70 sene evvel Türkiye tarafından gelecek bugün için çok küçük adımlar veya girişimler olayların başka türlü seyretmesine sebep olabilirdi. Tabii, bunun için de Türkiye’nin başka bir Türkiye olması gerekirdi.


