İktidar ve meşruiyet üzerine Turgay Yerlikaya
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Alman sosyolog Weber, otoritenin kaynağına ilişkin yaptığı analizlerde, meşruiyet olgusunu merkeze koyar. Weber’e göre, herhangi bir otorite/iktidar, gücünü tesis etmeye çalıştığı toplulukta meşruiyet üretmeksizin ayakta kalamaz. Dolayısıyla, iktidarda olanların otorite tesisi ya da onu yeniden üretmeleri, egemenlik altında olanların iktidara yönelik desteği ve kabulü ile mümkün olur. Farklı otorite tipleri üzerinden analizini detaylandıran sosyoloğun vurgulamaya çalıştığı husus, hangi motivasyonla olursa olsun, otoritenin, meşruiyet olmaksızın ayakta kalamayacağıdır. Bu nedenle otoritenin devam edip ayakta kalması, üzerinde iktidar tesis edilenlerin teveccüh ve taltifi ile mümkün olabilir ancak.
Demokrasiler için en önemli gösterge hiç kuşkusuz otoritenin yasal dayanaklara sahip olması ve hürriyet ilkesinden ödün vermemesidir. Modern devlet ve akabinde şekillenen demokrasi fikri, özgürlükler üzerinden tanzim edilmiş ve herkesin kendi fikrini özgürce söyleyebildiği bir müzakere zemini hedeflenmiştir. Bizde, Tanzimat ile tartışılmaya başlayan hürriyet fikri, Türk modernleşmesinin de ana istikameti olmuştur. Meşrutiyet, siyasi partiler ve sonrasında gelişen düşünce ortamı, demokratikleşme pratikleri için kaldıraç görevi görmüştür.
Cumhuriyet sonrasında teşekkül ettirilen zemin, çeşitli sorunlarla malul olsa da demokratikleşme çıtası yukarıya doğru ivmelenmiştir. 1950 ve sonrasında cereyan eden çoğulculuk fikri, politik alana taşınabilmiş ve Türkiye’nin farklı renkleri kendilerini siyaset sahasında gösterebilmiştir. Siyaset hattını takiben iktidara gelenlerin hemen hepsi, pratikten kaynaklı eleştirilere muhatap olsalar da toplumsal meşruiyete dair sorun yaşamamışlardır.
Türkiye siyasi tarihinde meşruiyetin kaynağı ile ilgili tartışmalar olsa da bu tartışmaları her seferinde rafa kaldıran geniş kitleler olmuştur. Toplumun farklı kesimlerinin zaman zaman koalisyonlarla zaman zaman da müstakil olarak iktidara getirdiği siyasetçilere yönelik teveccühleri, yasal sınırlar gözetilerek devam ettirilmiş ve otoriteye dair performans sorunu yaşandığında, iktidarın değişimi gündeme gelmiştir. Meşruiyetini asker ya da sivil bürokrasi marifetiyle tanzim etmek isteyen aktörler ise her daim otoriteleri ile ilgili bir meşruiyet sorunu yaşamışlardır.
POLİTİK NİHİLİZM
Uzun zamandır dünyadaki politik gidişat ile ilgili ciddi kaygılar söz konusu. İnsan hakları, özgürlükler ve demokrasi gibi politik hayatımızı anlamlandıran ve ona meşruiyet sağlayan kavramların hemen hepsi sorgulanır durumda. Hayatın anlamı ile ilgili yaşanan kaygıların siyasi arenaya taşındığı bu evre, politik nihilizmin sınırlarına girildiğini göstermektedir. Anlam ve değerden arındırılmış bir dünyanın siyaset hattında yaşanan bu kaotik durum, meşruiyet ile ilgili çok daha derin tartışmaların yapılmasını icbar etmektedir.
Son günlerde Türkiye’de, iktidarın kaynağına ilişkin yapılan meşruiyet tartışmalarına bu gözle bakmakta fayda var. Sığ bir muhalif tartışmaya indirgenerek sorgulanmaya çalışılan meşruiyet, günümüz Türkiye’si açısından ne kadar anlamlı bir tartışma? Siyasetin sınırlarının aşındığı, finans marifetiyle siyasete müdahale edilerek tersinden siyaset mühendisliği yapıldığı bir denklemde, mevcut iktidarın meşruiyetini sorgulamak ne denli anlamlı?
Burada bir ayrım yapmakta fayda var. İktidara meşruiyet sağlayan kaynak (halk) ile ilgili bir tartışma mı yapılmak isteniyor yoksa iktidarın politik pratikleriyle ilgili bir eleştiri mi? Eğer ilki ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, yaklaşık iki sene önce meşruiyetini yeniden tesis ettiği bir evrede bu tartışmayı yapmanın bir karşılığı yok. Eğer ikincisi ise bu tartışma, pekala siyaset sınırları içerisinde kalmak kaydıyla yapılabilir.
İktidarın pratiklerinden kaynaklı alana eleştiri getirerek, siyaset alanında iktidara alternatif olabilmek yani meşruiyet üretmek, yine meşruiyetin kaynağına inmek ve orayı ikna etmekle mümkün. Cari politik gerilim ve kısır tartışmalara rağmen, Türkiye’de, otoritenin meşruiyet kaynağı değişmemiş bilakis yıllar içerisinde güçlenerek kendisini tahkim etmiştir. Bu nedenle, iktidarın performansı ile meşruiyeti arasındaki farkı dikkate almak ve tartışmayı bu zeminde yapabilmek önemli.
Son dönemde, yargı ve siyaset üzerinden yaşanan tartışmaların, geniş kitlelerde bir politik nihilizme yol açıp açmadığı ayrı bir tartışma konusu fakat politik alana ilişkin yabancılaşmayı artırdığı bir gerçek. Siyasi hatların keskin biçimde ayrıldığı bu konjonktürde, bir süre daha bu tartışmaları yapacak gibiyiz. Fakat Türkiye’nin, küre ölçeğinde yaşanan bu kaotik duruma ilişkin yapıcı önerilerini sürdürebilmesi ve iddia sahibi bir aktör olabilmesi, politik olana ilişkin inancı yeniden tahkim etmesi ile mümkün olacaktır.
İç cephe tartışmalarına atıfların sıklıkla yapıldığı döneme dönerek politik hattı güçlendirmek ve ülkeyi terörsüz Türkiye hedefine ulaştırmak zorundayız. Bu başarıldığı takdirde, jeopolitik düzlemde yaşanan kırılganlıklardan asgari ölçüde etkilenerek bu kaotik dönemden çok daha güçlü biçimde çıkabiliriz. Meşruiyeti iki yıl önce tescillenmiş bir iktidarın, ittifak siyaseti ile ortaya koyduğu model, Türkiye politik tarihinin en güçlü siyasi iradelerinden biri olarak karşımızda durmaktadır. Bu tarihi sorumluluk, iktidarın olduğu kadar muhalefetin de ortaya koyacağı pozitif siyasetle yerine getirilebilecektir.


