İrticacı Rektör, cuma namazında nasıl görevden alındı? Ersin Çelik
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
“Şayet yolsuzluk veya başka suçlama olsa yardım etmeye çalışırdım, fakat irtica olunca hiçbir şey yapamayız üzgünüm.”
Bir Danıştay Üyesi / 1997
İLKOKULDAN JÜRİ NOTUYLA MEZUNİYET
Ankara’nın o zamanlar önemli bir ilçesi olan Keskin’in Armutlu köyünde doğmuştur. İlkokul dördüncü sınıfa geçtiği sene, köylerine öğretmen gelmez. 1957/ 58 senesinde bütün arkadaşları yıl kaybederken, abisinin asker arkadaşının yaşadığı komşu köydeki okula gider. Nafis Amca’nın evinde kalır. Her cumartesi atla kendi köyüne gidip pazar akşamları döner. Ertesi yıl ise, bir zamanlar Osmanlı’nın önemli yerleşim yerlerinden olan Keskin’de okuyacaktır. Bugünkü Kırıkkale şehri ise Kırık Köyü’dür. Beşinci sınıfı ilçede, yine bir akrabasının evinde kalarak okur. Artık ilkokul mezunudur. İlk mezuniyetini şöyle anlatır: “Sistem oldukça farklıydı. İlkokul mezunu olmak için yıl içinde başarınız ve notlarınız yetmiyor, ayrıca bir mezuniyet sınavına giriyordunuz. Mezuniyet sınavı da zordu, birkaç öğretmen birlikte her dersten sözlü sınav yapıyordu. Adeta bir jüri huzurunda ter döküyorduk. O yıllarda ilkokul mezunu olmak bir anlamda formasyon sahibi olmak demekti.”
OKUMAK İÇİN: 12 YAŞINDA ŞEHİRDE KİRALANAN EVE ÇIKILIYOR
Askerlik vesilesi ile İstanbul görmüş ağabeyi ortaokulu da okumasını ister. Keskin’de kalması gerekir. Fakat akrabalarına daha fazla yük olamaz. Bir ev kiralanır. Akranı olan amcaoğlu İbrahim ile o evde, yanlarında kimse yokken yaşamaya başlarlar. İki küçük çocuk, her şeylerini idare ederler. Ortaokula başladıktan kısa süre sonra 27 Mayıs darbesi olur. O yaşlarda olup- bitenleri tüm boyutlarıyla algılayamasa da politik bilinci gelişiyordur: “Bu askeri darbeyi İsmet İnönü’nün yaptırdığı yönünde kesin bir kanaat vardı. O günkü algı böyleydi.”
KÜTÜPHANE İLE CAMİ ARASINDA
Ortaokul ve lise yıllarında eğitim hayatı başarılarla sürer. Dersleri dışında tek aktivitesi kitap okumaktır. Yeterli parası olmadığı için okulun ya da halk kütüphanesinden ödünç kitaplar alır. Kiloyla kitap, dergi, gazete satan yerlerden ucuz fiyata eski kitaplar aldığı da olur. Özellikle edebiyat ve tarih türlerinde bulunabilen tüm kitapları okur. Lise okurken, halk kütüphanesinin müdürü yıllık izindeyken rica eder ve kütüphaneyi açık tutar. Bir de cilt odası vardır. Kütüphaneye gelen ciltsiz kitaplar ciltleniyordur. Kitap ciltlemeyi öğrenir. Kırıkkale Halk Kütüphanesi’ndeki bazı kitapların ciltleri ona aittir. Lisenin hemen yanındaki Nur Cami hayatının bir parçası olur. Arkadaş grubu ile şadırvanın çevresinde toplanır, abdest alır, namaz kılar, sohbet eder ve vakti gelince derse girerler. 1965 yılı geldiğinde yine jüri önünde verilen sözlü sınavlardan geçerek mezun olur.
TAHTA KURULU BİR GECENİN SABAHINDA GİRİLEN SINAV
Yeni adresi artık Ankara’dır. Üniversite sınavına girecektir. Yerleştiği otelde yer olmadığı için koridorda yatar. Tahta kurularından uyuyamaz, sabah yine yürüyerek ve yolda bir simit yiyerek Ziraat Fakültesi’nde ulaşır ve sınava girer. Kazanır. Ankara Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırır. Hedeflerinden birine ulaşmıştır ancak eğitim ve geleceği ile ilgili planını sadece rahat bir hayat kurma üzerine değil; inanç ve düşüncelerine daha fazla hizmet etme üzerine yapar. Hintli Edebiyatçı Tagore’nın; “Eğer bir insanın hayatından daha değerli bir şeyi yoksa onun hayatının da değeri yoktur” sözünü kulağına küpe eder.
ANKARA: MTTB BAŞKANLIĞI, BÜYÜK DOĞU VE DİRİLİŞ ÇEVRESİ
Hukuk eğitimi kolay değildir. Ciltlerce ders kitabı okur. Ders geçme notu 70’tir ve üssü mizan sistemiyle yıl sonunda önce kura ile belirlenen derslerden ikisini vermek gerekiyordur. Bu sistem içinde derslere devam eder ve her sınavda geçer. Fakültede ağırlıklı olarak hukukun felsefesi denilecek derslere ilgi duyar. 61 Anayasa’sının sağladığı ortamla, düşünceyi ifade etmek rahattır. Fakülte içinde seviyeli bir ortam vardır, henüz kargaşa ve kavga dönemi başlamamıştır. Ankara’da yurda yerleştiğinde ilk tanıştığı kişi Recep Yazıcıoğlu olur. İkinci sınıfta ilen Milli Türk Talebe Birliği’nin Hukuk Fakültesi Başkanlığına seçilir. Bir yıl sonra da MTTB’deki büyük değişimin kongresinde delegedir. İsmail Kahraman’ın başkan seçilme mücadelesine ortak olur. İktidarda Adalet Partisi vardır. Memleketin düşünce devinimi sağ kesimden gelişiyordur. Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Mehmet Akif İnan, Erdem Beyazıt, Musa Çağıl, Bahri Zengin, Nazif Gürdoğan gibi; biraz ‘Büyük Doğu’ geleneğinden gelen, ‘Diriliş Düşüncesi’ ile derinleşen isimlerle üniversite yıllarında tanışır, sıkı dostluklar, abi-kardeşlik ilişkileri geliştirir. Kendine has keskin devrimci Nuri Pakdil en büyükleridir.
DARBEYE GİDEN YOLUN AYRIMI: AP’DEKİ KUTUPLAŞMA
Altmışlı yılların ortasında Türkiye’yi Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi yönetmektedir ve Süleyman Demirel son seçimlerden sonra bir yol ayrımına girer. Hukuk öğrencisinin gözlemi şöyledir: “(…) giderek AP içinde liberaller ve muhafazakarlar arasında ihtilaflar arttı. 1969 seçimlerinde AP yine tek başına iktidar oldu ancak Demirel bu defa daha çok liberal kesimden kendine tam tabi olanlara bakanlık verdi muhafazakarlar dışarıda kaldı. 1970 yılında yapılan parti Genel Kongresi’nde kutuplaşma tam anlamıyla belirginleşti, muhafazakarlar saf dışı kaldı. Kongre sonrası 41 milletvekili AP’den istifa ettiler ve Demokratik Partiyi kurdular. AP iktidarda kaldı, ancak zayıfladı. 12 Mart 1009 71’de Ordu muhtıra verdi ve hükümet istifa etti. Böylece o istikrarlı dönem ve AP’nin en verimli yılları sona ermiş Süleyman Demirel’in sonraki yıllarda muhafazakar kesimin partisinden ayrılmasına sebep olduğu bu politikası için ‘siyasetteki en önemli hatam’ dediği söylenir.”
SİYASET SAHNESİ: ERBAKAN’IN İZİNDE
Demirel muhafazakarlara mesafe koyduğu yıllarda Necmettin Erbakan’a da kapıyı kapatır. Bunun üzerine Erbakan Konya’dan bağımsız aday olur ve seçilir. Erbakan partileşme çalışmalarına başlar ve İslami kesimin ilk siyasi partisi MNP kurulur. Genç hukukçu da arkadaşlarıyla Kızılay’daki Büyük Sinema salonundadır. Kısa süre sonra, hukuk öğrencileri olarak partiden davet alırlar. Erbakan Hoca, küçük toplantı salonunda partinin gençlik kolunu kurmalarını ister. Bülent Arınç Milli Nizam Partisi Gençlik Kolu Genel Başkanı olur, diğer arkadaşları da yönetim kurulunu oluştururlar. Ancak kısa süre sonra 12 Mart 1971 darbesi olur parti kapatılır.
HUKUK MEZUNU STAJYER: BARO VE İZMİR DENEYİMİ
Bu arada genç adam, öğrenci olaylarından dolayı bir sene gecikmeli olarak mezun olmuştur ve aslında hiç yapmayacağı avukatlık mesleğine stajyer olarak adım atar. Önce Ankara Barosu’nda 6 ay göreve başlar, bir yandan da geçimini sağlamak için Keçiören’deki bir ortaokulda Fransızca, Balgat Ömer Seyfettin Lisesi’nde Edebiyat dersleri verir. Akşamları da üniversitede ücretli sınav gözcülüğü yapar. 1971’in ilk baharında yakın arkadaşı Atilla Koç ile gezmeye gittiği İzmir’de bir piknikte önemli kişilerle tanışır. İslami site ve ekonomik faaliyetler yürüten Akevler Kooperatifi’nin kurucuları oradadır. Bunlar “Adil Düzen” teorisini ortaya çıkaran Süleyman ve arkadaşlarıdır. “Gel stajını burada yap hem bizim sistemimizi öğren hem de bizim hukukçumuz yok, katkı verirsin” teklini kayıtsız kalamaz. İzmir’e yerleşir. Yıl sonunda da stajı bitmiş olarak Ankara’ya geri döner.
KRİTİK KARAR: “KAYMAKAM OLMAK İSTEMİYORUM”
Okurken burs aldığı için İçişleri Bakanlığı’nda mecburi görev yapması gerekmektedir. Mecburi hizmetine başlar lakin kaymakam olmak, avukatlık veya hukuk mesleğini yapmak istemez. Gözü de gönlü de akademidedir. Çevresindeki büyükleri ile istişare ederek, bir süre sonra üniversite hayatına katılmaya karar verir. Memlekette üniversite sayısı 12’dir ve kaplarından asistan olarak girmek hiç kolay değildir. Ankara, İzmir ve Eskişehir’de sınavlara girse de mümkün olmaz.
ERZURUM: AKADEMİYE GİRİŞ VE AYRICALIKLI GÜNLER
O yıllarda gelişen ve ismi duyulmaya başlayan Erzurum Atatürk Üniversitesi çok geniş bir asistanlık sınav ilanına çıkar. Türkiye’nin doğu bölgesine ilk gidişidir. Hayretler içinde kalır; Erzurum tam bir medeniyet şehridir. Sosyoloji alanında ilan edilen kadroya başvurur. Yabancı dil sınavına girer önce, Fransızcası iyidir. Geçer. Ertesi günkü bilim sınavı da fena geçmez. Mülakata alınma hakkı kazanmıştır. Nevzat Yalçıntaş ve Sebahattin Zaim’in de olduğu 5 kişilik jüri önünde ter döker. Kendisini iyice tanımak isterler. Son okuduğu kitabı sorarlar. Sezai Karakoç’un ‘İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü’ kitabını yeni bitirmiştir, söyler. Jüri şaşırır, kitabı anlatmasını isterler. Kısaca özetler, sınav da böylece biter. Jüriden geçer not almıştır ve ilk defa burada gördüğü hocalar ile ilerde yakın bağlar kuracaktır. 1972 yılının Eylül ayında Erzurum’da İşletme Fakültesi’nde sosyoloji asistanı olarak göreve başlar. Erzurum yılları, gençlik çağının en verimli ve enerjik dönemi olur. Darbe üstüne darbe yaşanan Türkiye’nin en olaylı zamanlarıdır, ancak genç akademisyenler Erzurum’da bir ayrıcalık yaşarlar. İslami İlimler Fakültesi etrafında oluşan akademik kadro gençleri ve şehri besleyen bir damar vazifesi görür. Devrin iki büyük İslam Alimi, Muhammed Hamidullah ve Tayyip Okiç ikişer dönem şehirde kalmış, bu süreçte verdikleri ders ve konferanslarla sadece öğrencilere dokunmamış; genç, idealist ve mütedeyyin akademisyenlerin hayatlarına da paha biçilmez zenginlikler katmışlardır.
TÜRKİYE’DE İKLİM YİNE DEĞİŞİYOR
Kendini artık Erzurumlu görmeye başlamıştır. Şehri de insanını da benimsemiştir. Öyle ki “Dadaş” kavramını tanımlayacak kadar içselleşmiştir. Onun için Dadaş demek; “Onurlu, mütevazı, zarif, cömert, misafirperver, mert, fedakar, duygulu, saygılı, gözü pek, adap bilir insanlar” demektir. Bu arada İzmir’de tanıştığı, Ege Tıp öğrencisi Yıldız Hanım’la 1973 yılının kasım ayında evlenmişlerdir ve yerleştikleri şehirde üç kız evlatları olur. Asistanlık sadece ders anlatmak değildir. İdealist asistanlar, memlekette çatışmaların başlamasıyla öğrencilerini kavga ve şiddetten uzak tutmak için kollarını sıvarlar. Türkiye’de iklim bir anda değişmiştir. Başarı ile sonuçlanan 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra güçlenmesi gereken CHP-MSP Hükümeti çıkarılan geniş kapsamlı af kanunundan sonra çatırdar ve Ecevit istifa eder. Peşinden Demirel öncülüğünde kurulan Milliyetçi Cephe hükümetleri verimli olamaz ve çatışmalar daha da fazlalaşır. Genç asistanlar olarak Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelen öğrencilere kol kanat gerip, özellikle de MTTB çatısı altında toplantılar, seminerler düzenlerler. Başarılı öğrenciler akademik hayata teşvik ederler.
AMERİKA’DA MİSAFİRLİK: SOSYAL PSİKOLOJİ DENEYİMİ
Kapılar ve imkanlar şehri Erzurum, akademik hayatının başlarındaki asistanı yurt dışında, Amerika’da kariyer yapma imkanı da sunar. Doktorasını bitirince misafir öğretim görevlisi olarak Amerika’nın en iyi üniversitelerinden biri olan Michigan Üniversitesi’nden kabul alır. Eşi ihtisas eğitimini tamamlayınca yollara düşerler. Sosyal araştırmalar üzerine çok ünlü olan üniversitede Sosyal Psikoloji alanın yönelir. Toplum ve bireyi el alan sosyal psikoloji parlayan bir dal haline gelmektedir. Yeni bir ülke, yeni çevre, dünyanın farklı noktalarından gelen Müslümanlarla kaynaşma ve gözlemler genç adama çok farklı bir atmosfer yaşatır. İslam’ın evrensel ümmet bilincini ve lezzetini orada tadar. Irkçılıktan sıyrılma eğilimindeki ‘Siyah Müslümanlar’ hareketini yakından gözlemler, zaman zaman etkinliklerine katılır. Bu süreçte gözlemleri, Mehmet Çağlar imzasıyla ‘Amerika Mektupları’ başlığıyla düzenli olarak Mavera dergisinde yayımlanır.
ERZURUM’A DÖNÜŞ: 33 YAŞA SIĞAN ÜÇ DARBE
Misafir öğretim üyeliğinin süresi bitince yeniden Erzurum’a döner. Türkiye ekonomik zorluklar içindedir. Masum öğrenci olayları ile başlayan gelişmeler, kutuplaşmalara, çatışmalara ve öldürmelere kadar gitmiştir. Öğrenci çatışmalarının tam ortasında derslere başlar. Sanayi Sosyolojisi dersinin yanına bir de müfredata ilk defa Sosyal Psikoloji dersini ekletir. Yeni ders çok tutar, öğrenciler sever, en büyük sınıf açılır. Artık 33 yaşındadır ve sivil iktidar askeri darbeyi üçüncü defa yaşıyordur. İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi üzerine 6 Eylül Cuma günü Konya’da yapılan, -kendisinin de çok garip bulduğu değişik kıyafetli tiplerin sokaklarda boy gösterdiği, basının da bu provokatif unsurları öne çıkardığı- Kudüs mitinginden döndükten 4 gün sonra, ülke demokrasisi bir kez daha asker postalının ayakları altına alınmıştır. Asker her işe el koymuştur. Yurt dışına çıkışlar yasaklanmış, her yerleşimde, her kademede, her iş yerinde, her üniversitede fiili bir askeri yönetim dönemi başlamıştır.
DOÇENTLİĞİN ERTESİ GÜNÜ: BİR AY İŞKENCE
Bu şartlar altında üniversitede sosyoloji dalında yapılan 6 doçentlik başvurusundan sadece onunki kabul edilir. 1983 yılında İstanbul’a sınava çağrılır ve jüri huzurunda girdiği sınavlardan başarıyla çıkar ve aynı deneme dersini de verir. Nihayet uzun bir süreç tamamlanmış ve rahat bir nefes alarak Erzurum’a döner. Fakültedeki odasına, tebrik için gelenlere ikram etmek için çikolata almıştır. İkinci gün öğleden sonra odasına bir grup sivil polis gelir ve sorgulamak için götürüleceğini söylerler. Karakolda çevresindeki gençleri görür. Ardından evinde arama yaparlar, kasetler, kitaplar, plaklar, dergiler, notlar, mektuplar… Hepsini alırlar ve “gözlerin artık bağlı kalacak” diyerek araca bindirirler. Yedek kıyafet dahi aldırmazlar. Nerede olduğunu kestiremediği bir binanın bodrum katındaki, 6 metrekarelik bir odada iki öğrenci ile bir ay boyunca kalır. Tek bir bankta nöbetleşe uyurlar. Sorguya çekilir, çeşitli işkencelerden geçer. Namazlarını çoğu zaman teyemmümle kılar. Ne banyo imkanı olur ne de yedek bir kıyafet giyebilirler. Ne bir savcılık soruşturması ne hakim önüne çıkma ne de bir avukatla irtibat kurabilir. Sonra bir gün ansızın yan binaya alınırlar. Artık gözleri açıktır, yerlere yataklar serilmiştir. Banyo yaparlar, temiz çamaşırlar giyerler. Tıraş edilirler ve ertesi sabah sıkıyönetim mahkemesine çıkarlar. Takipsizlik kararı alır. Evine kafası sıfır tıraşlı olarak gider. Ertesi gün de üniversitesine gider, hiçbir şey olmamış gibi derslerine başlar ancak rektörlük doçentlik atamasını yapmaz. Artık Erzurum’dan başka üniversiteye gitme vakti gelmiştir.
DPT TECRÜBESİ: HÜKÜMETİN MUTFAĞINDA PİŞEN BİR HAYAT
Rasim Özdenören ve Müsteşar Yardımcısı Ertan Yülek’in devreye girmesiyle Devlet Planlama Teşkilatı’ndan davet alır. Erzurum’dan sonra yeniden Ankara yolu gözükür ve 1985 yılının mayıs ayında Turgut Özel dönemi boyunca görev alacağı DPT hayatı başlar. Araştırma Daire Başkanlığı’na atanır. Çok yoğun çalışır. DPT Özel hükümetinin mutfağı gibidir. Yeni bir büyük tecrübe ve öğrenme dönemidir. Beş Yıllık Kalkınma ve Yıllık Kalkınma Programlarının hazırlanmasına önemli katkılar sunar. Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra bürokraside taşlar yerinden oynar, DPT Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller’e bağlanır. Yeni yönetim ayrılmalarını ister. Akademiye geri dönmenin yolu bir kez daha açılmıştır.
REKTÖRLÜK: SIFIRDAN KURULAN KALİTELİ BİR ÜNİVERSİTE
Marmara Üniversitesi’nde eğitim hayatına yeni başlamışken, Süleyman Demirel Hükümeti 1992 yılında 23 yeni üniversite kurar. Bunlardan biri de Kırıkkale’dedir. Ankara’ya bağlı bir ilçeyken 1989 yılında il yapılan şehrin bir üniversitesi olacaktır. Hükümet, bu üniversite için teklif edilen üç kişinin arasında teklif eder. Liste başıdır. Cumhurbaşkanı atamasını yapar. Yeni bir başlangıçtır. YÖK Başkanı Mehmet Sağlam’dır ilişkileri iyidir. Kırıkkale’ye gidip göreve başlar, o zaman üniversitenin tek birimi Ankara Üniversitesine bağlı iki yıllık Meslek Yüksek Okulu’dur. Oradan başlar. Sosyal çevresindeki idealist akademisyenleri, idarecileri bu filizlenmeye ortak etmek için ikna eder. Yeni bir kampüs oluşturmak için kolları sıvar. Ayağında çizmelerle arazileri gezer, DPT tecrübesi ile kamulaştırmaları hızlandırır, bütçeleri çıkarttırır, yapımı devam eden cezaevi inşaatını Adalet Bakanlığı’ndan devralmayı başarır ve iki yıl için kongre-konferans salonu dahil üniversite eğitime hazır hale gelir. Bir yandan da seçkin ve nitelikli bir akademik kadro oluşturur. Alanında uzman isimleri üniversitede ders vermeye ikna eder. Değişik üniversitelerden naklen öğretim üyeleri gelirken, yurt dışında doktora yapıp dönen isimleri kadroya katma aşamasına geçilir. Hemen akabinde de çetin geçen sınavlarla araştırma görevlileri seçilir. Kırıkkale Üniversitesi iki yıl içinde tam teşekküllü ve yeni fakülteleri ile eğitime başlamıştır.
SON DARBE 28 ŞUBAT: İRTİCACI REKTÖR GÖREVDEN UZAKLAŞTIRILIYOR
Bir üniversite hızla büyürken Türkiye’de siyasi manzara yine değişiyordu. 25 Aralık 1995 seçimlerinden sonra oluşan tablo, 28 Şubat’ın ruhunu bedene büründürmeye başlar. Necmettin Erbakan ve Refah Partisi faktörü başta Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olmak üzere tüm “erkleri” harekete geçirmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri ve medyanın çalışmaları çalkantılı bir dönemi başlatmıştır. Bir kuvvet komutanı, “İrtica PKK’dan daha tehlikeli” açıklaması dahi yapmıştır. Sert bildiriler, brifingler, askerden emir almalar, medyanın sert tutumu derken, kılık kıyafet yasakları başlar ve üniversiteler de darbenin odağına çekilmiştir. 28 Şubat kararları açıklanmış ve Başbakan Erbakan her ne kadar imzalamasa da dindarlara yönelik cadı avı başlatılmıştır. 1997 yılının yaz aylarında, yeni kurulan üniversitelerin rektörleri istifa ettirilirken Kırıkkale Üniversitesi Rektörü bu baskıya direnmeyi göze alır. Nihayetinde bir gün YÖK’ten ararlar ve nazikçe istifa etmesini isterler. Böyle bir şey düşünmediğini söyler, görevine döner. Ama artık beklenti içindedir. Nihayet 19 Eylül 1997 günü, Kırıkkale’de cuma namazı çıkışında dostları ile çay içerken YÖK’teki bir dostundan, “Seni açığa aldılar” telefonunu alır. Artık rektör değildir. Gazetelerde, haber bültenlerinde “İrticacı Rektör açığa alındı” haberleri yayımlanır. Sonradan, o zaman YÖK Üyesi olan Sebahattin Zaim hocadan öğrenir ki; o günkü Genel Kurul gündeminde kendisiyle ilgili bir madde yokmuş. Sebahattin Zaim, Ramazan Evren ve bir başka kurul üyesi daha cuma namazı için toplantıdan ayrılmışlar. Tam onlar çıkınca gündem dışı olan konuyu hızlıca karara bağlamışlar. “İrticacı Rektör”, cuma namazı fırsat bilinerek, çok sevdiği ve elleriyle sıfırdan inşa ettiği üniversitesinden uzaklaştırılmıştır.
HUKUKUN DİBİ: “FAKAT İRTİCA OLUNCA…”
Danıştay’ itirazda bulunur. Hiçbir etkisi olmaz. Bir dostu, görüştüğü bir Danıştay üyesi ile görüşmeye gider ve elde delik olmadan açığa alma hukuksuzluğunu anlatır. O Danıştay üyesi aynen şu yanıtı verir: “Şayet yolsuzluk veya başka suçlama olsa yardım etmeye çalışırdım, fakat irtica olunca hiçbir şey yapamayız üzgünüm.”
Kendi şehrinde, Ankara’nın dibinde, büyük bir kampüs, seçkin öğretim kadrosuyla kaliteyi öne alan üniversitesi elinden alınmıştır.
***
Yukarıda, hayatının bir kısmının özetini okuduğunuz bu kişi; Kırıkkale Üniversitesi’ndeki kampüse verilen adı, mevcut üniversite rektörünün ne YÖK en akademi ne de siyasi çevrelerce anlam verilemeyen tutumu ile kaldırılan Kurucu Rektör Beşir Atalay’dır.
Not: Bilgileri Beşir Atalay Bey’in yakın zamanda kaleme aldığı “Sadece Yaşayıp, Yazdıklarım” isimli hatıratından derledim. Kaç gündür not alarak, satırların altını çizerek okuyorum. Türkiye’de son zamanlarda kaleme alınan en hacimli, orta ve yakın tarihteki birçok meselenin bilinmeyenlerini ışık tutan bu kitabı meraklılarına mutlaka tavsiye ediyorum.


