İsrail barbarlığı: Gazze de artık cenazeler bile hedefte
Trthaber sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
İsrail'in aylardır vahşice saldırdığı Gazze’de ölüler bile güvende değil. Barbar saldırılarda bombalanan sadece evler, okullar, hastaneler ya da yardım kuyrukları değil; aynı zamanda mezarlıklar, morglar ve cenaze törenleri de İsrail'in hedefinde.
Toprağın altına sığınmış bedenler, bombalarla yerlerinden sökülüyor. Defnedilemeyen naaşlar günlerce çürümeye bırakılıyor. Bombardıman altında hayatını kaybeden çocukların bedenleri, annelerinin dizlerinde bekletiliyor. Çünkü mezarlıklar katil Netanyahu hükümetinin ve işgaci İsrail ordusunun ana hedefleri arasında...
[Gazze'de şehit olanlar hastane morglarına sığmıyor. Fotoğraf: AA]
İsrail'in bu uygulamaları vahşi bir stratejinin parçası. İşgal güçleri bir halkın hafızasına, inancına, yas hakkına ve kolektif direncine karşı yürütülen çok katmanlı bir psikolojik savaş yürütüyor.
Son dönemde sık sık görülen manzara “Bu, ölüye karşı bir savaş.” olarak tanımlanıyor. Örneğin Gazze’nin Refah bölgesinde bir anne, şehit düşen oğlunu mezarlığa götürmeye çalışırken topçu atışına yakalanıyor. Kadın, oğlunun cesedini toprağa veremeden sığınacak bir yer arıyor. Mezarlıklar, artık ölümden sonra sığınak değil, tehlikenin kol gezdiği yerlere dönüşmüş durumda.
İsrail'in cenazelere yönelik saldırılarının amacını daha açık tarif ediliyor artık.
“İsrail, sadece cansız bedenleri değil, yas ritüelini de hedef alıyor. Çünkü her defin, bir halkın direnişe destek olmasıdır. İsrail, bu desteği dağıtmak istiyor.”
Saldırılar yalnızca bombaların düşüşüyle sınırlı değil. Bazı durumlarda, naaşların gömülememesi nedeniyle soğuk hava depolarına yığıldığı, buzdolabı içinde üst üste bekletilen cenazelerin görüntüleri medyada yer alıyor. Kimi çocuklar, babalarının cenazesini günler sonra toprağa verebiliyor.
"Sistematik bir model: yeni bir savaş suçu"Uluslararası insan hakları kuruluşları ise mezarlıklara yönelik saldırıların savaş suçu niteliği taşıdığını vurguluyor.
İnsan Hakları Örgütü (HRW) yayımladığı özel raporunda, Refah ve Han Yunus bölgelerinde en az 17 mezarlığın doğrudan hedef alındığını ve saldırıların “tekrarlayan, sistematik bir model” izlediğini belgeledi.
HRW Orta Doğu Direktörü Lama Fakih, bu saldırıları şu sözlerle tarif ediyor
“Ölüleri hedef almak; yalnızca bir bedenin yok edilmesi değil, halkın kültürel ve dini ritüellerini inkâr etmek anlamına gelir. Bu,bir toplumun kimliğine karşı yürütülen ideolojik bir yıkımın göstergesidir.”
Benzer şekilde, Uluslararası Af Örgütü'nün yayınladığı raporda da cenaze törenlerine düzenlenen saldırıların ve defin alanlarının bombalanmasının uluslararası insancıl hukukun ağır biçimde ihlali anlamına geldiği ifade edildi.
Raporda, “ölüye saygı” ilkesinin Cenevre Sözleşmeleri’nin açıkça koruma altına aldığı bir değer olduğu hatırlatılıyor.
Ancak tüm bu ihlaller, İsrail’in Gazze’de uzun süredir izlediği bir stratejinin devamı. Bu durum ne yeni ne de münferit. 2009 yılında Beyt Lahiya’da tanklar doğrudan mezarlık içine girmiş ve onlarca mezarı tahrip etmişti.
2014’te Şucaiyye’deki toplu cenaze törenine yapılan saldırıda 8 kişi hayatını kaybetmişti.
[Şirin Ebu Akile'nin cenaze törenine saldıran İsrail polisleri. Fotoğraf: AA]
2021 yılında ise Kudüs’te öldürülen gazeteci Şirin Ebu Akile’nin cenazesi sırasında, İsrail polisi cenaze törenine coplarla saldırmıştı. O anlar, dünya kamuoyunda geniş yankı bulmuştu.
Hedef: Toplumsal hafızaSoykırımcı İsrail, Gazze’de mezarlıkları yalnızca “askerî hedef” olarak değil, toplumsal belleğin ve direniş hafızasının somutlaştığı semboller olarak görüyor.
Her mezar taşı, her cenaze töreni, halkın geçmişiyle, kayıplarıyla ve inancıyla kurduğu bağı temsil ediyor. Ve bu bağ, tam da bu nedenle hedef alınıyor.
[İsrail Gazze'de onlarca mezarlığı tahrip etti. Fotoğraf: AA]
Birleşmiş Milletler’in Gazze’deki insani yardım kurumu UNRWA’nın Genel Komiseri Philippe Lazzarini de, cenazelerin bombalanmasını “insanlığa karşı işlenen suç” olarak niteliyor ve şöyle diyor;
“Refah’ta defnedilen cenazelerin yeniden çıkarılması ve bombalanması, savaş suçu niteliğindedir. Uluslararası toplum sessiz kaldıkça bu suçlar tekrar edecektir”

Ne var ki bu açık çağrılara rağmen, İsrail’e karşı somut bir yaptırım uygulanmıyor.
Gazze’de halk artık yalnızca yaşamak için değil, ölülerini gömebilmek için de mücadele veriyor. Bu mezar barbarlığı, İsrail’in yürüttüğü savaşın yalnızca toprak ve güvenlik eksenli olmadığını, aynı zamanda hafızaya, kimliğe, dine ve kolektif direnişe karşı yürütülen bir yok etme projesi olduğunu kanıtlıyor. Toprağın altında bile güvende olmayanların yaşama hakkı, nasıl korunabilir?


