İsrail, Batılı devletlerin devlet olma vasıflarını ortadan kaldırdı İhsan Aktaş
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
11 Eylül sonrası dönemde, Batı’nın uluslararası düzlemde meşruiyetini tesis ettiği “evrensel değerler” anlatısı; demokrasi, insan hakları, yaşama hakkı, irade ve ifade özgürlüğü, seçme ve seçilme hakkı, gıdaya erişim, kadın, çocuk ve hasta hakları gibi birçok başlık üzerinden inşa edilmişti. Bununla birlikte savaş hukuku, Cenevre Konvansiyonu ve uluslararası insancıl hukuk normları, Batı’nın kendi siyasal varlığını ahlaki üstünlük üzerinden meşrulaştırdığı temel kodlar hâline gelmişti.
Her ne kadar Batılı devletler bu değerleri kendi çıkarları dışında kalan coğrafyalarda sıklıkla ihlal etmiş olsalar da, yine de bu değerler Batı dışı toplumlar açısından erişilmesi gereken bir normlar kümesi, bir siyasal hedef hâlini almıştı.
Ancak İsrail’in Filistin topraklarında yürüttüğü sistematik soykırım ve sivil katliam süreci, yalnızca İsrail’in değil, aynı zamanda bu vahşeti açıktan ya da dolaylı biçimde destekleyen Batılı devletlerin de meşruiyet zeminini yıkıma uğrattı. İsrail, bir devlet gibi değil; Weberyen anlamda “meşru şiddet tekeline sahip” bir siyasal yapı olmaktan uzak, adeta mafyatik bir organizasyon gibi davranarak uluslararası hukuku, savaş hukukunu, kutsal mekânların dokunulmazlığını ve sivil alanın bağışıklığını açıkça ihlal etti.
Savaşın ilk günlerinde çocuk hakları, sağlık kuruluşları, eğitim kurumları ve ibadethanelerin dokunulmazlığı üzerinden yükselen uluslararası tepkiler zamanla İsrail’in sistematik biçimde Batı’nın inşa ettiği tüm insani normatif düzeni hedef aldığını gösterdi. Batı’nın yüz yıllık “evrensel değerler” birikimi, İsrail tarafından adım adım, kasıtlı ve stratejik şekilde ortadan kaldırıldı. Bu yok ediş sırasında ne Müslüman toplumların ne Hristiyan dünyasının ne de evrensel vicdanın en temel kaygıları dikkate alındı.
Bugün gelinen noktada, Batılı bir filozof, siyaset bilimci ya da etik kuramcısı çıkıp da Batı’nın “ahlaki üstünlüğü”nden söz edemez. Zira İsrail, bu değerlerin tamamını Batılı hükümetlerin desteğiyle, adeta bir firavun kibriyle ve Hitler’vari bir vahşetle ortadan kaldırdı. İşlenen soykırım, Batılı devletlerin gözetiminde ve onayıyla sürdürüldü.
İskandinav ülkeleri, bazı Latin Amerika devletleri, İspanya, İrlanda ve dünyanın farklı yerlerindeki halklar bu soykırıma açık biçimde karşı durdu. Siyonist medya tekeline ve küresel siyasal tahakküme meydan okuyan bu toplumsal itirazlar, insanlığın ahlaki direncini temsil etti.
Türkiye’nin tutumu başından beri küresel Siyonizm etkisinde olan bağımlı batılı devletlerden farklı oldu daha ilk günden Sn. Erdoğan Hamas direnişçilerini “kendi topraklarını savunan Kuvayımilliyeciler” olarak tanımladı.
İngiltere, Fransa ve Kanada gibi devletlerin, İsrail’i kınama ya da yaptırım uygulama girişimleri İsrail tarafından sabote edildi. Tel Aviv yönetimi, bu girişimlerin ardından kendi istihbarat görevlilerine ABD’de suikast düzenleyerek bir kriz ortamı oluşturdu ve söz konusu diplomatik çabaları sonuçsuz bıraktı.
Fransa’nın, Eylül ayında yapılacak BM toplantısında Filistin’i tanıyacağını ilan etmesi ise, İsrail tarafından doğrudan “teröre destek” olarak tanımlandı. Bu, sadece bir diplomatik ihtilaf değil, İsrail’in artık devletlerin devlet olma kapasitesini hiçe saydığının göstergesiydi
Avrupa Birliği ülkelerinin son dönemde Türkiye’ye yönelik daha olumlu açıklamalarda bulunması, İngiltere’nin İstanbul’daki IDEF fuarında Eurofighter anlaşmasını imzalaması, Avrupa’nın İsrail karşısında stratejik bir yalnızlığa sürüklendiğini fark ettiğinin işaretleridir.
Savunma sanayii iş birlikleri, yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda küresel ittifakların yönünü belirleyen jeopolitik göstergelerdir. Avrupa devletleri, İsrail’in yalnızca kendi değerlerini değil, aynı zamanda devlet olmanın asgari koşullarını da yok ettiğini kavramaya başladı. İsrail, Gazze’deki soykırım sürecinde hiçbir Avrupa devletini muhatap almadı. Fransa’yı tehdit etti, Almanya’yı iradesizleştirdi, İngiltere’yi karar alamaz hâle getirdi. Sadece ABD ile konuşan, ABD siyasetini de kendi çıkarları doğrultusunda manipüle eden bir aktöre dönüştü.
Üstelik iç politikadaki Epstein davası İsrail’in ABD siyaseti üzerinde nasıl “Demokles’in kılıcı” gibi sallandığını da gösteriyor. Bu ve benzeri tehditler durum, batı için yalnızca değerler krizine değil; aynı zamanda egemenlik krizine işaret etmektedir.
Fransa’nın Filistin’i tanıma hamlesi ve Eurofighter satışları gibi gelişmeler, Avrupa’nın kendi siyasal egemenliğini yeniden kurma arayışına işaret ediyor. Fakat açıkça görülüyor ki İsrail, artık hiçbir Avrupa devletinin diplomatik kapasitesini ciddiye almıyor. Trump sonrası ABD’nin Avrupa’yı kenara iten stratejik yönelimi ile, Avrupa devletlerinin uluslararası sistemdeki özne konumları, ciddi biçimde zayıflamış durumda.
İsrail yalnızca bir halkı katletmiyor; aynı zamanda Batı’nın iki yüzyıldır inşa etmeye çalıştığı siyasal değer sistemini ve Avrupa devletlerinin varoluşsal meşruiyetini ortadan kaldırıyor.


