İstanbul u yazan taşra Sinema Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Netflix’in yeni dizilerinden İstanbul Ansiklopedisi en çok izlenenlerde başlarda olmaya ve tartışılmaya devam ediyor. Daha önce bir hususta atıf yaptığımız diziye dair söyleyecek çok şeyimiz var. Not olarak ifade edelim ki; izlemeyenler için ön bilgi/ipucu manasında gelecek şeyler olacak yazıda. Selman Nacar’ın yazıp yönettiği dizi Anadolu’ya ‘taşra’ gözüyle bakan ve kendini tamamlayamayanların hikayesinde taşrayı sorumlu tutan bir yapım. Nesrin, taşradan yıllar önce ‘kaçmış’ ve kendini gerçekleştirmiş ama mutlu olamamış biridir. Annesinin eski dostu Nesrin’in yanına İstanbul’da okumaya gelen Zehra ise yeni kuşak taşra-kent çatışmasının odağındaki isimdir. Ve elbette çatışmanın temelinde dini kabuller ve yaşantı vardır.
ZEHRA’NIN AŞAMADIKLARI VE AÇTIKLARI!
Zehra’nın İstanbul’a gelir gelmez başını açması, daha okuldaki ilk gününde seküler arkadaşlarıyla bara gidip alkol alması (önce kendince çare buluyor ama sonra içiyor) savruluşunun (diziye göre kurtuluşunun) yolunu açıyor. Namazına devam etmesine rağmen kimseye sezdirmiyor. Evet, özellikle 80’ler sonrası ve 90’larda bu çok yaşandı. Fakat bu konunun böylesine şablonlarla anlatılması dizinin yumuşak karnı olmuş. Zira dizideki hikaye zamanımızda geçiyor. İstanbul Ansiklopedisi, bir dizi olarak ülkemizin son döneminde toplumsal ayrışmaların yansımalarının kullanılması noktasında sağduyulu bir yerde duruyor. “Birbirimizi anlamalıyız” diyor ve ekliyor: Beraber yaşayabiliriz. Ancak dizideki mütedeyyin karakterlerin genellikle kendini tamamlayamamış olması, tutundukları dalların (genelde dinleri ve buna bağlı kültürleri) çürümeye mahkum kalması bakış açısındaki sorunu ifade ediyor. Çünkü dizideki seküler kişilerin sorunları her ne kaynakla olursa olsun çözülebilir. Çözülüyor da zaten. Oysa dindar karakterlerin kurtulma ihtimali yok. Çünkü taşrada herhangi bir şeyin çözümü yok. Taşranın kendisi mahkumiyet ve mahcubiyet demek.
TAŞRA İLE DERDİMİZ TAM OLARAK NEDİR?
Dizide art niyetli bir yaklaşım olmadığını ifade etmek gerek. Gerçekten anlamaya çalışıldığını hissediyoruz. Esasında diziyi yapanların dindar çevrelere yabancı olmadığını da biliyoruz. Ancak neden başörtülü karakterlerin hepsi sıkıntılı ve çaresi yokmuş gibi? Seküler karakterler kendi çarelerini arıyor ve önünde sonunda çaresine ulaşıyor. Dindarlar ise özellikle taşrada olanların çaresi yok. Çok önceleri yaptıkları tercihlerinden ötürü hayatlarını zindana çevirmişler. Taşra ile derdi olanların ya da bunu bağımsız sinemanın gereği gibi kabul edenlerin olduğu sinema sektörümüzde Selman Nacar’dan daha farklı bir tavır beklerdik. Belki de dizinin ikinci sezonu yapılacak ve bize bambaşka bir manzara çizecek. Şimdilik elimizdeki verilere göre hareket ediyoruz. Umarız Kızıl Goncalar gibi kafası karışık bir izlek seyretmez (Bir Tv dizisi ile kıyas yapmak istemezdim ama kontrast ile daha anlaşılır olabilir).
OYUNCULUKLAR DA HİKAYE GİBİ GELGİTLİ
İstanbul’a ilk kez gelen ve arayışta olan birinin İstanbul Ansiklopedisi’nin izinde sembolik muhitler ve mekanlarla birlikte anlam arayışı yapması çok iyi fikir. Dizinin teknik ve biçimsel dili de bu dokuya çok uygun bir kavrayışla ilerliyor. Buraya kadar her şey güzel olmakla beraber oyunculuklara bakınca da ciddi bir sorun ortaya çıkıyor. Ana karakterler Nesrin (Canan Ergüder) ve Zehra (Helin Kandemir) dizinin daha başında anlamsız sevimlilikler ve mimiklerle izleyiciyi bitiriyor. Anlıyoruz, karakterlerin gereği kendilerini gizleme ya da mış gibi yapma durumu var. Lakin dizinin kalanında da benzer bir durum gözleyince başrol oyuncularından tam olarak memnuniyet duyamıyoruz. Halbuki her ikisi de çok iyi oyuncu. Özellikle Helin Kandemir’in dizide Yasin-i Şerif okuması ve gayet güzel telaffuz etmesi çok başarılı idi.
İMKANLARIN OLUMSUZLUĞU!
Son olarak vurgulamak istediğimiz bir nokta… Netflix ile çalışmak imkanlar açısından olumsuz bir durum oluşturabiliyor. İmkanların cazibesine kapılıp esas mesele ıskalanabiliyor. İstanbul Ansiklopedisi’nde de buna benzer bir manzara kendini hissettiriyor. Daha çok yaşayan mekanlar, daha çok yaşayan sanat, daha çok yaşaması beklenen atmosfer… Tamamında olmasa da bazı sahnelerde bu tavır kendini gösteriyor.


