İtalyan basınından Cemal Süreya ya övgü: Balıklar yanımızdan akıp geçiyordu
Haber Global sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
İşte o yazı:
"Cemal Süreya’nın İstanbul’un Tüm Şarkıları kitabının çıkışı, bugün genelde yalnızca dramatik jeopolitik nedenlerle konuşulan bir Orta Doğu’nun aslında nasıl bir kültür ve şiir hazinesine sahip olduğunu hatırlamak için bir fırsat sunuyor.
Türkiye, Yunus Emre gibi tasavvufun öncülerinden birini, Fuzuli veya Şeyh Galip gibi zarif mistik şairleri, Nefi veya Nedim gibi ince saray şairlerini yetiştirmiş bir ülke. 20. yüzyılda ise dünya şiirine Nazım Hikmet gibi çok büyük bir ismi kazandırdı.
Nesirde Orhan Pamuk gibi bir Nobel ödüllüsü varsa, şairleri de hiç aşağı kalır değildir: En azından 20. yüzyıl Türk şiirinin yaşayan çınarı İlhan Berk’i anmak gerekir. Bir akşam yemekte tanıştığımızda bana Giuseppe Ungaretti’yi kendisine usta bildiğini söylemişti.
Cemal Süreya’dan (1931 doğumlu) sonra gelen kuşaktan Enis Batur ve Tuğrul Tanyol’u da anmak gerek; Verderame onların Gelecek Günlerin Şarabı adlı eserini çevirmişti, ben de bu kitap hakkında bu gazetede bir eleştiri yazmıştım.
Peki Cemal Süreya’nın şiirini bu kadar büyüleyici kılan nedir?
Aşk ve özgürlük temalarının o çok katmanlı, dipsiz, gerçek bir dünya başkenti olan İstanbul’un büyülü silüetinde işlenişi.
Bu kitaptaki aşk yumuşak, alçak sesli, erotik ve tensel. Çokça çıplaklık var ve telefonda uzun uzun seviştikten sonra sesini yıkamaya gitmesi gereken biri var.
Övgü adlı şiirde birlikte uyanmanın keyfi var: “Daha güzeli olamayacak kadar güzel” bir kadının tüm bedeni, elleri, ayakları, saçları, gözleri, kolları ve şu paradoksal masumiyet iddiası: “Aramızdaki her günahı yarı yarıya paylaşalım.”
Bir de kıyıya yakın giden bir vapurda ilk öpücüğün hatırası var:
“Üç kol ötesinde İstanbul akıyordu / sana doğru eğildim seni usulca öptüm / balıklar yanımızdan akıp geçiyordu.”
Gerçekçilik ve vizyoner metafor iç içe geçer Cemal Süreya’da: Kadının yüzünün bittiği yerde gövdesinin başladığını görür, göğüslerini “kahramanca” diye tanımlar.
Gözleri sonsuz uzunlukta ve uzatılmış Çin Seddi’ne benzetir. Ölmüş Marilyn Monroe’nun cennette Nietzsche’nin sevgilisi olduğunu hayal eder. Bir arkadaşının ettiği bir küfürden yola çıkarak özgürleştirici imgelerden bir çağlayan kurar; o yıkıcı küfür, tüm kilitleri açan bir anahtar olur."


