Kalem sustuğunda yalnızca düşünce değil, ahlakın da kalemi kırılır
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Bir toplumun çöküşü, önce eğitimin sesini kaybetmesiyle başlar.
Her gün bir başka cinnetin içine uyanıyoruz.
Televizyon, gazete veya sosyal medyada hunharca katledilen kedileri görmemek için haberi kaydırıyor; hemen arkasında bir kadının evinde ya da sokağın ortasında linç edildiğini, hatta çocuklarının gözü önünde öldürüldüğünü; park kavgası yüzünden komşuların birbirini bıçakladığını; trafikte kural tanımaz magandaların sebep olduğu kazaları; parkta kavga eden çocukları; katledilen hayvanları; okullarda şiddet gören öğrenciyi, hatta öğretmeni; mecliste yumruk yumruğa girmiş vekilleri, kısacası toplumun her kesiminde saymakla bitmeyecek şiddet olaylarını görüyoruz.
Selamlaşmak, konuşmak, bir komşuya gülümsemek sanki çağlar öncesinde kaldı.
İnsanın insana, hayvana, hatta bitkiye bile tahammülü yok. Sokaklarda mutsuz, yaşamdan bezmiş, sinirli insanlar çoğunlukta. İnsanlar kalabalıklar içinde yalnız, sistemin içinde çaresiz, sokakta öfkeli.
Toplum giderek daha tahammülsüz, daha öfkeli ve acımasız bir çöküşe doğru ilerliyor.
Ama bu öfke, bu şiddet durduk yere doğmadı.
Bu, yıllardır sistemli biçimde ihmal edilen eğitimin, görmezden gelinen adaletin ve yerle bir edilen liyakatin kaçınılmaz sonucu.
Bu çürüme, toplumun en küçük birimi aileden tutun, en üst yöneticiye kadar herkesin eseridir.
BU MUAZZAM (!) ESER HEPİMİZİN.
Bugünlerde hiç kimse bu eserde imzam var demese de;
“Aman çocuğum, sana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.” düsturu ile çocuğunu empatiden yoksun yetiştiren aile de;
Adaletsizlik ve zulüm karşısında bireysel menfaatleri için kafasını kuma gömen toplum üyeleri de;
Sınıfta hak, hukuk, sevgi, hoşgörü, empati kavramlarını çocuğun zihnine zerk etmeden sadece kendi dersini ezberletmeye çalışan öğretmen de;
Haklının yanında durmayan yargıç da;
Adaletin kılıcı olması gerekirken güçlünün müdafisi olan tüm yöneticiler de suçludur.
BU ÇÜRÜMEDE HEPİMİZ ORGANİZE ÇALIŞTIK. ŞİMDİ KENDİMİZİ BU LEŞ KOKULAR ARASINDA ALKIŞLAMALIYIZ (!)
Nasıl mı başardık bu çürümeyi?
Elbette eğitimi bilinçli ve sistematik bir şekilde bozduk. Eğitimin içini boşalttık. Sözüm ona geleceği inşa etmek için atılan her adımda biraz daha kararttık geleceğe giden yolları.
“Eğitim en güçlü silahtır, onunla dünyayı değiştirirsin.” (Mandela)
Bugün içinde yaşadığımız her yapısal bozulmanın, her ahlaki körlüğün kökünde eğitim vardır.
Cahil bir halk, medeniyetin mezar taşıdır.
Medeni toplum, sağlam bir eğitimle sağlanır.
Ama biz eğitimi yıllardır sadece diploma alma yolu gibi gördük.
Merakı değil ezberi, sorgulamayı değil susmayı öğrettik.
Ve sonra da neden herkesin sessiz kaldığını, neden kimsenin adaletsizliklere itiraz etmediğini anlamaya çalıştık.
“Eğitimsiz zihin, boş bir silaha benzer. Ne zaman, kime döneceği bilinmez.”
Eğitim sadece bireyi değil, toplumun ahlakını da inşa eder.
Dünyanın her yerinde eğitim seviyesi arttıkça, her alanda toplumsal refah düzeyi de artmıştır.
Cehaletin olduğu yerde, adalet yalnız güçlüye çalışır.
Eğitim, toplumsal adaletin sağlanmasının da yegâne yoludur.
Eğitilmiş bir birey hak arar.
Hak arayan birey adalet ister.
Adalet isteyen toplum, sistemleri dönüştürür.
Adalet: Eğitimin gerçek sınavı, toplumun vicdanı.
Eğitim güçlü olsaydı, adaletin bu kadar örselenmesine sessiz kalınmazdı.
Çünkü eğitimli toplum, adaleti sadece mahkeme salonlarında değil; sokakta, iş yerinde, okulda da arar.
Ama bizde artık adalet, kimi için hızlı, kimi için gecikmiş; kimi içinse tamamen erişilmez bir ayrıcalığa dönüşmüş durumda.
Mahkemelerden umudu kesen halk, çareyi maalesef ya sokakta ya da sosyal medyada arıyor.
Haklı olmak değil, güçlü olmak belirleyici hale gelmiş.
“Bu ülkede haklı olan değil, bağıran güçlü olur.” – Attilâ İlhan
Bugün adaletin bir prosedüre, bir beklenti oyununa dönüşmesinin iki ana nedeni vardır:
Hukuk sistemi ve eğitim sistemi.
EĞİTİM VE HUKUK SİSTEMİ, DOĞRU YOLLARLA VE DOĞRU KİŞİLERCE YÜRÜTÜLMELİDİR.
Hiçbir toplum, işi ehline vermeden yaşayamaz.
Ama bizde liyakat, yerini sadakate, torpile, yakınlığa bırakmış durumda.
Ve bu sadece kurumları değil, toplumsal ahlakı da çürütüyor.
Liyakatli kişiler dışlanırken, biat edenler ödüllendiriliyor.
Hatta öyle ki, artık resmi dairelerde memurlar yüksek sesle ve doğal bir şekilde
“Bir torpilim olsa, şuraya bilmem ne olacağım.”
diye aleni konuşuyorlar.
Her liyakatsiz atama, bir nitelikli insanı önce susturuyor, sonra haksızlık karşısında öfkelendiriyor, kendine ve topluma olan inancını yitirmesine neden oluyor.
Adalete olan inancını yitiren her birey, sokakta kendi adaletini sağlamaya çalışıyor.
Çeteleşiyor, belki zamanla mafya olarak karşımıza çıkıyor.
ZİNCİRİN KIRILDIĞI YER: EĞİTİM, ADALET VE LİYAKAT ARASINDAKİ ÇÖKÜŞ
Bu üç temel kavram, bir zincirin halkaları gibidir.
Biri çökerse, diğerleri de ayakta kalamaz:
• Eğitim çürürse, adalet yozlaşır.
• Adalet çökerse, liyakat kalmaz.
• Liyakat kaybolursa, eğitim yeniden doğamaz.
Ve bu toplumsal çöküşte:
Şiddet artar,
Kadınlar korkar,
Hayvanlar öldürülür,
Ormanlar yanar,
Kurumlara güven kalmaz,
Adalet gücü korur,
İnsanlar birbirine güvenmez,
Toplum sessizleşir…
En kötüsü de toplum tüm bunları kanıksar
ve çürümenin kokusu artık kimseyi rahatsız etmez hale gelir.
Bu ülke;
okullarını düşünceyle,
adaletini vicdanla,
kurumlarını liyakatle yeniden inşa etmedikçe…
Şükrü Erbaş’ın
“Bir çürümenin ortasında, utancımıza tutunmuş yaşıyoruz.”
dizesinde belirttiği gibi, ülkece sadece utanca tutunarak yaşamaya devam ederiz.
Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…


