SonTurkHaber.com
close
up
Menu

Kılıçdaroğlu na ölüm tehdidi! Çok sayıda isim harekete geçti

Fenerbahçe Süper Lig de sezonu Göztepe deplasmanında açıyor Fenerbahçe Haberleri

Herkes şikayetçiydi! Karayollarındaki hız sınırı ve hız sınırı sonu levhaları değişiyor! Resmi Gazete de yayımlandı

Daltonlar çetesi için iddianame hazır! İşte istenen cezalar

Suriyeli İslam aliminin konuşması yeniden gündemde: Allah Erdoğan ı korusun ve yüceltsin VİDEO İZLE

AK Parti Sözcüsü Çelik: Bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti için mücadeleye devam edeceğiz

SON DAKİKA İBB soruşturmasında flaş gelişme! Ekrem İmamoğlu nun trol ekibine gözaltı

Adana’dan Silivri’ye adalet çığlığı! Zeydan Başkan için yürüyüşün 8. günü

Çelik: İsrail in yerleşim inşa etme planı, lanetli soykırım eylemlerinin devamıdır

Maganda aracın camından kılıç salladı!

Bu mutfak aletlerinin fişini hemen çekin! Hem tasarruf sağlıyor hem hayatınızı kurtarıyor Sözcü Gazetesi

Mazgalda yangın çıktı: Eskişehir de belediye binası dumana boğuldu Eskişehir Haberleri

Özcan Deniz in kardeşi Yurda Gürler sessizliğini bozdu: Abim beni döverken Samar oh çekti

İnan Güney in gözaltına alınması Beyoğlu Belediyesi önünde protesto edildi; Bu düzen, iftira at, üzerine para ver kurtul düzenine dönüşmüştür

YAŞ kararları sonrası TSK’da sürpriz istifa! Sözcü Gazetesi

6 gollü maçta kazanan Liverpool!

Adapazarı nda Kavga: Yumruk ve Tekmeler Havada Uçuştu

DSİ DEN sulamaya 10 yeni yatırım Ekonomi Haberleri

Barış Alper Yılmaz, sezona gollü başladı!

İlişki uzmanı Vitaly Kursik e göre bir erkekle asla ilişki yaşamamanız gerektiğini gösteren 10 cümle Sözcü Gazetesi

Kalıcı bir aşktan daha güzel bir şey yok

Kalıcı bir aşktan daha güzel bir şey yok

Halktv sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.

KÜRŞAD OĞUZ - KİT-APP


[email protected]


Tasavvuf, "dünyevi aşkı tatmayan uhrevi aşkı tadamaz" der. Sizce de öyle mi?

Aynı fikirde değilim. Her halükârda, mümkün olan her şekilde sevmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ancak insanları sevmeden Tanrı'yı sevmek mümkün olmaz. Aynı zamanda, Katolik dininde olduğu gibi, kendini Tanrı'ya adama bahanesiyle dünyevi hayattan uzaklaşmaya zorlamak, bana göre saçmalıktır.

"Mösyö İbrahin ve Kuran'ın Çiçekleri"nde kahramanınız Momo, dünyevi aşkı tadıyor. Ama kafasında soru işaretleri var. Mösyö İbrahim ona şöyle diyor: "Senin aşkın senin. Sana ait. Aşkını reddetse bile onu değiştiremez. Sadece ondan faydalanamaz, hepsi bu. Verdiğin sonsuza dek senindir. Sakladığın ise ebediyen yitmiştir."

Verdiğin sonsuza dek senin olur, sakladığın sonsuza dek kaybolur; Sufizm bu işte. Ama Momo, sevginin ne olduğunu bilmiyor. Çünkü babası onu gerçekten sevmiyor ve annesi de gitti. İlk başta kızlarla birlikte olmak istiyor ama sadece seks için. Ve seks aşk değildir. Sonra aniden, genç bir kıza âşık oluyor. Ve bu aşkla ne yapacağını bilemiyor. Onun için çok büyük bu aşk. Ve Mösyö İbrahim ona şöyle söylüyor: "Güzel olan içinde bu aşkı barındırman." Yürüyüp yürümemesi değil, içinde bu sevginin olması... Bu yeni bir şey Momo için, o buna hiç sahip olmamış. Mösyö İbrahim ona diyor ki: "Başarılı oldun çünkü işini seviyorsun, kızla işe yaramıyor ama başarılı oldun çünkü seviyorsun."

Acısız aşk mümkün mü?

Hayır, sanmıyorum. Bir aşk hikâyesinde her şey iyi başlar. Ancak bunun sürmesi için, aşkın herhangi bir anda hissedebileceğiniz hoşnutsuzluktan daha önemli olduğunu kabul etmeniz gerekir. Aşk uzun vadeli bir maceradır. Kolay olduğu zamanlar sevmek daha kolaydır ve sonra değişirsiniz, başka birini bulursunuz. Öte yandan aynı kişiyi uzun süre sevmek daha büyük bir maceradır. Çoklu maceralar kolaylıktır. Asıl büyük macera o zor anları atlatmaktır... Bir aşk hikâyesinde aşılması gereken çöller vardır. Ama bir vaha vardır ve her zaman o vahaya doğru gitmek gerekir. Bence kalıcı bir aşktan daha güzel bir şey yoktur.

"NEŞEYİ GELİŞTİRMEMİZ LAZIM"

Neden sahip olduklarımızı sevemiyoruz da sahip olmadıklarımızı seviyoruz?

Bu konuda konuşmak benim için çok ama çok önemli ve bu konuyu açtığınıza sevindim. Çünkü üzüntüyü geliştirmek ile neşeyi geliştirmek arasında bir fark var. Üzüntü nedir? Eksikliğini duyduğumuz şeyle olan ilişkimizdir. Her zaman bir şeylerin eksikliğini hissederiz. Para, zaman, güç, bizi terk eden insanlar, ölen insanlar... Neşe nedir? Eksik olanla bir ilişki değil, tam olanla bir ilişkidir. Başka bir deyişle, olanla bir ilişkidir. Bu yüzden neşeyi geliştirmeliyiz, bu da var olduğumuzda var olduğumuz için sevinmek, birlikte olduğumuz insanlarla birlikte olduğumuz için sevinmek, anı yaşadığımız için sevinmek, sahip olduğumuz şeye sahip olduğumuz için sevinmek anlamına gelir. Bu zaten bir şeydir, anlıyor musunuz? Ve en azından burada, Avrupa'da, üzüntüyü neşeden çok daha fazla geliştirdiğimizi görüyorum. Ve insanlar depresyonda. Avrupa'da çok sayıda insan depresyon ilacı alıyor.

Türkiye'de de durum aynı.

Depresyona giriyorlar ya da ağır uyuşturucular, içki ve tütün kullanıyorlar. Eğer neşeyi geliştirirsek, bunlara ihtiyacımız kalmaz. Bence zihinsel bir devrim yapmamız gerekiyor. Eskiler buna bilgelik derdi.
Kitaplarınızda gördüğüm diğer konu da göç. Mösyö İbrahim göçmen. Momo'nun ailesi de. Türkiye'de, Avrupa'da göç şimdi çok daha yoğun. Göç, düşünce şeklimizi nasıl değiştirecek?

Her şeyden önce, her birimizin göçmen bir geçmişi var. Kaçınılmaz olarak göçmen atalarımız var. Bunun farkında olmak önemli. Aynı zamanda, ulus nedir? Bir anlaşmadır. Sınırları olmayan bir ulus yoktur. Ve bana göre sınırlar kesinlikle gereklidir.

Alberto Manguel bana, "Sorun göçmenler değil sınırlar" demişti.

Hayır, katılmıyorum çünkü sınırlara ihtiyacınız var. Aksi takdirde toplumsal bir anlaşma olmaz. Devletin varoluş gerekçesi, kapalı bir grup için barışı, güvenliği ve sağlığı garanti etmektir. Bu yüzden soruna bir çözümüm yok. Ama göçmenlere son derece insani şekilde davranma konusunda ısrarlıyım. En çok gurur duyduğum şeylerden biri de Belçika Başbakanı'nın kitaplarımdan birini okuduktan sonra iltica hakkı ve göçmenlere yönelik muameleye ilişkin reform yasasını yeniden yazmış olmasıdır. Kitaplarımdan birini okumuş ve kendi kendine yasayı mümkün olduğunca insanileştirmemiz gerektiğini söylemişti.
Hangi kitabınız?

"Bağdat'tan Gelen Ulysse." Londra'ya giden bir Iraklı'nın hikâyesi.

"ORTA SINIF KALPİTALİSTE DE LAZIM"

Dünyanın yüzde 90'ının geliriyle yüzde 10'unun geliri arasında uçurum var. Böyle devam edebilir mi?
Saf kapitalist mantık içinde bile bu şekilde devam edemeyiz. Çünkü büyük kapitalistin ürettiği şeyleri satabilmesi için bile bir orta sınıf olması gerekiyor.

Türkiye'de de orta sınıf bitti.

Yaşadığımız yılların en büyük skandalı ve politikacıların en büyük güçsüzlüğü bu. Durumun geldiğini görüp tepki vermemelerine çok içerliyorum. Ama biliyorsunuz, bunun her düzeyde yansımaları var. Örneğin, bugün kitaplarda, çok çok iyi giden kitaplar ve bir de iyi gitmeyen kitaplar var. Eskiden kitapların da bir orta sınıfı vardı. Dolayısıyla edebiyatta da orta sınıf ortadan kalktı.

Bunun sebebi sadece gelirlerin düşmesi mi, yoksa okumanın azalması mı?

Orta sınıf gerçekten zor durumda. Tiyatroya, sinemaya gitmek, kitap satın almak, bütçelerini tehdit ediyor. İnsanların yaşamları ve hatta sermaye açısından bile, bu insanların müşteri olduğu gerçeğinden endişelenmeden şirketlerin büyümesine ve refahına öncelik vermek suçtur

Yoksullar neden isyan etmiyor? Kolombiya'da “Fakirin ekmeği yoksa, zenginin de huzuru olmaz” diyen bir duvar yazısı var. Neden artık hiç isyan görmüyoruz? Eskiden devrim olurdu.

Bugün örneğin Fransa'da devlet, asgari düzeyde sosyal destek, sağlık, ücretsiz eğitim ve hasta olduğunuzda ücretsiz bakım sağlıyor. Sonuçta devlete çok bağımlıyız. Sizi besleyen eli tamamen kesemezsiniz. Devlet, bireyleri sübvanse ederek kendine sosyal barış satın aldı; ama bu barış değil.
Ya da devletler artık daha çok güvenliği vurguluyor. Bu yüzden insanlar güvenliği demokrasiye tercih mi ediyorlar?

Evet. Ama güvenliğin demokrasiye tercih edilmesi büyük bir tehlike. Bu, Avrupa'nın üzerinde dolaşan büyük bir tehdit. Ama aynı zamanda, toplumun tüm kademelerinde otoritenin azaldığını, başka bir deyişle giderek genelleşen bir gevşekliği inkâr etmeye çalışan bir düşünce olduğu; siyaset sınıfının büyük kısmının bu teşhisi kabul etmek istemediği; bunun aşırı sağ tarafından dillendirilen ve bu nedenle daha da reddedilen bir teşhis olduğuna inanıyorum. Ancak durum biraz daha karmaşık. Gerçekten de otoritenin çökmekte olduğuna dair işaretler var ve bugün onu yeniden tesis etmemiz gerek. Umarım diktatörlüğe ya da darbeye başvurmadan yapılır bu.

Böyle bir risk var mı? Avrupa'da bile mi?

Avrupa'da risk daha düşük. Ama her halükârda, güç ve huzur vaat eden siyasi partilerin çekiciliği son derece güçlü, çünkü daha ılımlı siyasi partiler veya suç ortaklığı duygusuna kapılanlar güvenlik alanını ihmal ettiler.

"BİREYCİYİZ AMA BİREY BİR HİÇ"

Şişmanlayamayan Sumocu'da Cun, hayattan bıkmış, nefes alamayan, nefret dolu bir çocuk. Bu gençlerin sayısı dünyada artıyor. Dediğimiz gibi, genel bir bunalım, depresyon var ama bu gençler arasında çok daha belirgin ve yoğun.

İntihar eden 10 yaş altı çocuklar bile var. Gelecek ümidiniz kalmadıysa, artık geleceği istemiyorsanız, bu depresyondur. İstek ve arzunuz kalmadığında, bu depresyondur. Bu bir toplumsal depresyondur. Bunun temel sebebi, tamamen bireyci toplumlarda yaşıyor olmamız. Aynı zamanda, geleceğin sorunlarıyla başa çıkmak söz konusu olduğunda, bireyin hiçbir şey yapamayacağının farkındayız. Politik çözümlere, ekolojik çözümlere, toplumsal çözümlere kolektif olarak ulaşabiliriz. Dolayısıyla tamamen bireyci bir dünyada olmamız ve aynı zamanda bireyin bir hiç olduğu ve tüm değerini yitirdiği gerçeği, insanları depresyona sürüklüyor.

Kun diyor ki, "Düşünmek bile bana ıstırap veriyordu. Tefekkür etmek mi? Faydasızdı. Hatırlamak mı? Zahmet etmiyordum. Geleceğe kafa yormak mı? Ondan da kaçınıyordum. Geçmiş ve gelecekle ilgimi kesmiştim. Ya da en azından kesmek için elimden geleni yapıyordum." Bu, günümüz gençliğinin modeli gibi sanki.

Evet, bugüncülük dediğimiz şey bu. Sadece bugüne bakmak demek. Dijital teknoloji, sosyal ağlar yüzünden tam bir hafıza kaybı yaşıyor, geçmişi unutuyor ve geleceğe dair hiçbir projeksiyona sahip olamıyoruz. Dijital teknolojinin bizi şimdiki zamana hapsettiği ve şimdiki zamanda bizi silikleştirdiği açık. Düşünmeye karşı bir şey bu.

Özellikle gençler öğretmenlerine ya da ebeveynlerine inanmıyor. Fenomenlere inanıyorlar. Lükse düşkün zenginlere, influencerlara... Bu çok tehlikeli değil mi?

Bu modern bir hastalık. Buna verebileceğimiz tek yanıt çocuklarımıza eleştirel düşünmeyi öğretmektir. Bence ebeveynlerin ve öğretmenlerin eleştirel düşünceyi geliştirmeleri, çocuklara eleştirel bir bilinç kazandırmaları gerekiyor ki, bu çocuklar kendilerini eskisinden çok daha fazla her türlü etkiden uzak tutabilsinler. Eleştirel düşünmenin anlamı budur, artık etki altında kalmamak. Ortada pek çok yalan haber var. Dahası, bugünlerde Donald Trump gibi politikacıların kendileri de yalan haber kaynağı. Yani, eleştirel bir zihne sahip olmak ve hangi medyanın bilgi toplamak için güvenilir olduğunu ayırt edebilmek bugün eskisinden daha önemli.

"Şomintsu'nun bu dünyadan olmamak gibi bir avantajı vardı, batıya yürürken aklı doğudaydı, herkesin aynı yöne koştuğu, herkesin birbirine benzediği Tokyo isimli bu şehirde, o farklı görünüyordu." Batıya yürürken aklı Doğu'da olmak... Medeniyetin şifresi bu olabilir mi?

Bunu sevdim. Uygarlık her zaman bu yönde hareket eder, doğudan başlar ve batıya ilerler.
Özgürlük hâlâ gerçekten önemli mi? Çünkü dediğim gibi, insanlar güvenliği özgürlüğe tercih ediyor.
Evet, ama toplumsal sözleşme, yani siyasi bir toplumda yaşama olgusu, kişinin bazı özgürlüklerinden vazgeçmesi ve onu, bu mutlak özgürlük karşılığında bize her şeyi takip edebileceğimiz meşru ve düzenlenmiş bir özgürlük garanti eden yetkililere teslim etmesi anlamına gelir. Ve eğer yetkililer bu düzenlenmiş özgürlüğü garanti edemezlerse, başka bir deyişle artık herhangi bir güvenlik yoksa, sözleşme bozulur. İşte bugün yaşadığımız sorun bu. Her birimiz korunma karşılığında mutlak özgürlük hakkımızdan vazgeçtik. Ama eğer bu koruma sağlanmazsa insanlar artık güce inanmazlar, oy vermezler, tüm hükümetleri eleştirirler. Çünkü sözleşme bozulmuştur. Bu sözleşmeyi kesinlikle yeniden tesis etmeliyiz.

"Gerektiği gibi düşünmüyorsun, Cun" dedi Şomintsu bir gün iç çekerek. "Öncelikle çok düşündüğün için, sonra da yeterince düşünmediğin için." Kitaptaki önemli cümlelerden biri benim için. Şomintsu şunu da söylüyor: "Cun, eğer söylediklerin sessizlikten daha güzel değilse, sus." Az düşünüp, çok mu konuşuyoruz?

Hayır, ama dünya bununla dolu; ya çok konuşan, tek yaptığı konuşmak olduğu için düşünmeyi bırakan, papağan gibi konuşan insanlar ya da aptal olmak zeki olmaktan daha kolay olduğu için düşünmeyen insanlar var.

Sorunun özü de bu.

Bu hepimizin sorunu. Ötekini, gerçekliğin karmaşıklığını hesaba katan bir düşünme biçimi inşa etmek zor bir şeydir.

"TİRANLAR KİTABIN ÖNEMİNİ BİLİR, BU YÜZDEN YAKARLAR"

"Bayan Ming'in Hiç Olmayan On Çocuğu" kitabınız "Çin, bir ülkeden çok bir gizdir" cümlesiyle başlıyor. Bu ne demek?

Tam olarak anlayamadığı bir gizem olan Çin, kahramanım gibi benim de ilgimi çekiyor. Hikâye ilerledikçe, bugünün Çin'i ile dünün Çin'i arasındaki farka rağmen, Çin'in hâlâ yerinde duran bir ruhu olduğunu, bunun da Konfüçyüs felsefesi olduğunu fark ediyor. Nihayetinde Çinliler taşlara, anıtlara bağlı değiller. Onları yıkarlar, yeniden inşa ederler ve bu böyle devam eder. Buna karşın onlarda kalıcı ve sağlam olan şey Konfüçyüs'tür. Yüzyıllar boyunca hayatta kalan bu bilgeliktir.

Bu yüzden mi Çin'in gücü şimdi Batı düşüncesine, ABD'ye karşı da yükseliyor?

Çin Batı düşüncesine karşı mı yükseliyor bilmiyorum ama her halükârda, ekonomik olarak yükseliyor. Ama şu an için bize farklı manevi modeller sunmuyor. Demek istediğim, oradaki de, materyalist ve kapitalist olmanın başka bir yolu.

Bayan Ming'in kızı Da Xia, Bayan Mao'yu öldürmek istiyor. Çünkü Kültür Devrimi sırasında yüz binlerce Çinliyi katletmiş; değersizleştirmek ve yeteneklerini mahvetmek, aptallar yaratmak için parlak insanları eğitim kamplarına göndermiş; tiyatroyu, operayı, müziği yasaklamış. Bugünkü otoriter iktidarlar da okumayı, eğitimi, bilmeyi aşağılıyor. Türkiye'de eğitimli kesim yurtdışına kaçıyor. Otoriter liderler böyle mi sürdürüyor iktidarlarını?

Doğru. Geçmiş tarihi yeniden yazıyoruz. Geçmişi ortadan kaldırdığımızı söylüyoruz ama bu, demokrasilerde de yaşanıyor.

Elbette.

Wokizm de tarihi yeniden yazmanın bir yolu. İşte bu yüzden sadece gerçek kültür sizin kendi adınıza düşünmenizi sağlayabilir. Kültür ne kadar küçükse, o kadar çok etki altında kalırsınız. Kültür ne kadar büyükse, duyduğunuz her şeyle aranıza o kadar mesafe koyabilirsiniz. Bence kitapların önemini anlayan tek insanlar tiranlar ve diktatörlerdir. Bu yüzden onları yakarlar. Demokratlar asla kitap yakmaz.
Çünkü insanların düşünmesini mi istemiyorlar?

Diktatörler ve tiranlar, insanların düşünmesini istemedikleri için kitap yakar. Demokratlar ise genellikle bizim için çok tembeller.

"Hakikat en çok hoşumuza giden yalanın ta kendisidir." Bu ne anlama geliyor? Herkes kendi gerçeğine sahiptir mi?

Çin ile ilgili en ilginç şey, hakikatin her şeyin üstünde olmamasıdır. Grubun uyumu gerçeklerden daha önemlidir. Yani grup uyumunu korumak için yalan söylemeniz gerekiyorsa, yalan söylersiniz. Çünkü bir numaralı değer grup uyumu. Neden? Çünkü bu, aşkın bir Tanrı'nın olmadığı bir uygarlık. Bizde, tek tanrılı dinlerde, hakikati borçlu olduğumuz kapsayıcı, yüce bir Tanrı var. Biz hakikati her şeyin üstünde tutarız, uyumu değil.

Hangisi daha iyi?

En iyisi toplumsal uyum ve ahenktir.

"İNSANLAR BÜYÜK YALANI SEÇER"

Hitler Kavgam’da “Yalanın küçüğünden ziyade büyüğünün kurbanıdır kitleler” diyor. Otoriter rejimler, büyük yalanları sık söyledikleri için mi inandırıyor bizi?

Aslında insan beyni öyle bir şekilde tasarlanmıştır ki, gerçeği istemez, kaygı ve tasalarından kurtulmak, rahatlatılmak ister. Bir şok, bir sorun olur olmaz, bir belirsizlik hissi olur olmaz, insan zihni güven tazelemek ister çünkü kaybolmuştur. Dolayısıyla eğer bir yalan, büyük bir yalan ona güven veriyorsa, büyük yalanı seçecektir. İktidar sahipleri, gücü ele geçirmek isteyenler bunu her zaman bilir. Donald Trump'a bakın, o yalanların kralı. Çünkü gerçeği söylemek yerine önce güven vermesi, kaygıları gidermesi gerektiğini biliyor.

Ama insanlar da ona inanıyor. En azından Amerikalıların yarısından fazlası...
Trump diyor ki, bir sorun olduğunu biliyorum, bunu düzelteceğim, çözeceğim. Son derece güven verici bir söylem bu. Ve bu, birçok insan için gerçeklerden daha önemli.

Çözüm gerçeklerden çok daha mı önemli?

Çözüm yanılsaması diyelim.

Yalan söylemekten bahsettiğimizde aklıma hemen Romain Gary geliyor. Ona Goncourt ödülünün verildiği yerdeyiz biz de...Burada, bu restoranda, Romain Gary iki kez Goncourt Ödülü'ne lâyık görüldü. İlkinde Romain Gary adıyla, ikincisinde ise Emile Ajar adıyla.

Onu çok severim.

Ben de.

Goncourt'u ikinci kez aldığı Onca Yoksulluk Varken romanı muhteşemdir.

Romain Gary'nin hikâyesi son derece ilginç. Romain Gary adıyla bir yazar olarak ilk kariyerini yapmış, ama Fransız Akademisi'nde De Gaulle'ün destekçisi direnişçi yoldaş imajına hapsedilmiştir. Bu imaja sıkışıp kaldı ve insanlar ona ilgi göstermeyi bıraktı. O da Émile Ajar'ı yarattı. Émile Ajar'ı yaratırken, başka bir parçasının kendini ifade etmesine izin verdi. Bu yanı göçebe, ana dili Fransızca olmayan bir adamdı. Bu yüzden Fransızca hatalar yaparak eğlendi. Böylece ilk yazardan bile daha büyük olan ikinci bir yazar yarattı. Bu olağanüstü bir yolculuktu.

Ve ikinci Goncourt'u Emile Ajar'a verdiler.

Onu almaya gelmedi. Ölümünden sonra onun rolünü oynayan kişinin yeğeni Paul Pavlowitch olduğunu öğrendik.

Kadere inanıyor musunuz? Ya da kaderi değiştirmek mümkün mü?

Evet inanıyorum. Ama kaderimizle yüzleşme ya da o randevuyu öteleme gücüne sahip olduğumuza da inanıyorum.

Nasıl?

Aklı başında ve net olmayarak, kendimi gerçeğe vermeyerek, kendimi yaşamaktan alıkoyarak. Hayatımda bir sanatçı, yazar olarak kaderimden kaçabileceğim zamanları gördüm. Bir şeyler yapmamak için her zaman iyi nedenlerim vardı. Ve sonra kaderime doğru gitme cesaretini gösterdim. Bence kaderlerinin onları götürdüğü yere gitmeye cesaret edemedikleri için kendi hayatlarından başka bir hayat yaşayan insanlar var.

Borges çizgisel zamana değil döngüsel zamana inanıyordu. Sizce zaman nedir?

Ben çizgisel zamana inanıyorum. Şu sıralar "Zamanın Geçişi" adında, sekiz ciltten oluşan ve Neolitik dönemden günümüze uzanan kocaman bir roman yazıyorum. Zaman nedir? Ben hayatım boyunca zaman algımı dönüştürdüm. Başlangıçta zaman herkes gibi benim de maruz kaldığım bir şeydi. Sonra zamanın benim gücüm olduğuna karar verdim. Zaman benim dostum, düşmanım değil. Ben üst düzey bir atletin oğluyum. Annem Fransa şampiyonu bir koşucu. Bana antrenmanın erdemini, bir şeyleri daha iyi ve daha iyi yapmayı sağlayan tekrarın erdemini öğretti. Nasıl kullanacağımı bilirsem zamanın benim dostum olduğunu ve zamanın gelişmemi sağladığını öğretti. Ben de bu dersi çıkardım ve kendi hayatıma uyguluyorum.

HİTLER RESSAM OLABİLSEYDİ NE OLURDU?

Ama aynı zamanda zamanı, tarihi ve Hitler'in hayatını da değiştirdiniz. Eğer Hitler bir Nazi yerine ressam olsaydı, dünya nasıl bir yer olurdu; bunun kitabını yazdınız.

Evet, bu kitabı yazmak çok eğlenceliydi. Gerçek Hitler'in hikâyesini anlatmak üzücüdür. Diğer Hitler'i anlatmak, yani Viyana'daki Güzel Sanatlar Akademisi'ne girebilseydi olacak olan diğer Hitler'i anlatmak eğlenceli. Adolf Hitler'in diktatör olmadığı ama ressam olduğu bir yirminci yüzyıl hayal ettim. Jeopolitik bir kurgu yaptım. Yirminci yüzyılı II. Dünya Savaşı olmadan hayal edin. Amerika taşrada bir komşu, bir kuzen olarak kalırdı. Tamamen içine kapanık, Avrupa'dan uzakta bir Amerika...

Belki Almanya ve Fransa, Avrupa için bir araya gelirdi.

Nobel Ödülü kazananların çoğu Amerikalı değil Avrupalı olurdu, çünkü ABD'ye gitmezlerdi. Bu kitap Adolf Hitler'in antisemit takıntısını da görmemi sağladı. Kitapta göstermek istediğim şey, bir canavara dönüşmenin çok kolay olduğu. Bu herkesin kapısında bekliyor. İşin aslı, canavar bizden farklı biri değil, eğer dikkatli olmazsak biziz, ta kendimiz. Dikkatli olmazsak her birimiz canavara dönüşürüz.

Bu yüzden mi her zaman yeni Hitlerler tehlikesi olduğunu söylüyorsunuz?

Evet. Ama kendi içimizde bile, her zaman haklı olduğumuzu düşündüğümüzde, kayırılmak istendiğimizde, olayları meydana getiren nedenlerin karmaşıklığına bakmak yerine, suçu günah keçilerine attığımızda, tüm bunlar Hitlervari düşüncelerdir. Ve açıkçası her birimiz böyle düşünme eğilimine sahibiz.

Yani suç sadece Hitler'de değildi, hepimizdeydi.

Asıl sorun Hitler'in başarısızlığını yorumlama biçimiydi. Kendi kendine, “Çizimde, teknikte yeterince iyi değilim, gelecek yıl yarışmayı tekrar kazanmak için çok çalışacağım” demek yerine, tersini yaptı. Kendi kendine, "Ben bir dâhiyim ve kimse bunun farkında değil" dedi. Başına gelenleri paranoyakça yorumladı. Ve aslında kusur onda, paranoyak yorumunda, jürinin kararında değil.

Yakın tarihte buna benzer başka büyük kırılma noktaları var mı? Bunun tek örneği Hitler değil, değil mi?

Hayır. Ama Ükroni dediğimiz şeyi yapmak çok ilginç. Başka bir deyişle, "Ya öyle olmasaydı, ya farklı olsaydı" diye düşünmek. Bunun günümüze ışık tutacağını düşünüyorum. Benim yaptığım hem gerçekliği görmek hem de ükroninin tuttuğu ışıkla o gerçekliği aydınlatmaktı. Sadece bir ükroni olduğunda, başka bir deyişle, dünyayı tamamen farklı bir şekilde hayal ettiğimizde ve bu, olduğu haliyle dünyayla ilgili olmadığında, bunun biraz yapay olduğunu düşünüyorum. Aslında benim gördüğüm bir projektör. Ükroni gerçek dünyaya tutulan bir spot ışığıdır.

"UMARIM ÇALIYORUMDUR"

İnsan doğası gereği kötü müdür?

Hayır. Jean-Jacques Rousseau insanın iyi olduğunu ve onu yolundan saptıranın toplum olduğunu düşünüyordu. Ben böyle düşünmüyorum. İnsanın içinde iyinin ve kötünün birlikte yaşadığını, iyinin ya da kötünün zafer kazanmasını sağlayan şeyin özgürlük olduğunu düşünüyorum. Bu bizim sorumluluğumuz. Yani biz kötülükle olduğu kadar iyilikle de donatılmışız.

Yani seçtiğimiz şey bizim kararımız.

Evet.

Flaubert’in dediği gibi, “Üç ya da dört kitap bir insanın ulaşabileceği bilgeliğin tamamını barındırır.” Sizinkiler neler?

Benim için 17. yüzyıl filozofu Blaise Pascal'ın düşünceleri önemli. Yine bir 18. yüzyıl eseri olan Laclos'un “Tehlikeli İlişkiler”i var. Dostoyevski ve Proust'un tüm eserleri var. İzin verirseniz Balzac'ı da yanımda ıssız adaya götüreceğim.

Pek çok yazar için türlü suçlamalar yapılır çoğu da gerçekten öyledir. Faşist, komünist, ırkçı, şiddet düşkünü, sapık gibi… Mesela Andre Malraux adam öldürmüş. Shakespeare vergi kaçakçısı, Paul Verlaine hamile karısına tekme atıyor. Celine'e faşist deniyor. Bir yazarı sevmem için sadece eserini mi dikkate almalıyım, yoksa karakteri de önemli mi?

Céline örneğini ele alalım. Céline Nazi yanlısı, Hitler yanlısıydı. Çok kötü davranışlarda bulundu, korkunç şeyler yazdı ama başyapıtı Gecenin Sonuna Yolculuk antisemitist bir kitap değil. Bu yüzden benim için eser doğruysa, yazarın yolu önemli değil. Benim için önemli olan eserdir.

Picasso, “İyi sanatçı taklit eder, büyük sanatçı çalar” diyor. Hangisini tercih ederdiniz?
Umarım çalıyorumdur.

Bugün orijinal hiçbir şeyin kalmadığını söyleniyor. Yazılacak her şey yazıldı mı?

Şair Jean Cocteau'nun dediği gibi, "Söylenecek her şey daha önce söylendi, ama insanların hafızası çok zayıf.” Özgünlük doğal bir şeydir. Nefesiniz var, bir bedeniniz var, bir kelime dağarcığınız var, bir dünya görüşünüz var. Gerçek bir yazar her zaman orijinaldir.

Türk okurlarınıza ne söylemek istersiniz?

Türkiye'ye gittiğimde, benim gibi Fransız-Belçikalıların ve Türklerin paylaşabileceği bir şey olduğunu keşfettim, o da mizah duygusuydu. Türklerle yaptığım sohbetlerde onların mizah, ironi ve nüktedanlığa olan düşkünlükleri beni her zaman çok etkiledi.

**

BUNLARA BAKIN

1) KARANLIK VE MAVİ, Sevim Kahraman, (Kırmızı Kedi)
Konaklardan yoksulluğa, iktidardan esarete, sürgünden yepyeni bir dünya yaratmaya... Halikarnas Balıkçısı yani Cevat Şakir Kabaağaçlı ve mensubu olduğu Şakir Paşa ailesinin Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan fırtınalı hikâyesi bu kitapta. Ve tabii mavi yolculuklar...

2) SİBER İSTİHBARAT SAVAŞLARI, Ersin Çahmutoğlu (Destek)
Yazar, siber casusluğun çarpıcı operasyonlarını, perde arkasındaki devletleri ve teknolojik silahları anlatıyor. Dijital istihbaratın nasıl bir küresel oyuna dönüştüğünü, istihbarat servisleri ve teknoloji şirketlerinin oyununu gözler önüne seriyor. E-devlet skandalının yaşandığı haftanın ruhuna çok uygun bir kitap.

3) TÜTÜN, Metin Ünal (Yeditepe Akademi)
Önce sert yaptırımlara maruz kaldı, yüzyıllar içinde toplumdaki yerini güçlendirdi. Zamanla ticareti ve tüketimi hız kazandı; getirdiği gelir, devlet için kurtarıcı oldu. 400 yıllık süreçte Osmanlı'da tütünün varlığını, vergilendirilmesini ve idaresini; Cumhuriyet'in ilanıyla yaşanan değişim ve dönüşümü anlatıyor kitap.

4) AYNA ADAM, Lars Kepler, Çev: Solina Silahlı (Doğan)
16 yaşındaki Jenny kaçırılıp başka kızlarla kafese atılır. Kaçıran adam acımasızdır. Kaçmaya kalkışanlara tuzak kurar; ağır cezalar verir. Beş yıl sonra Jenny parkta ölü bulunur. Dedektif Joona Linna bu cinayet ile yıllar önceki bir intihar vakası arasında bağlantı kurar. Lars Kepler’den gerilim dolu bir macera...

5) PALMİYE ŞARABI MÜPTELASI, Amos Tutuola, Çev: Bahar Ulusoğlu (İthaki)
Palmiye şarabı müptelası genç bir adam, içkisini sağlayan palmiye şarabı toplayıcısının ölümünden sonra onu geri getirmek için ölüler diyarına doğru yola çıkar. Nijeryalı yazar, postkolonyal edebiyatın sınırlarını aşarak Afrika’nın rüyalarını yazıya döküyor, büyülü gerçekçiliğin saf halini sunuyor.

Durumu takip etmeye devam edin, SonTurkHaber.com her zaman en yeni haberleri sunuyor.
seeGörüntülenme:25
embedKaynak:https://halktv.com.tr
archiveBu haber kaynaktan arşivlenmiştir 17 Ağustos 2025 05:02 kaynağından arşivlendi
0 Yorum
Giriş yapın, yorum yapmak için...
Yayına ilk cevap veren siz olun...
topEn çok okunanlar
Şu anda en çok tartışılan olaylar

Kılıçdaroğlu na ölüm tehdidi! Çok sayıda isim harekete geçti

16 Ağustos 2025 09:18see241

Fenerbahçe Süper Lig de sezonu Göztepe deplasmanında açıyor Fenerbahçe Haberleri

15 Ağustos 2025 10:28see224

Herkes şikayetçiydi! Karayollarındaki hız sınırı ve hız sınırı sonu levhaları değişiyor! Resmi Gazete de yayımlandı

16 Ağustos 2025 01:58see201

Daltonlar çetesi için iddianame hazır! İşte istenen cezalar

15 Ağustos 2025 21:39see190

Suriyeli İslam aliminin konuşması yeniden gündemde: Allah Erdoğan ı korusun ve yüceltsin VİDEO İZLE

15 Ağustos 2025 21:31see182

AK Parti Sözcüsü Çelik: Bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti için mücadeleye devam edeceğiz

15 Ağustos 2025 09:11see177

SON DAKİKA İBB soruşturmasında flaş gelişme! Ekrem İmamoğlu nun trol ekibine gözaltı

15 Ağustos 2025 08:38see176

Adana’dan Silivri’ye adalet çığlığı! Zeydan Başkan için yürüyüşün 8. günü

16 Ağustos 2025 16:48see175

Çelik: İsrail in yerleşim inşa etme planı, lanetli soykırım eylemlerinin devamıdır

15 Ağustos 2025 09:12see170

Maganda aracın camından kılıç salladı!

15 Ağustos 2025 09:52see119

Bu mutfak aletlerinin fişini hemen çekin! Hem tasarruf sağlıyor hem hayatınızı kurtarıyor Sözcü Gazetesi

15 Ağustos 2025 16:42see116

Mazgalda yangın çıktı: Eskişehir de belediye binası dumana boğuldu Eskişehir Haberleri

16 Ağustos 2025 00:33see115

Özcan Deniz in kardeşi Yurda Gürler sessizliğini bozdu: Abim beni döverken Samar oh çekti

16 Ağustos 2025 08:32see114

İnan Güney in gözaltına alınması Beyoğlu Belediyesi önünde protesto edildi; Bu düzen, iftira at, üzerine para ver kurtul düzenine dönüşmüştür

17 Ağustos 2025 01:24see114

YAŞ kararları sonrası TSK’da sürpriz istifa! Sözcü Gazetesi

16 Ağustos 2025 07:39see114

6 gollü maçta kazanan Liverpool!

16 Ağustos 2025 01:47see113

Adapazarı nda Kavga: Yumruk ve Tekmeler Havada Uçuştu

16 Ağustos 2025 19:04see112

DSİ DEN sulamaya 10 yeni yatırım Ekonomi Haberleri

16 Ağustos 2025 04:05see112

Barış Alper Yılmaz, sezona gollü başladı!

16 Ağustos 2025 01:27see112

İlişki uzmanı Vitaly Kursik e göre bir erkekle asla ilişki yaşamamanız gerektiğini gösteren 10 cümle Sözcü Gazetesi

15 Ağustos 2025 11:16see111
newsSon haberler
Günün en taze ve güncel olayları