Karizma çizilmedi, Tahran çizildi! Nedret Ersanel
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Pazar günü Umman’da ABD-İran nükleer müzakerelerinin yeni ayağı toplanacaktı. Ancak çarşamba ve perşembe günü Washington, “bir tıkanma noktasına gelindiğini, ilerlemenin zorlaştığını” söyledi. Hemen ardından, bölgedeki güvenlik mahfillerini tereddütlü bir alarma sürükleyen uyarılar gelmeye başladı…
En belirgin ipucu, bölgedeki Amerikan misyonlarında acil görevi olmayanların ve ailelerin bulundukları ülkelerden ayrılması ikazıydı. Yani İsrail saldırısından evvel iki ipucu vardı ortada, görüşmelerin çıkmaza girdiği ve tahliye duyuruları. Perşembe günü CENTCOM komutanının Tel Aviv’e gideceği, ardından da bu ziyaretin iptal edildiği haberi geldi. Bir hareketlilik vardı ama kimse bu çapta saldırının gelebileceği konusunda herhangi öngörüde bulunmuyordu…
Sonra Başkan Trump’ın açıklamaları duyuldu ve kısa süre içinde İran’a yönelik bir saldırının gerçekleşeceği kanaati güçlendi…
Fakat bunlara kadar, İran-ABD müzakere süreci, Trump’ın seçilmesinden bu yana yeni bir yol yapılmaya çalışıldığına ilişkin değerlendirme veya umut diyelim daha öndeydi…
Bundan sonrası için ilk paylaşacağımız şu olsun;
İsrail saldırısı uluslararası hukuk açısından da ahlaki açıdan da tamamen “haksızdır” ve savunulacak yönü yoktur.
Türk Dışişleri’nin, “İsrail’in bölgede stratejik istikrarsızlık yaratma planının uzantısıdır” okuması yerli yerindedir…
Ankara’nın İran’a yönelik çok derdi var ve bunların önemli kısmı hâlâ cari olmasına karşın bu olayda durduğu yer doğrudur.
***
Washington, saldırıdan 24 saat önce İran’a saldırı gerçekleşebileceğini söylemesine rağmen -ki, içine Trump’ın Netanyahu ile görüşmesinde saldırıyı istemediklerini söylediği bilgisi de yerleştirilmiş bulunuyor-
Tahran yönetiminin bu denli akıl ve beden tutulması “anlık rehavet” olarak değerlendirilemez!
Ülkenin ulusal güvenlik anlayışı ve pratiğinde gerçek bir felç halinin yaşandığı aleniyet kazanmış bulunuyor. Bu ancak “çürümeyle” izah edilebilir!
Askeri açıdan,
bir ülkenin hava kuvvetleri ne kadar düşük olursa olsun, neredeyse kıpırdayamamış olması dışarıyla değil artık “içeriyle” ilgidir!
Çürüme en çok burada teşhis edilmelidir…
Bu anlamıyla sadece “karizma çizilmesinden” bahsedemeyiz. Bu İran’ın çizilmesidir!
Bir-iki benzetme yapmalıyız; elbette
şartlar aynısıyla mevcut değildir ama
kara savaşı olsaydı, tıpkı Şam’ın bir-iki günde düşmesi gibi bir tabloyla mı karşılaşacaktık?
Ukrayna’nın Avrupa’yı arkalayarak Rusya’yı vurması karizma çizmişti ama bu ötesidir. Fakat politik şekil şartlar açısından çok benzerlik vardır; vekil güç orada Kiev burada İsrail. İki olayda da birkaç gün içinde müzakere süreci, İstanbul ve Umman vardı. İki olayda da ABD, “bir tıkanıklık, ilerleyememe, inat halinden” bahsediyordu. Trump’ın, “sıkıldım bu işten” çıkışını anımsayalım.
Yani bir okuma, “şablonik bir tıkanıklık açma operasyonu” olabileceğidir.
Ukrayna’nın operasyonu ile İsrail’in operasyonu hem teknik hem siyasi benzerlikler içeriyor ve elbette manidardır.
Rusya beterini sezdiği için, İstanbul görüşmelerinden çekilmedi. Ama İran “bu görüşmelerden” çekildi. Sonrası için açık kapı bıraktı ama geriledi. Rusya’nın, ABD ile normalleşme yolundaki ilerlemelere bakarak Trump’a İran konusunda destek teklifi de sakatlanmış oldu. Elbette sıradan kınamalar dışında Moskova ve Pekin’in sessizliğini de arada not etmeliyiz…
ABD Dışişleri Bakanı Rubio, “biz saldırıya katılmadık, İran bize bulaşmasa iyi olur” dese de, Amerika’nın İsrail’e yol verdiği, istihbarat ve lojistik destek sağladığından şüphe edilemez. Trump yönetiminin, “saldırı olursa İsrail’i de kendimizi de koruruz” açıklaması da gerçektir. Bu olursa Tahran düşer.
Olmazsa?..
***
Bir başka temel konu; İran-ABD nükleer görüşmelerinde, Tahran yönetiminin baştan beri, “nükleer programında uranyum geliştirme oranının sıfırlanmasını kabul etmeyecekleri” şartının, egemenliğiyle ilgili olduğunu vurgulamasının Amerikan yönetimi tarafından başta esneklikle karşılanması, fakat bugün artık “tamamen” sıfırlanmasına el yükselttiği, yön değiştirdiği gerçeğidir. İran’ın neredeyse tek şartı olan ve kendine göre kırmızı çizgisi saydığı sınırlı üretimin dahi yok edilmesi/izin verilmemesi açık ki, İsrail’in Beyaz Saray’a abanmasıyladır. Belli ki Tel Aviv Amerika’yı/Trump’ı etkilemeyi başarmıştır…
Gelelim İran’da rejim değişikliği meselesine…
İsrail saldırılarının vurduğu hedeflerin büyüklüğü ister isim isim ister askerî olsun,
Tahran’ı yöneten elitin, Cumhurbaşkanı ve dini lider dahil öldürebileceği
düşüncesini herkesin aklına getirmelidir…
Ama yapmadı?
Keza, Dışişleri Bakanı’nı ve/veya Savunma Bakanı’nı öldürebilirdi. Bunlara da dokunmadı.
Tersine,
İran iktidarının daha muktedir bir cephesini, silahlı kuvvetler ve Devrim Muhafızları’nın tepe noktalarını yok etti.
Doğal olarak nükleer kapasitesinin teknik varlığını ve arkasındaki bilimsel akılları da vurdu ama bu siyasi değil askeri hedefti. Ancak iktidarın hangi dallarını kestiği meselesi, hedeflerin “kişileri” kapsaması, rejim değişikliği formülünün/şeklinin nasıl işleyeceği/yol yapıldığı düşüncesiyle ilgilidir…
***
Geriye sadece şu kalır; İran kamuoyunun gerçekleri nasıl anlayacağı, ‘algılayacağı’ ve reaksiyon vereceği. Önceki örneklerde bu çalışmadı. İsrail’in veya ABD’nin bunu isteyip-istemediği ayrı düşün konusudur. Her iki başkent de, “yerine ne gelecek” sorusuna takıntılı biçimde bağlıdır. Bunun yerine, Tahran’da mevcut iktidarın belli bölümünün daha güçlü hale gelmesini mi ister diye de sormalıyız…
Daha geniş pencereden; her halükârda ve gün sonunda, mevcut ABD yönetimi, bölgesel değişiklikler ve küresel rekabet kutupları açısından İran’ın nasıl bir liderlikle yönetilmesi gerektiği üzerine de herkes düşünmelidir…


