Küresel ekonominin tadı tuzu yok
Sabah sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Küresel ekonomi son 17 yılın en kötü performanslarından birini sergiliyor. Dünya Bankası, son hesaplamalarında küresel ekonominin 2025'te yüzde 2.3 büyüyeceğini tahmin ediyor. Artan ticaret engelleri ve yükselen politika belirsizliği, bu cılız büyüme beklentisine neden olan temel unsurlar. Mevcut eğilimin devam etmesi durumunda 2020'li yıllarda dünya, 1960'lardan bu yana 10 yıllık dönemler için en yavaş büyüme hızını kaydedecek. Bu tahmin, küresel ekonomideki yavaşlamanın boyutlarını daha net ve dramatik biçimde özetliyor.
Dünya Bankası, gelişmekte olan ülkeler için büyüme beklentisini ise yüzde 4.1'den yüzde 3.8'e düşürdü. Küresel ticaretin tarifeler ve belirsizliklerle yavaşlıyor olması, gelişmekte olan ülkeleri büyüme ve kalkınma hedeflerinden uzaklaştırıyor. 2000'li yıllarda ortalama yüzde 5.1 olan dünya ticaretindeki büyüme, 2010'lu yıllarda yüzde 4.6'ya inmişti. Bu düşüşe rağmen dış ticaret büyümeyi destekleyecek seviyelerdeydi. Son yıllarda ivme kaybı daha belirgin hale geldi. Dünya Bankası'nın beklentisi, 2020'li yıllarda dünya ticaretindeki büyümenin yüzde 2.6'ya düşmesi yönünde. Sadece bu düşüş bile birçok şeyi anlatmaya yetiyor.

ZORLU KONJONKTÜR
Uluslararası ticaretteki sıkıntıların yanı sıra doğrudan yabancı yatırımlarda yaşanan ivme kaybı da gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkeleri yakalamasını zorlaştırıyor. 2008'de kaydettiği zirvesinin yüzde 50'sine gerileyen doğrudan yabancı yatırımlar, gelişmekte olan ülkelerin teknoloji transferi, istihdam artışı ve üretkenlik kazanımları yoluyla elde edebileceği uzun vadeli büyüme potansiyelini aşağıya çekiyor.
2020'li yıllar gelişmekte olan ülkeler için sadece ticaret, yatırımlar ve büyüme açısından zorlayıcı geçmiyor; kamu bütçesi tarafında da sinyaller olumsuz. Dünya Bankası'nın yaptığı hesaplara göre, bütçe açıkları 2020'lerin başından bu yana yüzde 6'ya yükseldi. Bütçe açığının GSYH'ye oranı 2000-2020 arasında ortalama yüzde 2.3 seviyesindeydi. Faiz ödemelerinin bütçe üzerindeki yükü de artıyor. Net faiz maliyetlerinin GSYH'ye oranı 2010'dan bu yana kademeli olarak artarak yüzde 2.4'e yükseldi. Böylesi bir faiz yükü; eğitim ve sağlık gibi kalkınmanın temel unsurlarına harcanabilecek kamu kaynaklarının azalması anlamına geliyor.

SÖMÜRÜ DÜZENİNİN MALİYETİ
Konjonktürel olarak pozitif bir dönemde olmayabiliriz; fakat koşullar gelişmekte olan ülkeler için hiçbir zaman kolay değildi. Aynı zamanda adil de değildi. "21. Yüzyılda Kapital" isimli kitabıyla ünlenen Fransız iktisatçı Thomas Piketty'nin Gaston Nievas ile bu hafta yayınladıkları bilimsel çalışma, bu konuya ilişkin çarpıcı bulgular sunuyor. Avrupa, 19. Yüzyıl'ın başında sanayide dünyanın üretim gücü haline gelirken, hammaddeyi çok büyük oranda Doğulu ve Güneyli ülkelerden ucuza sağlıyordu. Avrupalılar pamuktan kömüre kadar birçok emtiayı kendine çekebilmek için dünyanın dört bir yanını sömürgesi altına alıp milyonlarca insanlı köleleştirdiler. Bu sayede sanayi ticaretinde çok ciddi fazlalar verdiler. Avrupa'ya akan para sadece sanayiden değil, başta deniz taşımacılığı faaliyetleri (navlun ve sigorta gibi) olmak üzere hizmet ticaretinden de geliyordu. Fransa'nın 1825'te Haiti'ye uyguladığı köle borcu, İngiltere'nin 1842'de Çin'den aldığı Afyon Savaşı tazminatı ve sömürge ülkelerden alınan vergi gelirleri de Avrupa'ya akan serveti katlıyordu.
Piketty ve Nievas'ın bulgularına göre, 1800- 1914 yılları arasında bu tip sömürgeci transfer gelirleri olmasaydı, zenginliğin coğrafi dağılımı çok farklı olurdu. Yapılan hesaplamalar böylesi bir senaryoda Avrupa'nın çok büyük bir borç batağına saplanacağını, Güney ve Güneydoğu Asya'nın ve daha az ölçüde Latin Amerika'nın önemli miktarda dış sermaye kaynağı biriktirebileceğini gösteriyor. Aslında sonuçlar malumun ilanı. Fakat çalışma, 1800-2025 yılları arasında 57 bölgeden küresel ticaret ve ödemeler dengesi rakamlarını bir araya getirerek yeni bir veri tabanı oluşturması ve bu sayede Avrupa'nın adaletsiz ve eşitsiz bir iktisadi sistemle diğer ülkelerin üzerine basarak yükseldiğini veriye dayalı olarak göstermesi nedeniyle değerli bir çalışma.
Bugün bu çarpık iktisadi sistem devam ediyor. Eskinin sömürülen ülkesi ABD, bu sefer kendisi farklı kanallar üzerinden dünya kaynaklarını sömürmeye çalışıyor. Gelişmekte olan ülkeler bu cendereden kurtulmaya çalışıyor. Maalesef bunu başarabilen ülke sayısı çok fazla değil. Ama yapabilenler var. Mevcut koşullar tüm risklerine rağmen belli fırsatlar da sunuyor. Türkiye de doğru stratejiler ve akıllı politikalarla bunu başarabilecek potansiyele sahip ender ülkelerden biri...


