Liyakat ve mülakat Sözcü Gazetesi
SonTurkHaber.com, Sozcu kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Bugün, insan kaynakları yönetimiyle ilgili iki konuyu ele alacağım. Birincisi, işe alımlarda kullanılan mülakat (İngilizcesi interview) yöntemidir. Uzunca bir süredir muhalefet, kamuda mülakatın kaldırılmasını istiyor. Sebep olarak, AKP’nin mülakatı, yandaşlarını işe yerleştirmek amacıyla kullanmasını gösteriyor. AKP bu amaçla kullanıyor diye mülakat kaldırılmamalıdır. Çünkü göreve “liyakatli” insanları getirmek için işe alımlarda mülakat kamuda da vazgeçilmez bir değerleme yöntemidir. İşe almalar iki aşamadır. Birincisine “eleme”, ikincisine “seçme” denir. İşe almanın “eleme-sıralama” aşamasında yapılan yazılı sınavlarda alınan tek bir not, o adayın açık olan pozisyonu dolduracak en uygun kişi olduğunu gösteremez. Bu cümlede bilhassa “liyakatli” değil “uygun” sıfatını kullandım. Yazılı sınavlar bilgi düzeyini ölçer. Sınav interaktif değildir. Aday, sınav kağıdıyla baş başadır. Kişinin huyu, suyu, mizacı, karakteri ve değer yargıları hakkında “soru-cevap” yoluyla kanaat oluşturmak çok zordur. Biraz uyanık bir aday, bu maksatla sorulan soruları kazasız belasız atlatabilir. Halbuki usta bir mülakatçı, karşısındaki adayın, hem sınavın ölçemediği bilgi derinliğini ve hem de karakterini ortaya çıkarabilir. Onu önce rahatlatıp sonra birazcık kızdırarak tepkici hale getirir. Aday, sözlerine hakim olsa, beden diline hakim olmaz. Mizacını belli eder. Emekçi, tek başına eser yaratan ressam veya bestekar değildir. Değer yaratma bir takım oyunudur. İktisadi olan, bireyin değil takımın başarısıdır. Mülakatın bir amacı da “liyakatli” kişinin takım oyununa yatkın olup olmadığını anlamaktır. Mülakatın adaya da faydası vardır. Görüşme sırasında o da çalışacağı işverenin veya işyerinin gerçeklerini anlama fırsatı yakalar. İşe girince nasıl bir kültür ve zihniyet ortamı bulacağını, mülakatçının takındığı tavırdan anlar. Ona göre karar verir.
İŞE ADAM MI, ADAMA İŞ Mİ ARANIYOR
İkinci konumuz “atanmayan öğretmenler”. Söylentiye göre 500 bin atanmamış öğretmen varmış. Ben bu atanmamış ibaresini kafa karıştırıcı buluyorum. Herhalde şu denmek isteniyor: Türkiye’de öğretmenlik için gerekli tüm şartları sağlamış 500 bin genç atama bekliyor. Ama MEB, bunları keyfi olarak işe almıyor. Onlar da ya başka işlerde çalışıyor ya da çoklukla evde oturuyor. Şöyle bir gerekçe ileri sürülüyor. Madem devlet, bu kişilere öğretmenlik formasyonu vermiş öyleyse onları öğretmen olarak atayıp maaş ödemeye mecburdur. Aynı mantıkla soruyorum: İletişim fakültesini bitirmiş ama gazeteci olarak iş bulamayanlar da “atanmamış gazeteci” midir? Üniversitelerin sosyoloji bölümü mezunu olup sosyologluk yapmayanlar “atanmamış sosyolog” mudur? Acaba ülkemizde kaç “atanmamış ziraat veya orman mühendisi”, “atanmamış eczacı”, “atanmamış sanat tarihçisi” var? Devletin sadece atanmayan öğretmenlere mi yoksa diplomasına göre iş bulamayanların hepsini “atayıp” maaş bağlanması öneriliyor?
DERSLER BOŞ MU GEÇİYOR?
Resmi sayılara göre Türkiye’de halen 994 bini resmi ve 175 bini özel okullarda olmak üzere toplam 1 milyon 170 bin çalışan öğretmen var. Aklıma takılan soru şu: MEB’de 500 bin öğretmen açığı var ve bu yüzden birçok ders boş geçiyor, buna rağmen atamalar “bütçe kısıtı” yüzünden yapılmıyor mu? Hal böyle değilse yani 500 bin öğretmen açığı yoksa, bu atamaları zaten yapmamak gerekir. İktidarı devralmak üzere bulunan CHP’den “kıt kaynakları, sonsuz ihtiyaçlar arasında en yüksek verimi sağlayacak şekilde tahsis edecek” bir iktisadi politika ortaya koymasını bekliyoruz. “Zenginden alacağız fakire vereceğiz” demek yetmez. Hele hele CHP iktidara gelince devlet, her diplomalı işsize iş verecek deniyorsa, diplomasız işsizlerin hakkı yenmiş olmaz mı?
SON SÖZ: Kötü kişi olmadan iyi politika uygulanamaz.


