Liyakat, Adalet ve Eşit Yurttaşlık!
Halktv sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
“Milli sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz.” 23 Temmuz 1919-Erzurum Kongresi Kararı
Kim derdi ki, yıllardır kendisi dışındaki bütün siyasi rakiplerini, solu, sosyalistleri bölücülükle suçlayan, varlık ve meşruiyet alanını ‘beka kaygıları’ üzerinden kuran Türk milliyetçilerinin bizatihi kendisi toplumu kategorilere ayırıp bölücülük yapsın.
Hatırlarsınız; Devlet Bahçeli AKP ile ittifak yapıncaya kadar toplumun farklı etnik ve dinsel gruplarının zikredilmesinden fena halde rahatsız olurdu. Örneğin, memleketi Osmaniye’de AKP Genel Başkanı Erdoğan’a hitaben 2009 yılında yaptığı konuşmada, “Her gittiğin yerde ayrımcılık tohumları ekme. Sana soran yok, eden yok. 'Türkiye'de 36 etnik grup vardır' diye birer birer saymanın ne manası var?" derdi.
Bölücülüğün dik alası
Kaderin cilvesi mi, tarihin ironisi mi, feleğin çemberinden geçmek midir nedir bilmiyoruz ama Bahçeli, bölücülüğün dik alasını yaptı. Basına ve kamuoyuna önce kulis şeklinde sevgili İsmail Saymaz’ın haberiyle yansıyan, ardından doğrulanan bilgilere göre Bahçeli, bir süre önce yapılan bir parti toplantısında "Bir Cumhurbaşkanı yardımcısı Kürt, biri de Alevi olsun” dedi ve bir kez daha herkesi şaşırttı.
Bu söz, Türkiye’nin yaşadığı iki derin fay hattını ve yıllardır üstesinden gelinemeyen iki sorun alanını yansıtması bakımından önemli. İyi niyetli düşünülecek olursa bu zamana kadar kin ve nefret siyasetiyle kendisine bir varlık alanı üreten Bahçeli ve onun çizgisinin toplumdaki farklı etnik ve dini unsurların temsiliyetini önemsediği şeklinde yorumlanabilir. MHP’nin daha kapsayıcı bir çizgiye geldiği gibi iyimser düşünceler de uyanabilir.
Puzzle oyununun parçaları
Gelin görün ki, Bahçeli’nin sözleri puzzle oyununun parçalarından biri.
Diğer parçaları hatırlayalım:
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen haftaki parti istişare toplantısında “Malazgirt ruhu”ndan, “Kudüs İttifakı”dan, “İstiklal Savaşı’nın nüvesi”nden ve Türk-Kürt-Arap ittifakından bahsetti. Bu adına “Terörsüz Türkiye” denilen ve içeriğini kimsenin tam olarak bilemediği bir sürecin Yeni Osmanlıcı siyasetle harmanlandığı anlamına geliyordu.
Büyük fotoğrafın diğer parçasını ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve Türkiye Büyükelçisi Thomas Joseph Barrack yerine yerleştirdi. Barrack, ulus devletlerin İsrail için tehdit oluşturduğunu belirtirken Türkiye için en iyi sistemin “Osmanlı Milletler Sistemi” olduğunu ifade etti.
“Türkiye Birleşik Devletleri” ya da “Türkiye İmparatorluğu”
Bütün parçalar yerine yerleştirildiği için tablo da ortaya çıktı.
Metin Külünk’ün ifadesiyle “Türkiye Birleşik Devletleri” ya da Mücahit Birinci’nin yazdığı gibi “Türkiye İmparatorluğu”… Toplumun kompartımanlara ayrıldığı ve ayrıştırıldığı, demokrasi, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi çağdaş, eşit yurttaşlık kriterlerinin esas alınmadığı, muhalefetsiz arkaik bir Ortaçağ ve Ortadoğu düzeni… Aslında bize vaat edilen bu…
Nereden nereyeeee? AB perspektifli muhafazakar demokrasiden yurttaş değil kul, köle, tebaa anlayışının hakim olduğu bir Ortadoğu ülkesi…
Zaten, uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin yeri de yeniden tanımlanıyor. Gündemin onca yoğunluğu arasında dikkatlerden kaçtı ama ABD’de iki kongre üyesi, Türkiye’nin bir Orta Doğu ülkesi olarak yeniden sınıflandırılması için yasa tasarısı sundu. Tasarı, Türkiye'nin ABD Dışişleri Bakanlığı'na bağlı Avrupa ve Avrasya Bürosu'ndan (EUR) Yakın Doğu Bürosu'na (NEA) taşınmasını öngörüyor. Böylece Türkiye'nin diplomatik statüsü İran, Suriye ve Libya ile aynı bölgede tanımlanacak. Gerekçe "Türkiye'nin Orta Doğu'ya yönelmesi ve artık Avrupa ile ilişkilerine öncelik vermemesi"...
Bir Cumhurbaşkanı Yardımcılığı ile aldatılmak
AKP-MHP-ÖCLAN İTTİFAKI ile pişirilmiş bir yemek var ve şimdi Aleviler’den o yemeği yemeleri bekleniyor. Uzatılan elma şekeri pek parlak ve çekici görünüyor. Lakin içi zehir dolu!..
Çünkü, bir Cumhurbaşkanı yardımcılığı ile aldatılmak, Sünni mezhepçiliğe dayalı Yeni Osmanlı Milletler Sistemi’ne razı edilmek istenen Aleviler var.
Bütün bir toplumsal ve siyasal alanın Sünni mezhepçilik ile kuşatıldığı, Alevilerin devletin bütün kademelerinden tasfiye edildiği, KPSS sınavlarında en yüksek puanları aldıkları halde gençlerin sözlü mülakatlarda gayet sistemli ve bilinçli politikalarla elendiği bir ülkede “seçilmiş, makbul isimler” üzerinden yeni anayasaya meşruiyet yaratılması planlanıyor.
Aleviler bu ince siyaset tuzaklarına düşer mi?
Gelen ilk açıklamalar, düşmeyecekleri yönünde…
Ayrımsız bir kültürel iklim
Örneğin, Alevi Düşünce Ocağı’nın yaptığı açıklama çok önemli.
“Türkiye’ye gereken bir başkan yardımcısının Alevi ya da Kürt olması değil, Alevi, Roman ya da Kürt bir vatandaşın başkanlığına engel olmayacak bir düzen, bir kültürel iklim kurmaktır. Bunun için liyakatin her alanda esas olmasını sağlamak hem gerekli hem de yeterlidir. ” (…) “İhtiyacımız, ‘hepimiz farklıyız, hepimiz eşitiz’ anlayışını benimseyen kimliklere saygılı ve bu ilkelere yönelik somut uygulamalardır. Dünyada hukukun üstün olduğu, hak ve özgürlüklerin gelişmiş olduğu ileri demokratik ülkelerde de yapılan budur. Aydınlık bir gelecek, eşitlikçi ve çoğulcu bir toplum kurmanın yolu geçmişte kalan millet sistemi değil, hukukun üstün olduğu, çoğulcu ve eşitlikçi bir demokratik toplum kurmaktır.”
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ise “Bizler inanç ya da etnik kimlikler üzerinden pazarlık edilen bir rejimi değil; eşit yurttaşlığa dayalı, laik ve demokratik bir Cumhuriyet istiyoruz” şeklinde açıklama yaptı.
Kimlik üzerinden yapılmak istenen politik bölücülük, ülkemizde beka sorununu gündeme getirir. Bu korkunç tuzağa Aleviler sağır-kör bakar. Laik demokratik yaşam tarzının yarattığı iklimde yaşamayı arzulayan Alevi toplumunun örgütlü-örgütsüz büyük bir çoğunluğu; kastlaşma yaratacak kotalar, kontenjanlar değil; liyakate dayalı, adaletin tüm yurttaşlara aynı mesafede uygulandığı bir eşitlik istiyor.
Dil, din, ırk farklılıklarıyla bir arada, eşit yurttaşlık bilinciyle, aydınlık yarınlar kurma yolunda, adalet duygusuyla ortak bir kültüre sahip olan yurttaşlarımızı ayrıştırmak amacıyla öne sürülen tuzaklara karşı uyanık olmak zorundayız.


