“Lozan’ı sorgulamak devleti yıkmak değil, demokratikleşmeyi tartışmaktır’ Agos
SonTurkHaber.com, Agos kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
PKK, 12 Mayıs’ta fesih kararını duyurarak on yıllardır süren silahlı mücadelesinin sona erdiğini duyurdu. Bu tarihi karar farklı tartışmalara neden olsa da, hararetle en çok öne çıkan konulardan biri açıklamadaki Lozan Antlaşması ile ilgili bölümler oldu. Örgütün, “kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı” kurulduğu belirtilerek, Lozan’ın Kürt-Türk ilişkilerini sorunsallaştırdığına dikkat çekildi ve iki halkın ortak kurucu öğe olarak benimsendiği 1924 Anayasası öncesine işaret edildi. Modern tarih profesörü Hans-Lukas Kieser, Lozan Konferansı ve Antlaşması üzerine çalışmalarıyla bilinen ve aynı zamanda 2005-2015 tarihleri arasında Basel kentindeki İsviçre-Türkiye Araştırmalar Derneği’ne başkanlık yapmış bir isim. “Demokrasi Öldüğünde: Kalıcı Lozan Barışı!” kitabının yazarı Kieser ile, Türkiye'deki Kürtlerin hakları üzerinden başlayarak cumhuriyetin kuruluşu ve öncesindeki tarihi tartışmalara varan Lozan Antlaşması’nı ve sonuçlarını konuştuk.
PKK fesih kararını kamuoyuna duyurduğu açıklamasında Lozan Antlaşması’na atıfta bulundu ve bu atıf özellikle kendini cumhuriyetin kurucu ideolojisine bağlı gören milliyetçi kesim tarafından neredeyse kararın kendisinden daha çok tartışıldı. Siz bu tartışmaya şaşırdınız mı?
Hayır. Çünkü Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yarı-kutsal temel taşıdır. Lozan’ı sorgulamak, Atatürk de dâhil olmak üzere kurucu kadronun zihniyetini sorgulamak anlamına gelir. “Nutuk”taki Lozan’a dair uzun bölümleri okuduğunuzda, “yüzyıllardır Türk milletine karşı hazırlanmış büyük bir ölümcül komplonun çöküşünü sağlayan eşi benzeri görülmemiş bir siyasi zafer”in övgüsüyle sonuçlandığını görürsünüz. Dolayısıyla, bu tarihsel zihniyetin devamı olarak, Lozan’ı sorgulamak birçok kişi için Türk milletine karşı bir komplo kurmakla eşdeğerdir. Bu kişiler, köklü sorunların aşılması ve doğuştan gelen yapısal bozuklukların iyileştirilmesi ve hatta “Türk milleti” kavramının yeniden düşünülmesi için içtenlikli bir analize duyulan ihtiyacı kavramakta zorlanmaktadır. “Nutuk”, Anadolu’nun etno-dini çoğulluğunu tanıyan Sevr Antlaşmasını, Türkiye’ye karşı yürütülen kadim Batı komplosunun doruk noktası olarak görmüştür.
Lozan öncesi Kürtler konusundaki tartışmalarda nasıl görüş ayrılıkları yaşanmıştı?
Kürt özerkliği, en hassas meseleydi. 1920 tarihli Sevr Antlaşması, başarılı bir referandum yapılması ve Milletler Cemiyeti'nin onayı koşuluyla, Türkiye’nin güneydoğusu ile Kuzey Irak’ın bazı bölgelerini kapsayan bir Kürt devleti kurulmasını öngörüyordu. Bu durum, Ankara’daki yeni hükümeti, Kürtlere gelecekte özerklik sağlanacağı ve halifeliğin korunacağı yönünde gerçek dışı vaatlerde bulunmaya sevk etti.
Kürt liderlerin çoğunluğu, Birinci Dünya Savaşı’ndan Ankara’nın Kürtlerin (ve Bolşeviklerin!) yardımıyla tüm Anadolu'ya hakim olma savaşını kazandığı 1922 yılına kadar geleneksel Sünni emperyal kardeşlik ruhuyla savaştı. Yeni Ankara hükümetinin kurucuları ile kadrolarının çoğu, İttihat ve Terakki kökenliydi. Bu kadroların rejimi, I. Dünya Savaşı sırasında Kürtlere karşı Türkleştirme politikasını başlatmıştı. Bu politika, perde arkasında Ankara’da en başından itibaren sürdürüldü. Örnek için, Bakan Rıza Nur’un Ziya Gökalp’e bu doğrultuda bir çalışma yazması için verdiği talimata bakılabilir. Ankara’daki kadrolar, Kürtlerin kendi Türk milliyetçiliği anlayışları doğrultusunda asimile edilebileceği gibi ölümcül bir yanılsama içinde yaşıyorlardı. Fakat Ankara'nın Türkleştirme politikası, Lozan Antlaşması'nın başarıyla sonuçlanmasıyla Gazi Kemal’in iktidar çevresinin pozisyonunu güçlendirmesinin ardından ancak etkin duruma geldi.
"Fransa ve Britanya için Ankara ile bir uzlaşmaya varmak, özellikle Suriye ve Irak’taki manda yönetimlerinin komşusu Türkiye’nin pasifize edilmesi gerektiğinden, öncelikliydi. Musul meselesinin kendi çıkarları doğrultusunda çözülmesi, Britanya’nın emperyal öncelikleri arasında yer alıyordu. Lozan Konferansı, azınlıkların korunması ve anayasal ilkeler – tüm boyutlarıyla gerçek bir demokrasi – fikrinden genel anlamda vazgeçilen dönüm noktasıdır."
Lozan’daki görüşmeler sırasında Azınlıklar Alt Komisyonu, Müslüman olmayan azınlıklar gibi Müslüman azınlıkların da tasarıdaki koruma tedbirlerinden yararlanmalarını talep etmişti. Ancak Türk heyet, buna ihtiyaç olmadığını ve Kürtlerin “halinden memnun olduğunu” dile getirmişti. Bu talepten nasıl vazgeçildi?
Batılı güçler, söz konusu durum ilkelerine aykırı olmasına rağmen, bu konuda ısrarcı olmadılar. Çünkü Fransa ve Britanya için Ankara ile bir uzlaşmaya varmak, özellikle Suriye ve Irak’taki manda yönetimlerinin komşusu Türkiye’nin pasifize edilmesi gerektiğinden, öncelikliydi. Musul meselesinin kendi çıkarları doğrultusunda çözülmesi, Britanya’nın emperyal öncelikleri arasında yer alıyordu. Lozan Konferansı, azınlıkların korunması ve anayasal ilkeler – tüm boyutlarıyla gerçek bir demokrasi – fikrinden genel anlamda vazgeçilen dönüm noktasıdır. Bundan önce, 1919-21 yıllarında Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki yeni devletlerle azınlık koruma antlaşmaları imzalayan Milletler Cemiyeti'nin kuruluşu sırasında ve öncesinde çokça vurgulanmıştı. Bu durum 1923'teki Ankara hükümeti için geçerli değildi.
Lozan’ın tartışmaya açılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu tartışmaya açmakla eş değer midir?
Yapıcı bir ruhla sorgulamak, Lozan Antlaşması'nı iptal etmek ya da Türkiye Cumhuriyeti devletini oluşturan yönetim biçimini ortadan kaldırmak anlamına gelmez. Aksine, yapıcı bir ruhla ciddi bir sorgulama yapmak, Lozan'ın kurucu grup ve onların nesli tarafından nasıl algılandığı ve kullanıldığıyla ilgili çıkmazın üstesinden gelmekle ilgilidir. Ciddi bir sorgulama, Türkiye'de tam demokratikleşmeyi ve hukukun üstünlüğünü açıkça engelleyen, ekonomik sefalete katkıda bulunan, toplumsal huzursuzluğu uzatan ve on binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan korkunç çatışmaların köklerini ele almak için gerçek bir şansa sahip olmanın tek yoludur.
"Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra Ermeni iddialarından duyulan korku, Anadolu’daki savaşlar sırasında Türk-Kürt siyasi ittifakı için başlıca motivasyon kaynaklarından biriydi. Ermenilerin iddia ve beklentileri, topraklarına geri dönüşü, kayıpların tazminini, zararların karşılanmasını, kendilerine karşı işlenen suçların cezai takibata uğramasını ve genç bir ulus-devlet olarak toprak talebini içeriyordu. Tüm bunlar Türkleri ve Kürtleri etkiledi ve onları Ermeni karşıtı ortak bir tutumda birleştirdi."
Kürtlere Lozan’da atıf yapılması, Kürt meselesinin ele alınış biçimini değiştirir miydi? Ya da başka bir deyişiyle, Lozan Kürt sorununun başlangıcı mıdır?
Müttefikler (İtilaf Devletleri), Lozan Antlaşması’nda Kürtlere güçlü ve açık bir atıfta bulunulması konusunda ısrarcı olabilirlerdi. Bu da en azından Kürtlerin temel azınlık haklarını (anadil, basın, eğitim, yönetim ve mahkemelerde Kürtçe dilinin kullanımı, vs.) açık bir şekilde ortaya koyardı. Bu, Ankara’nın Kürtlerin haklarını ve gerçekliğini (Lozan Antlaşması’nın bazı önemli bölümlerine aykırı olarak) bu kadar uzun süre inkâr etmesini kesinlikle çok zorlaştırırdı. Türk delegasyonu, Ermeni sorunundan, Kürt sorununa göre, hem sorunun ciddiyeti (toprak, hukuk ve tarih) hem de kentte kendi davaları için bastıran bir Ermeni delegasyonu olması nedeniyle çok daha fazla korkuyordu. Kürt temsilcileri ya Ankara'nın yanında yer aldı ya da Lozan'da yokluklarıyla dikkat çekti
Bu korkunun Türk-Kürt ittifakına etkisi ne oldu
Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra Ermeni iddialarından duyulan korku, Anadolu’daki savaşlar sırasında Türk-Kürt siyasi ittifakı için başlıca motivasyon kaynaklarından biriydi. Ermenilerin iddia ve beklentileri, topraklarına geri dönüşü, kayıpların tazminini, zararların karşılanmasını, kendilerine karşı işlenen suçların cezai takibata uğramasını ve genç bir ulus-devlet olarak toprak talebini içeriyordu. Tüm bunlar Türkleri ve Kürtleri etkiledi ve onları Ermeni karşıtı ortak bir tutumda birleştirdi. Ancak Ankara, savaşları kazanıp Lozan Konferansı’nda diplomatik zafer elde ettiğinde -yani Ermenilere ciddi bir taviz vermeden, geri dönenler için Ankara’nın egemenliği altında bir bölge bile tahsis etmeden- bu belirleyici ortak motivasyon ortadan kalktı ve Ankara artık Kürtlerin endişelerini dikkate almak zorunda olmadığına inandı.
İYİ Parti lideri, “Lozan, Türkiye Cumhuriyeti'nin tapu senedidir. Bir terör örgütü, Lozan’a karşı zafer ilan ediyorsa, Türk devletini ve bu süreci yönetenler, kalkışmanın failleri olmaktan kaçamazlar” dedi. Katılır mısınız?
Bu kışkırtıcı açıklama, tekdüze dogmatik düşünce tarzını ele vermektedir. Mevcut çatışmaları sürdürmekle eşdeğerdir. Kimin çıkarına? Burada eksik olan, yanlışları düzeltecek cesaret ve tarihi kavrayıştır. Diplomasi tarihi açısından Lozan Antlaşması’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin “doğum belgesi” olduğu doğrudur. Ancak sorun, sorgulanmayan bu belgeden çok, Lozan Konferansı’nın bağlamı ve tüm ruhudur. Bu, kısa sürede kurulan Kemalist diktatörlüğün sadece Kürt sorununda değil ama özellikle de Kürt sorununda aşırı milliyetçi bir yol izlemesine izin verdi. Barışçıl çözümlere yönelik demokratik süreçlere ya çok az yer bıraktı ya da hiç yer bırakmadı. Eşitlikçi, katılımcı ve çoğulcu demokrasi iyi bir sona giden tek umut verici yoldur.
Tarihçi Ayşe Hür, Lozan Anlaşması için “Türk milliyetçiliğinin Türk olmayan halklara karşı açtığı 100 yıllık savaşın başlangıcını sembolize eden bir terim oldu” diyor.
Bu yorum Lozan’ın fazlasıyla gerçek olan karanlık yüzünü anlatmaktadır. Aslında Lozan Konferansı, 1914-23 yıllarında diğer tüm gruplardan daha fazla mağdur edilen Türk olmayanların, özellikle de Anadolu'nun Hıristiyan halklarının tarihini, haklarını ve büyük dramını susturmuştur. Onlardan sonra en çok hedef alınan Kürtler oldu. 1923'ten sonraki yüzyılı tanımlayan muzaffer Türk milliyetçiliğinin taşıyıcıları, ulus-devletlerinin kuruluş döneminde (1913-38) ötekileştirilen ve ezilenlerle barış arayışında ve çözüm bulmada başarısız oldular. Diğer bazı devletler, kurucu şiddetin ardından böylesine önemli bir uzlaşma zorluğunun üstesinden gelme konusunda daha başarılı olmuştur. Ancak Lozan'ın parlak olmasa da gri bir tarafı da var: Lozan Antlaşması'nın Osmanlı dünyasında on yıl süren uzun savaşları sona erdirmesi, Türk-Müslüman çoğunluğa “Türk Yurdu”nda yeni bir başlangıç yapma şansı vermesi ve uzun süredir kesintiye uğrayan diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmesi gibi son derece önemli bir gerçek. Her ne kadar hepimiz (en azından şimdi) hâlâ geçerli olan “Lozan Yakın Doğu Barışı”nın eski Osmanlı dünyasına gerçek barışı getirmekten uzak olduğunu bilsek de, 1923'te bu önemliydi.
Kürt siyasi hareketi, Lozan Antlaşması'nın Türkiye halkları için ağır sonuçlara neden olduğunu belirterek 2023’te yaptığı açıklamada, “Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde din kardeşliği adına Kürtlerin desteğini isteyen, kurulacak devletin Türklerin ve Kürtlerin ortak devleti olacağını söyleyenler, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra bütün sözlerini unuttular” demişti. Mevcut tartışmalar Türk tarafının eşit yurttaşlık talebine örtülü bir karşı çıkışı da olabilir mi?
Uzaktan takip edebildiğim kadarıyla, Türkiye'deki mevcut tartışmalar, Kürtler ve diğer gruplara tüm hak ve sorumluluklarını tanıyan, böylece güçlendirilmiş bir Türkiye siyasi yapısı içinde daha eşitlikçi ve çoğulcu bir toplumu inşa etme fırsatını kucaklamak yerine, toplumda görece baskın grupların ayrıcalıkları gibi bir şeylerin kaybedilme korkusunu açığa vuruyor. İstikrarlı kurumlarıyla işleyen bir demokrasi, tüm düzeylerde ve farklı toplumsal grup ile bölgeler arasında iktidarın paylaşılmasını gerektirir. Bu nedenle, böyle bir sistem çok daha fazla sinerji üretir, refah getirir ve barışçıldır.

