NEBİ MİŞ Yeni jeopolitik rekabette Sykes Picot eleştirisi
SonTurkHaber.com, Sabah kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
ABD Başkanı Trump'ın Suudi Arabistan ziyaretinde, "Batılı müdahalecilerin Ortadoğu'ya binlerce kilometre öteden gelip nasıl yaşanacağı ve kendi işlerinizi nasıl yöneteceğiniz konusunda dersler verdiği günler geride kaldı" açıklaması ABD içinde epeyce tartışılmıştı.
Özellikle söz konusu konuşmasında, "Sözde ulus inşa edenler, inşa ettiklerinden çok daha fazlasını yıktılar, müdahaleciler, aslında hiç anlamadıkları karmaşık toplumlara müdahale ediyorlardı" argümanı, 10 yıl önce Cumhuriyetçi Parti'yi domine eden "neocon müdahaleciliği"ne bir tepki olarak değerlendirildi.
Trump'ın bu söyleminin Washington'da etkisinin devam ettiği bir dönemde ABD'nin Ankara Büyükelçisi tartışmayı daha tarihsel bir bağlama oturtarak, "Sykes-Picot, Suriye'yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil, emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız" dedi.
Trump ve büyükelçinin bu açıklamalarının ne anlama geldiği, hem mevcut konjonktürde tartışılacak, hem de ileride ABD'nin Ortadoğu politikasına yönelik attığı her adımda yeniden yorumlanacaktır.
Bu eleştiriler, yalnızca geçmiş tarihsel bir olaya atıf olarak değerlendirilemez. Batı'nın Ortadoğu'daki yüzyıllık müdahaleciliğinin en üst konum ve resmi bir ağızdan kabulüdür. Bu tür bir ifade, aynı zamanda Batı'nın istikrarsızlaştırarak yönetme stratejisinin başarısızlığının itirafıdır.
Ancak Batı'nın tarihsel sorumluluğunu kabul eden bu tür açıklamaları da sadece geçmişle hesaplaşma ya da özür mahiyeti üzerinden analiz etmek naiflik olur. Bunun yanında, bu sözlerin söylenmesi ve hatanın kabul edilmesi önemlidir. Batı'nın yapay sınırlar üzerinden halkları bölerek, krizler üzerinden yönetme geçmişine ayna tutma bağlamında gerçekçi bir yönü bulunmaktadır.
Bu sözlerin bölgedeki halklar ve yönetimler açısından değeri, ancak bundan sonraki uygulamalara görülür. Batı'nın Ortadoğu politikası bölge ülkelerini istikrarsızlaştırarak İsrail'in çıkarlarına hizmet edecek şekilde sürdürüldüğünde bu sözler bir tespitten ileri gitmez.
Bu açıklamaların yeni jeopolitik rekabette ve bölgesel yeniden konumlanmada çok katmanlı bir amacının olduğunu da görmek gerekir.
Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu'daki rekabet, ABD ile SSCB arasında ideolojik kamp ve vekâlet savaşları üzerinden cereyan etti. Soğuk Savaş sonrası dönemde, ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik politikaları, doğrudan askeri müdahale, siyasi ve ekonomik baskı, yaptırımlar, rejim değişiklikleri ve krizleri derinleştirme temelinde sürdürüldü.
Batı'nın sömürgeci ve müdahaleci politikalarının yol açtığı istikrarsızlıklar nedeniyle, Batı ve özellikle ABD, bu sorunların başlıca sorumlusu olarak görülmeye başlandı. Bu hakikat, halklar nezdinde söz konusu ülkelere karşı giderek artan bir mesafe ve tepkiye yol açtı. Bu durum ise, yönetimlerin hem halkın büyüyen huzursuzluğunu yatıştırma hem de Batı ile ilişkileri sürdürme çabaları arasında denge kurmakta zorlanmalarına neden oldu. Çok kutuplu dünyada ülkeler, güvenlik arayışı ya da ekonomik angajman temelinde ilişkilerini çeşitlendirme fırsatı buldular.
Dünyanın farklı bölgelerinde devam eden jeopolitik rekabette Batı'nın kolonyal geçmişi ve doğrudan müdahaleci tavrına karşı Çin, "Biz hiç kimsenin içişlerine karışmıyoruz" taktiği ile yeni bir nüfuz stratejisi geliştirdi. Sessiz bir angajmanla ekonomi, teknoloji, altyapı yatırımları üzerinden bölgesel ve küresel etkinliğini yükseltti. Özellikle son yıllarda, Ortadoğu ve Afrika'da ticaret ağırlığını yükseltti. Dolayısıyla büyük güç rekabetinde, Batı ve ABD yeni bir ilişki modeli arayışı içinde.
ABD'nin büyükelçisinin bu sözleri Ankara'da dile getirmesi önemli. Türkiye, küresel bölgesel istikrar arayışında merkezi bir aktör haline geldi. Çok boyutlu bir dış politika izlemeye çalışıyor. Ortadoğu'da süregiden istikrarsızlığın tarihsel ve mevcut nedenlerini en iyi bilen ülke Türkiye. Bölgenin istikrara kavuşması için güçlü, adil, güven verici ve göz hizasında yürüttüğü diplomatik çabalar, halklar düzeyinde karşılık görüyor. "Barışın anahtarı Türkiye'nin elinde" diyenler işte bu hakikatten hareketle açıkça bunu ifade ediyorlar.


