Norm Ender: Çok daha titiz çalışan biri haline dönüştüm
SonTurkHaber.com, Hurriyet kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Norm Ender’le uzun süre sonra bir araya geliyoruz. O rap müziğin asi isimlerinden biri olarak biliniyor ama “Psikolojide ‘gölge’ diye bir tanım vardır, Norm Ender benim gölgem gibi” diye anlatıyor durumunu. Gerçekten sahnedekinin aksine çok kibar ve daha sakin biri. Hep yazıp üretiyor, o sebeple rap müzikteki atışmalar yerine genel olarak müzik konuşmaktan daha çok keyif alıyor. Onunla dertlerinden yeni şarkılarına başlıyoruz muhabbete...
◊ Yeni şarkın ‘Bir Çift Göz’ çıktı. Listelerde üst sıralarda. Henüz dinlemeyenler için şarkıyı nasıl anlatırsın?
Aslında bu şarkıyı 2007’de yazmaya başladım. O dönemde de şarkının nakarat kısmını yazarken kulağımda hep Ebru’nun (Gündeş) sesi vardı. Hatta ses mühendisi bir arkadaşım vardı, ona “Bu şarkıyı ileride Ebru Gündeş’le yapacağım, ayırıyorum” demiştim. Sonra albümler çıkardım, o şarkının zamanı gelmemişti. Bazı eksik sözleri vardı. 17 yıl içinde kelime kelime işledim. Şarkı yaşadıklarımla, hayatıma girip çıkan insanlarla, gördüğüm ilişkilerle şekillendi. Geçen zamanda dinlettiğim herkes çok etkilendi. “17 yıllık bir eser eskimiyorsa, hâlâ dinleyen için çok büyük bir anlam ifade ediyorsa, bu ömürlük bir eser” diye düşündüm.
◊ Ebru Gündeş’le çalışmak nasıldı?
Şahane. Ebru şarkıyı ilk duyduğunda inanılmaz sevdi, çok hoşuna gitti. Benim hayatımdaki ilk düetim, Ebru da çok fazla düet yapan biri değil. Dolayısıyla bizi eserin güzelliği bir araya getirdi. Ebru’yla çalışmak inanılmaz konforluydu, şöyle ki klibi de ben yönettim. “Sana bırakıyorum, nasıl bir dünya düşlediysen öyle olsun, çünkü ben şarkının büyüsüne kapıldım” dedi. Klipte de Ebru Gündeş’in dark (karanlık) tarafını daha sanatsal ve tiyatral bir havada sunmak istedim. O da bana güvendi, bence çok güzel oldu. Hem benim hem Ebru Gündeş’in fanları, ne kadar ters köşe bir iş olsa da çok memnun durumdan.
◊ Şarkı duygusal. Oysa yaz aylarında genelde hareketli şarkılar tercih edilir. Sen neden 17 yıl bekledikten sonra yaz aylarını seçtin?
Çoğu kişi senin gibi “Yaz günü çıkarmasaydınız, duygusal bir şarkı” dedi. Buna katılmıyorum. Aşk acısı çekmenin mevsimi mi olur? Duyguların mevsimi yoktur. Kimi aşklar vardır, ömürlük. Kimi aşklar vardır, mevsimlik. Aynı sanatçılar ve eserleri gibi... Bu şarkı da ömürlük!
◊ Şarkıda “Tek gecelik ilişkilere aşk deniyor” diyorsun. Öyle mi oldu artık ilişkiler?
Sanırım öyle oldu. Hayatın akışı sosyal medyayla birlikte çok hızlandı. İnsanların ilişki yaşama hızı da değişiyor tabii. Daha doğrusu duygular ortadan kalkıyor. Bir bakıma artık duygusal birliktelikler değil, dürtüsel aşklar yaşanıyor.
◊ Sen tek gecelik ilişkiler yaşar mısın?
Ben duygusal biriyim, duygularla insanlarla iletişim kurarım. Yaşadığım şeyin tek gecelik olmasını istemem ama tek gecede kalıyorsa o benim elimde olan bir şey değil.
◊ Bu söylediğin hız, müziğe nasıl yansıdı?
Eskiden kalıcı eserler üretilmeye çalışılırken artık sosyal medyadaki uygulamalara ayrı ayrı içerikler üretiliyor. Mesela “Bu şarkı TikTok’ta gider”, “Bu şarkı Instagram’da yürür” deniyor. Ömürleri kısa oluyor.
‘DAHA SAKİN, AYAKLARI YERE BASAN BİR DÖNEMDEYİM’
◊ 40 yaşındasın. Hayatının nasıl bir dönemindesin?
Edindiğim tecrübeleri işime yansıtabildiğim, bir şeye aşırı tepki vermediğim, anlamaya çalıştığım, duygularımı kontrol edebildiğim ve daha sakin, ayakları yere basan bir dönemdeyim. Zaten bu değişimleri çocukluğumdan beri yaptığım şarkılara bakarak da görebilirsin. 18–20 yaşlarda kan deli akıyordu, şarkılarda fütursuzca küfürler, herkese sınırsız eleştiri vardı. 20’li yaşların ortalarında “Bir dakika ya toplumda ben de bir bireyim, benim de siyasi düşüncelerim var” dediğim eserler yapmışım. Biraz daha yaş ilerleyince canlı enstrümanların yer aldığı bir rap albümü yaptım. Sonra diss attığım, ironik şekilde eğlendiğim ‘Mekanın Sahibi’ geldi. Ardından ‘Parla’ çıktı. Benim eserlerime bakıldığında dönüşümüm görülüyor zaten.
◊ Seni aile mi, mahalle mi, hayat mı şekillendirdi?
Aile konusunda çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Annem çok vizyoner bir kadın. Ben çocukken birçok insanın sahip olmadığı ayrıcalıkları sağlayabilmek için elinden geleni yapmış. Babam çok açık görüşlü, birçok konuda bilgi sahibi olmak isteyen, meraklı, çocuk tarafını öldürmemiş biri. Dolayısıyla onların sözünü dinleyerek, benim için yapmak istedikleri şeyi anlayarak bir çocukluk yaşadım. Büyüdüğüm mahalle, semt, birçok kültürden insanı barındırıyordu. Bu da kültürel mirastı. Günün sonunda yaptığım her şeye yansıdı.
◊ Gerçek adın Ender, normal hayatında Norm’u mu kullanıyorsun, Ender’i mi?
Norm eskiden kurduğumuz grubumuzun adıydı. Norm Ender, oradan bir mahlas olarak kaldı. Ben de sahne ismi olarak kullandım, çoğu zaman beni en azından sanatsal açıdan tanıyan, müzikle ilgili çevre bana Norm diyor. Yakın arkadaş grubum Ender demeyi tercih ediyor.
◊ Sen Ender olarak mı yoksa sahnedeki Norm olarak mı daha mutlusun?
İkisi de benim. Ama psikolojide ‘gölge’ diye bir tanım vardır, Norm Ender benim gölgem gibi.
◊ Nasıl yani?
Ben sosyal hayatımda çok kibarım, şarkılarımdaki tarz eleştirileri insan içinde yapmayı sevmem. Hatta bir ortamda insanları rahatsız eder miyim diye sesimi bile yükseltmem. Ama Ender’in yarattığı bir gölge tarafı var, o da Norm. O benim sosyal hayatımda davranamadığım gibi davranabiliyor. Yani küfredebiliyor, bir şeye kızdığı zaman ağır bir dille eleştirebiliyor. Ben ikisiyle de yaşamayı uyumlu bir hale getirdim. İkisi arasında bölünmeler yaşamıyorum, yani biz bütünleştik.
‘ULUSAL KÜLTÜRÜN SANATÇISI OLMUŞ DURUMDAYIM’
◊ Rap’in asi ve atarlı çocuğuyken yeni şarkınla daha duygusal bir Norm Ender var....
Hiciv yapmak, bir konuda eleştiride bulunmak bir sanat. Dolayısıyla bu güzel uygulandığı zaman seviyorum. Küfür de doğru zamanda kullanıldığında dilin cilasıdır ve sanatsal çalışmalarda da bulunabilir. Benim bununla ilgili de sıkıntım yok. Ama şu anda en azından aynı müzik dalında olduğumuzu iddia eden insanların, yeni gençlerin, yaptığı şarkı sözlerini ben de diğer insanlar gibi eleştiriyorum. Nitelikli eserler olarak görmüyorum onları. Aynı, bir gecelik ilişki diye aşkları eleştirdiğim gibi; bu eserlerin de üç beş aylık raf ömrü var, geliyor, gidiyor. Günün sonunda şöyle bir yere evrildim, “Abi böyle yapmayın, şöyle yapın” deyip Mahmut Hoca gibi, eli cetvelli şekilde bir şeyleri anlatmak yerine, onların yapamayacağı şeyleri yapıp onları sanatsal kaygıya sürükleyeyim istedim. Aslında bu da
bir diss atma şekli. Ama bu sefer sanatımla, yapabildiklerimle diss atmış oluyorum.
◊ Alternatif taraftan koptun ve biraz popüler dünyaya mı geçtin?
Aslında teknik olarak yaptığım şeyi değiştirmedim. 2007’de bir şarkıya klip çekeceğim zaman yine tek başıma çekiyordum. Altyapımı kendim yapıyordum, yine işimin prodüktörüydüm.Yeni şarkı için de hepsi geçerli. Ama günümüz dünyasında şu anda dinlenen müziklerin, kitlenin dinlediği müzikler eğer ‘alternatif’ diye adlandırılıyorsa, ben o cephede nasıl savaşayım ki? Benim girebileceğim seviyede işler değil. O kadar gündelik düşünüp hareket edemem. Bir de ‘Parla’ öyle bir yere geldi ki, ulusal kültürün sanatçısı olmuş durumdayım. Burada artık ben kendi kariyerime bakıp da “Popüler miyim, yoksa alternatif miyim” gibi kaygılar güderek hareket etmenin sınırını çoktan geçtiğimi düşünüyorum. Artık ulusal bir değerim ve bir marşım var. Okul etkinliklerine gidip marş okuyorum. Türkiye Kupası maçında 100. yıl kupası verildi. Çıktım, İstiklal Marşı’nı ve ‘Parla’yı söyledim. Artık rap’çi kimliğimden çok daha ötede bir yerdeyim. Dolayısıyla yapacağım işleri, çok da alternatif demeden, yeni kazandığım 70 yaş üstü kitleyi de düşünerek yapmak zorundayım ve yarışım kendimle.
◊ ‘Parla’ hayatını başka nasıl değiştirdi?
Son iki yıldır milli değeri olan birçok aktiviteye katıldım. Birçok alanda marş söyledim. Bu, benim daha önce deneyimlemediğim bir şeydi. Ben rap yapıyorum ve bir festivale çıktığımda ya da kendimle ilgili bir konsere gittiğimde beni dinleyen bir topluluk oluyordu. Ama ‘Parla’ ile beni rap müzikte dinlemeyi tercih etmemiş ekstra bir kitlenin saygısını kazandım. Dolayısıyla bir ortama girdiğimde artık bana sorulan sorular sadece rap’le ilgili olmuyor. Müzikal açıdan da sorular geliyor, bunlar hoşuma gidiyor. Yani rap’çi kimliğinden sıyrılma durumu söz konusu. Bir de böyle ağır bir eseri aslına bakarsan genç bir yaşta yaptım. Bunun ağırlığını da yaşıyor, stresine de giriyorum. Bundan sonra daha iyisini yapmalıyım deyip sanatsal kaygılarını çoğaltan ve aklına gelen ilk projeyi hemen hayata geçirmeyen, çok daha titiz çalışan biri haline dönüştüm.
‘RAP MÜZİĞE KÖTÜ GÖZLE BAKAN BİR SÜRÜ İNSANIN FİKRİNİ ‘PARLA’YLA DEĞİŞTİRDİM’
◊ Yıllar önce “Mekanın sahibi geri geldi” dedin. Şimdi mekân kimin?
O dönem için bir betimlemeydi. Günün sonunda ben o dönem eleştirdiğim insanlardan kültürel açıdan farklı bir şey yapmıştım.
◊ Ne yapmıştın?
Bandrol olmayan bir albüm yapmıştım. Konserlerime gidip sırt çantamla albüm satmıştım. Müziğin beş kuruş para kazandırmadığı 10-15 senelik periyotta hâlâ eserler üretiyor, albümler yapıyorduk. Şunu demek istiyorum; underground diye bir kültür varsa, rap müzik diye bir müzik varsa, bir mekân diye adlandırabiliriz; o mekânın tuğlalarını arkadaşlarımla tek tek beraber koyduk. Ama sonra suni bir ortam oluştu. O dönem biliyorsun, uyuşturucuya özendiren şarkılar da yapılıyordu. Ben de şarkının bir bölümünde bunlara ayna tuttum. Ve çok büyük bir tepki aldı.
◊ Günümüze baktığımız zaman bir şey değişti mi rap müzikte?
Hayır, bir şey değişmedi. Aynı kalitesizlik, aynı form devam ediyor. Ve kesinlikle hâlâ mekânın sahibi benim. Tabii “Ben mekânın sahibiyim” demek basit. Herkes bunu söyleyebilir. Herkes birbirine unvanlar veriyor. Peki, yeri geldiğinde bunu kanıtlayabildiğin eserler üretmiş misin? Ben rap müziğe kötü gözle bakan bir sürü insanın fikrini ‘Parla’yla değiştirdim. “Bir dakika ya, rap’çiler de müzisyenmiş. Bunu yapabilirmiş” gibi bir hissiyat oluştu. Bu bir prestijdir yani. Benim bahsettiğim ‘mekân sahipliği’ bu.


