Oğlunun ölümünde gerçeği ortaya çıkarmıştı! Emekli Tümgeneral hukuk mücadelesini anlattı
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
İzmir'in Narlıdere ilçesinde, 7 yıl önce bir inşaat şantiyesinde ölü olarak bulunan 26 yaşındaki Dorukhan Büyükışık'ın babası emekli Tümgeneral Ethem Büyükışık, verdiği hukuk mücadelesini aktardı. Oğlunun ölümünün kalp krizi ya da intihar değil cinayet olduğunu ifade eden baba Büyükışık, gerçeğin ortaya çıkması için 7 yıldır mücadele verdi. Büyükışık, oğlunun ölüm sebebini eşine, ancak belgeleri ele geçirince anlattığını belirtti.

Büyükışık, yaptığı açıklamada, “Jandarmada iki kişi var. Polislerde sekiz kişi var. 32'ye çıkacak bu rakam, sivillerde şu anda beş kişi var. Oğlumun öldürüldüğü inşaatın sahibi Müjdat Tanyer, Taylan Tanyer ve diğer üç kişi hakkında başka bir iddianame hazırlanıyor. Ölüme sebebiyet vermekten. Bunlara ilave şu anda 48 tane akademisyen, profesör ve doçent ile ilgili de harekete geçeceğim yakında. Hem İçişleri Bakanlığı hem Adalet Bakanlığı artık çırılçıplak gerçeği gördükleri için üzerine gitmeye başladı.” ifadelerini kullandı.
“Yıllardır bunca belgeyi tek başınıza toplamadınız herhalde değil mi?” sorusuna yanıt veren Büyükışık, “Tek başıma topladım. Evet. Ne devletten ne başka yerden hiç kimse yanımda yoktu. Ailemi zaten kendim sokmadım. Eşim dahi kalp krizi olarak biliyordu.” ifadelerini kullanan Büyükışık, “Sakladım, kimseden duymasın diye her gittiğim yerde de kalp krizi geçirdi dedim. Başka türlü hepsini yok ederlerdi. Hep tayin olmalarını, ayrılmalarını bekledim.” sözlerini sarf etti.

Büyükışık, kendisine yöneltilen “Eşinizden gizli araştırma yapmayı nasıl başardınız?” sorusu üzerine ise, “Çok zor oldu, ama pandemi dönemi girince onu fırsata çevirdim. İzmir'de yaşıyorduk, Ankara'da kirada bir evimiz vardı. Eşimi biraz zorlayarak da olsa Ankara'daki evi açma konusunda ikna ettim. Onu İzmir'de sık sık bırakarak Ankara'ya gitmeye başladım ve Ankara'da kurduğum o düzenin içinde 3 sene bütün kanıtları topladım. Bu devletin bütün kurumlarında dürüst ve namuslu memurları var. İyilerin sayısı kötülerden fazla. O iyi devlet memurlarının sayesinde bu delillere birer birer ulaştım. Bizden saklanan olay yeri inceleme fotoğrafları, videolarının hepsini ele geçirdim. 389 fotoğraf 14 videoyu bu hale getirdik.” yanıtını verdi.
“Nasıl dayanıyorsunuz bu mücadeleye?” sorusunu yanıtlayan Büyükışık, “Eğer ailenizin hukukunu korumanız gerekiyorsa her şeye katlanmak zorundasınız. Güçlü olmak zorundasınız. Ben Dorukhan'ı kaybettiğim gün, şehitlerimizi kaybettiğim gün duyduğum acının aynısını yaşadım. Ne bir eksik ne bir fazla. O gün bir şeyin farkına vardım. Hep askerlerimi öz evladım gibi seviyorum derdim. Dudak bunu söylüyordu, beyin öyle düşünüyordu. Kalp öyle mi hissediyor onu bilmiyordum. Dorukhan'ı kaybettiğim gün dedim ki ben hakikaten o çocukları da Dorukhan kadar çok sevmişim. Benim hep iki elimden kan damladı yıllarca. Teğmenken başladım çatışmaya. Tümgeneralliğime kadar hep çatıştım.” ifadelerini kullandı.

Büyükışık’ın ifadelerinin devamı şu şekilde:
“Psikolojik destek alıyor musunuz?”“Hayır. Ben daha oğlumu kaybettiğimden beri gözyaşı dökmedim. Görür görmez cinayet olduğunu anladım. Oğlum sporcuydu. Kalp krizi geçirmesi imkansız. Orada ölü bulunmasının tek nedeni olabilir. Öldürüldü. Onun için süratle keşif yaptım zaten. Oğlumun benden beklentisini de bunun peşini bırakmamam olduğunu biliyordum. O bana güvenirdi.”

“Tabii. Oğlumuzun geleceği için ayırdığımız bir para vardı. Onunla bir ev almıştık. Onun geliri ihtiyacı olanlara Dorukhan adına gider. LÖSEV ve TÜRGÖK’e gider. Bazen Mehmetçik Vakfı'nın ihtiyacı olur oraya gider, ama esas İzmir'de şu anda oturduğumuz evi Mehmetçik Vakfı'na bağışladık zaten. Ankara'da bir evimiz var. Onun dışında benim gelirim yok. Emekli maaşım yetiyor bana. Çok fazla destek veren var, ama bizim vekalet verdiğimiz ücretini ödediğimiz dört avukat var. Onlar da inanılmaz insanüstü bir çabayla çalışıyorlar.”
“Ama şu ana kadar olayın bütün avukatlığını, savcılığını, polisliğini, hakimliğini, dedektifliğini ne diyorsanız, aklınıza ne geliyorsa tamamını zaten ben yaptım ve yapmaya devam ediyorum. Avukat arkadaşlarımızla şöyle bir anlaşma yaptık. Her şeyi ben yazarım. Onlar uygun tamam derlerse antetli kağıda basarlar, imzalarlar, teslim ederler. Yok değilse tartışırız, ama bazılarını kendim doğrudan giderim. Mesela Adalet Bakanlığı'na, Yargıtay'a verdiğim kanun yararını bozma dilekçem 500 sayfa. Kendi imzamla verdim onları. 38 sayfada iddianamedeki her paragrafın sahteliğini anlattım. Belgesini koydum. Ve bozuldu. Cinayet dediler. Tamam haklısınız dediler. Hukuki yönü de büyük ölçüde kendim yönetiyorum şimdi. Çalıştığım bir bilirkişi devre arkadaşım var mesela. Ona hiçbir şekilde ücret kabul ettiremedik. ‘’Dorukhan benim oğlum sen kime neyi teklif ediyorsun’’ dedi. Hazırladığı raporlarda ona hiçbir şey veremedik. Ama diğerlerine neyse hakları hukukları, teslim ediyoruz. Sağ olsunlar hiçbirisi para almak istemedi. Onlara, ‘’Doruk'un hukukunu kimseye borçlu olmadan tesis edeceğiz. Dorukhan kimseye borçlu kalsın istemiyoruz’’ diyorum. O zaman kabul ediyorlar.”

“Eğer bilmeseydim, bin kere bu işi kapatırlardı. Tabii ben de giderdim. Herhangi birisinin, bir işçinin, gece bekçisinin oğlumuzu öldürmesi durumunda bu kadar polis memurunun, bu kadar sahte rapor hazırlayarak bu olayı örtmeye çalışması imkansız. İnşaat şirketi anında hemen kamera kayıtlarını pamuklara sarar, 3-4 ayrı kayıt alır, hemen kopyalarını çıkartır. Sonra da polise zimmetle teslim eder ve sonra da hemen bunu o gün kimse kulağından tutar teslim ederdi. Böyle yapmamışlar. Ne yapmışlar? Bütün kamera kayıtlarını gece yarısı yok etmişler. Olay yerinden kaçırmışlar. Ve gece yarısı herkesin oraya geldiğini de belirledik. Çocuk 3 saat can çekişmiş. Aşağıya sırtına alıp taşısa, 15 dakikada iner. Arabaya bindirse 1,5-2 dakikada acil serviste.”

“Yeditepe'de yüzde 50 burslu okudu. İletişim Fakültesi'ni bitirdi. Aynı zamanda Anadolu Üniversitesi'nde de uluslararası ilişkiler okudu, iki dalda eğitim aldı. Daha sonra Oklahoma Üniversitesi'nde uluslararası ilişkilerde yüksek lisansını yaptı. Dorukhan ortaokulu Belçika'da okudu. Fransızcayı ana dili gibi öğrendi. Vakıf Koleji'nde de İngilizceyi çok iyi öğrendi. Sonra Minsk Devlet Üniversitesi'nde bir sene akademik Rusça eğitimi aldı. Kapadokya Üniversitesi'nde işe davet edildi. İlk tabur komutanımın küçük oğlu, Dorukhan’ı ilaç sanayinde Rusya’da çalışmaya davet etti. Görüştüler, kabul etti. Ertesi gün de gidecekti. Pazar günü vefat etti. Pazartesi gidecekti. Anneler gününde kaybettik Dorukhan'ı.”
Emekli tümgeneralin oğlunun ölümündeki sır perdesi aralandı: Dosya 7 yıl sonra tekrar açıldı
“Sizin de yükünüz çok ağır…”“O yüzden her Anneler Günü bizim için tam bir kaos olur. Onun yükü benden çok daha ağır.”
“Değil, değil. Anneler başka. Eşim çok munis bir kadındır. Belki de dünyada başıma gelen en güzel şey, eşim ve oğlumdur. Hani evi yuva yapan kadındır ya öyle bir kadınla evlendiğimi ilk andan itibaren hep hissettirdi bana. Dorukhan'ın hem annesi hem babası oldu. Ben Dorukhan'ın hiçbir sağlık sorununu ömrüm boyunca bilmedim. Ameliyat olduğu gün bile yanında bulunamadım. Nihal Hanım hamile kaldığı andan itibaren Doğukan'la çok özel bir ilişki kurdu. Çok yakın iki dost, iki arkadaşlardı. Benim yokluğumu ona hissettirmemek için 24 saatini birlikte geçirdi. Kimseye emanet edemezdi. Aslında bir üniversitede üst düzey yönetici olarak emekli oldu. Çatışma alanlarına ya da cepheye gittiği zaman herkesin aklı arkada kalır. Ben bir gün bile endişe etmedim. Arkamda kale gibi kuvvetli, güçlü bir kadın olduğunu hep hissettim.”

“Bu kadar cesurca savaşmak için sizin de tertemiz olmanız gerek?”“İlk andan itibaren bir açık kapı hep bıraktım. ‘’Kalp krizi geçirince sırtını bir yere çarptı herhalde. Bir kaburgasında çatlak vardı. Ben o çatlağı biraz araştıracağım. İçim rahat etsin’’ dedim. O benim arada sırada böyle kaybolduğum, bir şeylerle uğraştığım zaman, ‘’O çatlakla uğraşıyor. Kendini rahatlatıyor’’ diye baktı.”
“"Özel bir şey görüşeceğiz. Oturalım" dedim Nihal Hanım'a. Hani o bir kaburga çatlağı vardı ya o kaburga, çatlak değildi. Kırıktı. Oğlumuz öldürülmüş, bir cinayete kurban gitmiş. Ben bunun delillerini ele geçirdim. Senden gizleyerek bunu yaptım ve sana yalan söyledim. Senden özür diliyorum, ama bu delilleri başka türlü ele geçiremezdim. Seni de kaybetmek korkusu vardı." dedim. "Sen buna ne kadar dayanabilirsin, bilemezdim. Bir de seninle bunu paylaştıktan sonra o delilleri bulamasaydım daha büyük bir yıkım olurdu bizim için. Şimdi artık somut deliller elimde, bundan sonra elimizden kimse kaçamaz’’ dedim. Bir daha da hiç konuşmadık. O da sizler gibi her şeyi basından izliyor. Mahkemeye geliyor. Ama orada her şeyi ilk defa duyuyor.”
“Anne ağlayabiliyor mu?”“Korka korka buraya geldik. Ama korkmamak için bir şeyden emin olmanız lazım. Eliniz harama, paraya değmemeli. Uçkurunuza sahip çıkmanız lazım. Mesleğinizde etik ve ahlak dışına çıkmamanız lazım. Bunlarda hatanız olursa önünüze pat diye çıkartırlar ve ağzınızı da açtırmazlar. Ben eşim, Dorukhan, hayatımız boyunca sıfır günahla yaşadık. Çok zordur bunu söylemek. Eşimi ilk gördüğüm gün aşık olmuştum. Bu sene 37. yılımız. O günle bugün arasında hiç fark olmadı. Birbirimizi hiç incitmedik. Bir gün bile hata yapmadık.”
“Meslek hayatımızda da öyle. Evlendiğimiz günden ayrıldığımız, üniformamızı çıkardığımız güne kadar. Biz hayatımız boyunca kendi alışverişlerimizi kendimiz yaptık. Devlet hakikaten çok yüce gönüllüdür. Sizi yurt dışında NATO askeri temsil başkanlığına atadığı zaman bir bakanına verdiği tüm dünya nimetleri ayağınıza önüne serer. Ama Nihal Hanım evine dışarıdan ne aşçı soktu, ne temizlikçi soktu. Sadece ve sadece toplu ve büyük yemeklerde saatlik olarak bir aşçı ayarlanırdı. Çünkü 20-30 kişilik yemekler ve sofradan kalkmaması gerekiyor. O zaman garsonlar gelirdi, saatlik olarak tutulurdu. Normalde konutunuzun interneti telefonu, televizyonunun ödeneği vardır, ödenir. Biz onu hiç kullanmadık. Hayatımız boyunca devletin verdiği hiçbir aracı ve şoförü kullanmadık. Nerede olursak olalım kendi aracımızı satın aldık, ona bindik, kendimiz sürdük. Bir zamanlar vergi iadeleri olurdu. Ben onları doldururdum. Teslim ederdim, fakat parayı teslim almazdım. Devlete kalırdı onlar.”
“Siz ne zaman ağlayacaksınız?”“Benim yanımda yapmıyor. Yalnızken yapmaya çalışıyor.”
“Cezalandırıldıklarında yüreğiniz soğuyacak mı?”“Ben oğlumun hukukunun tamamını Yargıtay aşaması dahil tecelli ettirmeden o gözyaşını dökmeyeceğim. Bu organize suç örgütünün tamamını içeriye sokmadan benim öyle bir hakkım, hukukum yok. O gün ne zaman gelir bilmiyorum veya gelir mi gelmez mi onu da bilmiyorum. Türkiye'deki bu hukuk sistemi içinde önüme kurulan bunca duvardan sonra başka ne duvarlar örülecek? Altındaki bütün bu alçaklar nasıl yargılanacak? Nasıl müsaade edecekler? Bugüne kadar etmediler. Onu da bilmiyorum, ama bir şeyi biliyorum. Ben bu mücadele bir asır da sürse vazgeçmeyeceğim. Ondan sonrasına bakarım. Uzayda yaşamıyorum. Türkiye'de yaşıyorum. Türkiye'deki siyasi iklimi biliyorum. Hukuk iklimini biliyorum. Öyle saf bir adam değilim. Önümdeki zorlukların, güçlüklerin farkındayım. Beni herkes vazgeçirmeye çalışıyor. Öldürürler, şunu yaparlar, bunu yaparlar. Bunların hiçbir önemi yok. Biz zaten arafta kaldık. Gitmek istiyoruz, gidemiyoruz. Kalmak istiyoruz, kalamıyoruz. Önemli olan şu. Sonuna kadar mücadele etmeliyim.
Görmeyi umut ettiğim şeyi göremesem bile yarın mahşerde karşılaştığımız zaman, ‘’Son nefesime kadar mücadele ettim. Elimden bu kadarı geldi’’ diyebilmeliyim. Babaların bir sorumluluğu var. Her baba, eşinin ve evlatlarının hukukunu korumalıdır.”
““Bu kadar iyiyiz de neden biz’ diye hiç sordunuz mu?”“Önemli olan, bu alçakların ne kadar yıl ceza aldığı değil. Dorukhan'a yapılan bu büyük haksızlığın gerçek olmadığını ortaya koymaktı. Bunu koyduk. Bundan sonra ben intikam istemiyorum ki. Hangi ceza benim oğlumun geriye getirebilir ki? Benim aradığım adalet. Yoksa ben kendi adaletimi kendim sağlayabilecek yetenekte ve donanımda bir adamım.
Ama bunun yanlış olduğunu düşündüm hayatım boyunca. Dağda savaşırken bile hukukun dışına hiç çıkmadım. Şimdi iş kendi evladıma geldiğimde çıkıyorum diyemem. Kendimle çelişirim.”
“Hayır. Nihal Hanım, ‘’Biz 26 yıl 74 gün bir Cennetin içinde büyük bir aşkı yaşadık. Evladımız bir melekti. Bir gün niye biz bunu yaşıyoruz dedik mi? O zaman şimdi de niye biz diye sormayacağız’’ dedi. Biz Doruk'un nereye gittiğinden eminiz. Kalbimizde öyle bir şüphe yok. Bir meleği 26 yıl 74 gün bize misafir gönderdi. Ve biz o misafiri aldık, sardık, sarmaladık, göğsümüzün içinde büyüttük. Sonra "Tamam. Bu kadar. Şimdi alıyorum" dedi. Bize Doruk'un gene gönderse ve ‘’Ama 26 yıl 74 gün sonra ben sizden bu çocuğu geri alacağım. En çok sevdiğiniz, en çok ona bağlandığınız anda çok büyük bir ateş yaşayacaksınız göğsünüzün içinde’’ dese vallahi billahi eşim de ben de bin kere yanmaya razıyız. Gene göndersin, gene alsın. Bir gününe değer, bir anına değer. O kadar muhteşem bir çocuktu ki.”


