Ömer Çelik’ten çok sert sözler: Netanyahu adlı katil mutlaka cezalandırılmalıdır!
Mynet sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Ömer Çelik'in açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle;
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu vesilesiyle hepimizin gördüğü gibi dünyanın en önemli gündemi Gazze konusundaki gelişmeler. Buna da tabii iki yönlü bir yandan yüreğimizi kanatan Netanyahu hükümetinin katliamları, soykırım siyaseti bütün acımasızlığıyla insanlık tarihinin görmediği bir zulümle devam ediyor. Kuşkusuz artık kuruluşların kabul ettiği gibi bütün bu meseleye mesafeli yaklaşanların bile kabul ettiği gibi açık bir soykırım suçudur insanlığa karşı.
"BU ALÇAKLIĞIN MUTLAKA CEZALANDIRILMASINDAN BAŞKA YOL YOKTUR"İnsanlığın medeniyet kazanımlarını korumak için bu alçaklığın mutlaka cezalandırılmasından başka yol yoktur. Biliyorsunuz, ilk olarak “soykırım” ifadesini kullanan lider Sayın Cumhurbaşkanımızdır. Sayın Cumhurbaşkanımız bu ifadeyi ilk kullandığında çoğu devlet mesafeli kaldı ve “bunu değerlendirelim” diyerek konuyu ileri bir tarihe erteledi. Ancak diplomasiyle konuşmak, uluslararası değerleri ve uluslararası hukuku hatırlatmakla bu meselenin çözülemediğini bir kez daha gördük. Katliamlar aynen devam ediyor.
Bu durumun ortaya koyduğu tablo şunu gösteriyor: Netanyahu adlı katil ve şebekesinin durdurulması için çok yönlü bir inisiyatif oluşturulmalıdır. Aksi takdirde insanlığa karşı işlenen suçlar ve soykırım suçları maalesef artarak devam edecektir.
O çerçevede bakıldığında, bugün Filistin Devleti’nin tanınmasına yönelik büyük devletlerin attığı adımlar ve ortaya koydukları irade önemlidir. Burada “büyük devlet” derken gayri safi milli hasıla, güçlü ekonomi veya büyük orduyu kastetmiyorum; Avrupa Birliği ya da NATO üyesi devletleri de kastetmiyorum. “Büyük devlet”ten kastım, insanlığı öncelikleyen devletlerdir.
Tabii, Filistin Devleti'nin tanınması konusunda bile görüyoruz ki soykırım şebekesinin failleri, Filistin Devleti'nin tanınması karşısında Batı Şeria ilhaktan bahsediyorlar; daha çok kadın ve çocuk öldürmekten, daha çok insanı katletmekten bahsediyorlar. Dolayısıyla, şimdiye kadar Filistin Devleti’nin tanınmasını “iki devletli çözüm sürecine zarar verir” diyerek erteleyenlerin yaklaşımlarının ne kadar zeminsiz olduğu ortaya çıkmıştır.
İsrail’in bu yaklaşımı, yani “bir gün iyi bir çözüm olsun; o çözümden sonra Filistin Devleti tanınsın. Eğer şimdi Filistin Devleti tanınırsa bu çözüm gerçekleşmez” şeklindeki tezi vardı. Birçok devlet de bu teze atıf yaparak, “Bugün Filistin Devleti'ni tanırsak yarın bir gün iki devletli çözüm konusunda İsrail’i başka bir noktaya sürükleriz” gibisinden bir yaklaşım içerisine giriyordu.
Ama görüldü ki İsrail’in kafasında iki devletli bir çözüm yok. Tam tersine, İsrail’in Netanyahu hükümetinin kafasında “Filistinliler” diye bir kavram yok. Hepsini öldürülmesi gereken, çocukluktan itibaren soykırıma uğratılması gereken insanlar olarak görüyorlar. Daha doğrusu, kendilerinden başkasını insan olarak görmüyorlar. Böylesine hastalıklı, son derece sağlıksız ve katliam zihniyetiyle dolu bir yapı var.
"FİLİSTİN DEVLETİ’NİN TANINMASI, SOYKIRIM ŞEBEKESİNE VERİLMİŞ SEMBOLİK DE OLSA GÜÇLÜ BİR CEVAPTIR"Onun için geçmişte Filistin Devleti'nin tanınmasını iki devletli çözüme zarar vermek adına erteleyenlerin söylediklerinin ne kadar boş olduğu ortaya çıkmıştır. Bugün Filistin Devleti’nin tanınması, soykırım şebekesine verilmiş güçlü, sembolik de olsa güçlü bir cevaptır. Tabii bunun arkasından, Filistin Devleti’nin tanınmasının ardından gelmesi gereken şey, soykırım şebekesi olan Netanyahu ve ekibinin durdurulması için somut eylemlerin hayata geçirilmesidir.
Lakin her gün Uluslararası Ceza Mahkemesi, uluslararası mahkemeler ve uluslararası hukuk hedef alınmaktadır. Bu hedef alınmalar, açıklamalarına göre bundan sonra da devam edecektir. Burada uluslararası toplumun, somut ve hemen hayata geçirilebilir ortak bir eylem düzeni oluşturması gerekir.
Şimdi tabii, bu sürecin bir diğer ayrıksı tarafı da şudur: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi bazı ülkelerin Filistin Devleti’ni tanımasıdır. Cumhurbaşkanımız bunu ilk söylediğinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu salonunda bunu ilk zikrettiğinde, salonda derin bir sessizlik olmuştu. Kimse önce bu teze böyle yakın durmak istememişti. Ama şimdi görüyoruz ki Cumhurbaşkanımızın yıllar evvel söylediği şey, uluslararası kabul gören, uluslararası mutabakattan sahip bir yaklaşım haline gelmiştir.
"FİLİSTİN MESELESİ, ARTIK DÜNYAYA MAL OLMUŞ BİR MESELEDİR"O çerçevede, Filistin Devleti'nin bütün ülkeler tarafından, insanlık değerlerine sahip büyük devletler tarafından tanınması gerekmektedir. Burada “büyük devlet” derken, ordusu büyük olanı veya ekonomisi güçlü olanı kastetmiyorum; insanlık değerlerine sahip çıkma konusunda büyük olanları kastediyorum.
Filistin meselesi, Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda da söylediği gibi artık dünyaya mal olmuş bir mesele, insanlığın geleceğiyle ilgili bir meseledir. Cumhuriyet tarihinde ilk defa Sayın Cumhurbaşkanımız, Filistin davasını “bizim milli davamız” olarak tanımlamıştır.
Cumhurbaşkanımız Filistin davasını milli dava olarak tanımladığında, içimizden bazıları muhalefet yapmak adına, “Filistin davası niye bizim milli davamız oluyor?” gibisinden bir takım laflar üretmişlerdi. Hiçbir şekilde insanlıkla ve siyasetle bağdaşmayan, hatta maalesef bazıları son derece faşist bir yaklaşım sergileyerek, “Filistin davası bizim davamız değil, Arapların davasıdır” gibisinden ırkçı yaklaşımlar da üretmişlerdi.
Ama bugün insanlığın kalbi atıyor; Filistin davası bir insanlık davasıdır, Filistin davası dünyanın davasıdır. Onun için, bunun ilk olarak milli dava olarak tanımlanması, aslında insanlık davasının tanımlanmasına dönük nasıl bir işaret fişeği olduğu ve nasıl bir yol haritası olduğu net bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Bundan sonrasında, Filistin Devleti'ni tanıyanların ortak iradeyle ortak eylem planı gerçekleştirmesi, Gazze'deki katliamı durdurması; ikincisi de bu katliam şebekesinin, Batı Şeria da dahil, yeni insanlık suçları işlemeye dönük hazırlıklarının ortadan kaldırılması bakımından son derece önemli olacaktır.
Bir diğer konu arkadaşlar, Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu çerçevesinde yürüttüğü diplomatik çalışmaların bütün dünya tarafından ne kadar dikkatle izlendiğini görüyoruz. Bir kere daha görülmüştür ki, bölgesel savaşların sona ermesi, küresel ve bölgesel barışın hayata geçirilmesi için sözü en çok dikkate alınan ve ne diyeceği en çok merak edilen liderlerin başında Cumhurbaşkanımız gelmektedir.
Fakat buna rağmen, Türkiye'nin içinde Cumhuriyet Halk Partisi ve bazı muhaliflerin yegâne işi, Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu, dünyanın dikkatle takip ettiği ve dünya tarafından kabul görmüş bu dirayetli siyasetin bir takım yalan ve iftiralarla gölgelenmeye çalışılmasıdır.
Bu çerçevede baktığımızda, çeşitli ülkelerdeki yabancı siyasetçilerin Cumhurbaşkanımızın bu dirayetli siyasetini kıskanarak veya başka türlü rekabetler üreterek, bir takım eleştirilerle gölgelemeye çalışmasını anlıyoruz. Çünkü onlar rekabet üretmeye çalışıyor; biz de onlara gereken cevabı veriyoruz.
"SİYASİ UYDUSU GİBİ, SİYASİ MİSYONERLİK FAALİYETİ ÜRETMEYİN"Hangi yabancı siyasetçi bir söz söylese, hemen onu esas alıp, “Bakın, aslında olan biten Cumhurbaşkanımızın, AK Parti'nin ve Cumhur İttifakı'nın anlattığı gibi değilmiş; olan biten şimdi açığa çıktı” gibisinden, başkalarının sözlerinin yanında siyasi uydu gibi konumlanarak bir yaklaşım üretmeye çalışmaları, çarpık bir yaklaşım üretmeye çalışmalarıdır.
Şimdi, kendilerinin bir eleştirisi varsa, eleştirilerini söylesinler; biz de cevabını verelim. Ama tutuyorsunuz, yabancı bir siyasetçinin sözünü “Aa, bakın Türkiye'nin devletinin başının, Cumhurbaşkanımızın ve diğerlerinin söylediği esas değilmiş; esasında başka bir durum varmış. Bunun arkasında şunlar varmış” diyerek esas alıyorsunuz ve tutuyorsunuz, bir eleştiri getiriyorsunuz. Biz diyoruz ki: Eleştiriniz varsa bunu dinleyelim ve cevabını verelim. Ama başkalarının siyasi uydusu gibi, siyasi misyonerlik faaliyeti üretmeyin.
Yabancı bir siyasetçi diyor ki: “Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve Türkiye'nin yaptıklarının arkasında şöyle bir şey var.” Bunlar da diyor ki: “Bakın, arkasında böyle bir şey varmış.” Ya böyle bir şey olabilir mi? Sizin bir fikriniz, bir zikriniz, bir duruşunuz, bir zemininiz yok mu? Meselelere bakarken bir milli gözlüğünüz yok mu? Bir milli filtreniz yok mu?
Dün, bizim bu eleştirimize karşı, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Özgür Özel bir değerlendirme yapmış; diyor ki: “Biz bunları eleştiriyoruz ama AK Parti'den ve hükümetten eleştiri gelmiyor.” Onlar da bizi eleştiriyor. Ben, dünkü Sayın Özel’in konuşmasını görünce bir kere daha anladım ki, Sayın Özgür Özel kendi partisi adına konuşanları bile takip etmiyor. Sayın Özel, sizin partiniz adına konuşanlar sizin bahsettiğiniz çerçevede konuşmuyor. Yani, bize herhangi bir konuda “Şu meselede niye konuşmadınız? Şu meselede niye değerlendirme yapmadınız?” derken kendisi bir görüş söylemiyor.
Bakın, yabancı bir siyasetçi kim olursa olsun, defalarca yaşadık bunu: Libya’da yaşadık, Suriye olaylarında yaşadık, Akdeniz’deki olaylarda yaşadık, Mavi Vatan meselesinde yaşadık. Yabancı bir siyasetçi bir şey söylediği zaman, onu referans alıp, ‘Bakın, Türkiye’nin arka planda şunlar şunlar oluyormuş’ gibisinden bir çerçeve üretmeye çalışıyorlar.
Biz de diyoruz ki: Bu kadar köklü bir parti olan Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne gönül vermiş vatandaşlarımızın milli hassasiyetlerinin ne kadar yüksek olduğunu, Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy veren vatandaşlarımızın milli hassasiyetlerinin ne kadar güçlü olduğunu hep beraber görüyoruz. Ve bunu Türkiye için son derece kıymetli olduğunu da görüyoruz; vatandaşlarımızın bu milli hassasiyetleri ve milli duruşları son derece önemlidir.
Ama bakın, onlar adına konuştuğunu söyleyen parti yönetimindeki kişiler, Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet başkanını ve hükümetini, başka siyasetçilerin söylediklerini doğru kabul ederek ve esas alarak sürekli yargılamaya kalkıyorlar. Esas mesele budur. Yani, Sayın Özgür Özel’in anlattığı gibi değil. Bir eleştiri geliyor da biz ona cevap vermiyor değiliz; biz bakıyoruz.
Cumhuriyet Halk Partisi adına konuşanlar, Mavi Vatan konusunda Yunanistan’daki siyasetçiler gibi konuşuyorlar; Suriye’de yapılan operasyonlar karşısında, Avrupa’daki, Suriye’de bizimle rekabet etmeyen bazı devletlerin tezleri ile konuşuyorlar. Bunu defalarca gördük. Şimdi de bu konuda tutmuşlar: “Bu görüşmenin arkasında şu var, bu var.”
"BİR GENEL BAŞKAN KENDİ PARTİSİ ADINA KONUŞANLARIN NE DEDİĞİNDEN HABERDAR DEĞİL"Devletler arası görüşmelerin nasıl planlandığı, bunlara nasıl çalışıldığı, alfabet düzeyinde devlet hayatı ve devlet bilgisi olan birisi tarafından net bir şekilde görülür. Cumhurbaşkanımız da açıklamasında, hangi siyasi gündemle bu süreci yürüteceğini net bir şekilde ifade etmiştir.
Burada vahim olan şudur: Biz, karşımızdaki muhalefet partilerinin sağlam argümanlara sahip olmasını, bize karşı olsa bile rakibimiz olsa bile ciddi bir çerçevesi olmasını, iyi çalışılmış bir yazılımı olmasını isteriz. Fakat karşımızda öyle bir tablo var ki, bir genel başkan kendi partisi adına konuşanların ne dediğinden haberdar değil.
Bu içerik Taner Şahin tarafından yayına alınmıştır


