Putin ve Şi nin ölümsüzlük fantezisi: 150 yıl yaşayacak ilk kişi çoktan doğdu
Haber Global sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Pekin’deki bir askeri geçit töreninde, Vladimir Putin ile Şi Jinping arasındaki resmi protokol, insan ömrünün geleceği üzerine beklenmedik bir sohbete dönüştü. Reuters’ın açık mikrofonda yakaladığı konuşmada, iki lider organ nakillerinden ve insanların 150 yıl yaşayabilme ihtimalinden söz etti. Bugün daha çok spekülatif bilime ait görünen bu ihtimal, uluslararası siyasetin merkezinde dillendirildi.
Yanlarında gülümseyerek onları dinleyen Kim Jong-un’un da bulunması, sahneyi daha da dikkat çekici hale getirdi: Dünyanın en güçlü üç liderinden üçü, biyoteknolojiyi neredeyse sınırsız bir ömrün anahtarı olarak hayal ederken görüntülendi.
Bilim ne söylüyor?Şaka gibi görünen bu diyalog aslında ciddi bir bilimsel tartışmayı yansıtıyor. Rejeneratif tıp, genetik düzenleme ve biyoteknolojideki ilerlemeler, insan ömrünün bugün “biyolojik maksimum” kabul edilen 120 yılın çok ötesine uzatılabileceği fikrini güçlendiriyor.
Putin’in sözleriyle: “Birkaç yıl içinde biyoteknoloji sayesinde insan organları sürekli nakledilebilecek. Böylece daha genç yaşayabilecek, hatta ölümsüz olabileceğiz.” Şi de uzmanların, bu yüzyılda 150 yıl ömrün mümkün olabileceğini söylediklerini hatırlattı. Bu yorum, giderek artan bir eğilime uyuyor: hükümetler, yatırımcılar ve bilim insanları artık uzun ömrü yalnızca tıbbi bir mesele olarak değil, aynı zamanda yeni bir jeopolitik ve ekonomik alan olarak görüyor.
Harvard’dan David Sinclair’in öngörüleri150 yıl yaşamak fikri yalnızca liderlerin hayali değil. Harvard profesörü ve yaşlanma biyolojisi alanında etkili isimlerden David Sinclair, tıbbın bir devrimin eşiğinde olduğunu savunuyor.
Ünlü ama tartışmalı “mavi bölgeler”de (Japonya, İtalya, Kosta Rika, Yunanistan) görülen sağlıklı yaşam alışkanlıklarının ötesine geçen Sinclair, asıl anahtarın epigenomu yeniden programlamak olduğunu söylüyor: Hücrelerimizin biyolojik saatini geri alıp genç hâline döndürmek. Ona göre mesele yaşlanmayı yavaşlatmak değil, tersine çevirmek.
Fareler ve maymunlarla yapılan deneyler bu yönde ilerleme kaydediyor. Sinclair, 150 yıl yaşayacak ilk kişinin zaten doğmuş olduğunu iddia ediyor. Laboratuvarı, epigenetik yeniden programlama terapileriyle dokuları gençleştirmeyi başardı; hatta hasarlı optik sinirlerin %95 oranında iyileştiğini açıkladı.
Yapay zekâ desteğiyle yeni moleküller de keşfettiklerini ve bunların basit haplara dönüştürülebileceğini söylüyor. Eğer tahminleri tutarsa, 2035 yılı civarında biyolojik yaşı sıfırlayabilen hap, iğne ya da gen terapileri rutin hâle gelebilir.
Daha gerçekçi bir tabloAncak tüm bu heyecanın yanında daha soğuk bir gerçek var: İnsan ömrü artık geçmişteki hızda uzamıyor. 23 yüksek gelirli ülkede 1939–2000 arasında doğan nesiller üzerinde yapılan bir araştırma, her kuşakta ortalama 0,46 yıl (yaklaşık 5,5 ay) artan ömrün artık %37 ila %52 oranında yavaşladığını gösteriyor.
Artık kuşak başına kazanım yalnızca 2,5 ila 3,5 ay. Ve bu, tahmini bir projeksiyon değil, gözlemlenen gerçek verilerden çıkıyor. Bunun ana sebebi “biyolojik bir tavan” değil; geçmişte büyük ilerlemelerin sağlandığı alanlarda (özellikle çocuk ölümlerini azaltmada) artık kayda değer bir gelişme yaşanmaması. Orta ve ileri yaşlarda aynı sıçramayı yapmak çok daha zor.
Ömür uzamaya devam ediyor ama daha yavaş. Sağlık sistemlerini, emeklilik politikalarını ve demografi planlamasını buna göre yeniden düşünmek gerekiyor. Artık “her nesil öncekinden çok daha uzun yaşayacak” anlayışı kesin değil.
Çalışmanın başyazarı, Max Planck Enstitüsü’nden José Andrade şöyle özetliyor:
“Eğer mevcut nesiller, 20. yüzyılın ilk yarısındaki eğilimleri sürdürseydi, 1980 doğumlu biri 100 yaşına kadar yaşamayı bekleyebilirdi. Ancak veriler gösteriyor ki yaşam beklentisindeki iyileşme hızı %37 ila %52 oranında yavaşladı. Analiz ettiğimiz hiçbir nesil ortalama olarak 100 yaş sınırına ulaşamayacak.”
Kısacası, Putin ve Şi ölümsüzlük üzerine hayal kursa da, bilim bize daha temkinli bir gelecek sunuyor. Epigenetik ve biyoteknoloji alanındaki gelişmeler umut verici, ama bugünün verileri ömür eğrisinin düzleştiğini ve tüm nesillerin önceki nesillerden çok daha uzun yaşamayacağını söylüyor.
Belki de asıl ders burada: Tiananmen tribününden ölümsüzlüğü hayal etmek değil, toplum olarak nasıl yaşlanmak istediğimizi, hangi yaşam kalitesini arzuladığımızı ve elimizdeki zamanı nasıl paylaşacağımızı tartışmak gerekiyor.


