SALİH TUNA Nihat bizim neyimizdi?
Sabah sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
O Gülbahar Hatun'un / Atapark'ın çocuğuydu, ben hemen yukarısındaki Erdoğdu Mahallesi'nin. O Maçkalıydı, ben Tonyalı. O Ülkücüydü, ben Büyük Doğucu.
Ne ki mefkûre bakımından da refiktik. Sonuçta Trabzon'un ülkücüsüydü; "Kanımız aksa da zafer İslam'ın" diyenlerden. Kaldı ki daha orta mektep yıllarımdan Büyük Ülkü Derneği'nin yabancısı değildim.
Hayır, Trabzon'da yolumuz hiç kesişmedi. Fakat Mareşal lakaplı "Musa abi" misali (düşmanın münasip yerlerini paslı jiletle kesip ordusuna intizam veren) "delilerimiz" bile ortaktı.
***
Onunla ilk kez 1984'te Ankara'da tesadüfen yolumuz kesişti. Tesadüfen diyorum, çünkü Ulvi Alacakaptan ve merhum Hasan Nail Canat'la birlikte bir tiyatro oyunu için gittiğimiz Ankara turnesinde aynı salonu paylaşacaktık.Henüz 27-28 yaşında meşale kıvraklığında bir delikanlıydı. Son derece cerbezeli konuşuyor, ağzına kadar dolu salonda pür dikkat dinleniyordu... Eskiden iki ağacın arasına kurulan salıncaklarda çocukların oynadığı mezarlıkların şehirle iç içe olmaklığından hareketle ölümle barışık hayattan girmiş, genç olmanın yaşla alakalı olmadığından çıkmıştı.
Adının Nihat Genç olduğunu oracıkta öğrendiğim bu delikanlının söz konusu konuşmasını Ankara yolculuğumuzda bizi yalnız bırakmayan büyük şairimiz İsmet Özel de beğenmişti. Ki, kolayından kimseyi beğenmezdi.
Nihat'ın "Sarışın evliya" tesmiye ettiği Gökhan Özcan başta olmak üzere birçok ortak dostumuzun varlığına sonradan muttali olacaktım.
***
Leman dergisinde 80'li yılların sonunda yazmaya başlayınca içine doğduğu çevrenin dışında yepyeni okurlar edinmekle kalmadı, aşinası olduğu çevrelerin de "hayranlığını" kazandı.Bizim mahallede çok tuhaf bir şey olmuştu... Elimde herhangi bir mizah dergisi gördüklerinde malayani işlerle iştigal ettiğimi hissettiren bakışlarla fakiri "küçümseyen" kimi muhteremlerin sırf Nihat Genç'in yazıları için gizli gizli mizah dergisi aldıklarına şahit oldum. Benim için o "kınayan bakışlarla" ödeşmenin daha klas şekli olamazdı.
Müthiş yazıyordu. Yazmıyordu da yumruk atıyordu sanki. Kimseciklerin avuruna zavuruna bakmıyor, nefeslerini kesiyordu.
***
Televizyon konuşmalarıyla çok geniş kitlelere ulaştığı dönemde sözünün, söyleminin yer aldığı haber siteleri tıklanma rekoru kırıyordu. Korsana düştüğü için kendisine maddi olarak faydası olmasa da kitapları kapış kapış satıyordu.Yazık ki itibarının zirvesinde itibar suikastına uğrattılar.
FETÖ'cüler Hrant Dink cinayetiyle "kumpaslarına" dünya çapında meşruiyet bulurken, "Fetullah'ın kapatma liberalleri" de aynı cinayet üzerinden Nihat Genç'i Hrant'ın katillerinin idolü olarak gösterdiler. Sartre'ın "Bir ölüyü şana şerefe boğuyorlar ki, bir başkasının yaşamını zehir edebilsinler" sözünü naklederek bu kahpeliğe dilimin döndüğünce vakitlice (2007'de) cevap vermeye çalışmıştım.
Evet, hayatı zehrettiler ama yıkılmadı. Yıkılmadığı gibi sonraki yıllardaki FETÖ operasyonuna karşı Müyesserleri, Barışları, Sonerleri ölümüne arkaladı.
Gelgelelim, birçoğunun "İmamoğlu'nun kapatması" hâline gelmesine engel olamadı.
Hâliyle, derin hayal kırıklığı yaşadı ama yılmak yerine daha da hırslandı ve "Veryansın TV'yi" kurdu.
if (!$ISMOBILE) : ?>
include(__DIR__.'/320x100.php');?>
***
Kategorize edilecek adam değildi. Müdanasız olmaklığın ete kemiğe bürünmüş hâliydi.Kurosava'nın Rashomon filminden mülhem söyleyecek olursak insanlarda "Rashomon etkisi" bırakırdı. Zira, herkesin bir Nihat Genç'i vardı. Lakin, onun kimsenin Nihat Genç'i olmak gibi bir derdi yoktu.
Hayatının her döneminde ABD emperyalizmine karşıydı, hayatının her döneminde eskimez, solmaz, pörsümez şekilde bu topraklara âşıktı.
Entübe edildiği günden beri kötü haberi yüreğim ağzımda bekledim. Teselli babından kendime ne telkinler ettim ama zerre fayda etmedi. Acı haber geldi, çöktüm kaldım. Oysa onulmaz hastalığını öğrendiğimden beri güya kendimi hazırlamaya çalışmıştım.
Yeni Şafak'tan ayrıldığımda ODATV'deki yazısında, "Bir de özel bir şey söylemek istiyorum Salih, eskiler laf uçar yazı kalır derdi, günümüzde öyle bir dostsuz iletişim çağı içine düştük ki, artık bu veciz sözün tersine inanıyorum, yazı hay huy uçar unutulur, ama iki arkadaş arasında edilmiş laflar, en nadide hatıralar gibi ciğerimize, kalbimize en yakın bir yerde kişiliğimizin en hayati organı olarak ebediyen kalır..." demişti.
Öyle de kaldı ve yaşadığım sürece de kalacak.

