SALİH TUNA Ölen sevgiliye
Sabah sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
İslamcısı, solcusu, sağcısı herkes kendince bir devrim peşindeydi. "Devrime" karşı çıkanlar bile Necip Fazıl'ın o mısraındaki gibi "devrimi devirecek bir devrimin" hülyası içindeydiler.
Zaten devrim rüyaları görmeyenler "Ot" veya "Sev-Genç" tesmiye edilirdi.
Sevmek sevilmek, hele ki "sevgili" peşinde koşmak veya "aşk" için bir ömür tüketmek basit/iptidai addedilir, aşağılanırdı.
Duvarların hükümferma olduğu siyah beyazlı yıllardı. Her slogan bir duvar, her duvarda da bir slogan vardı.
Abilerimiz daktiloyla, teksirle çoğalttıkları bir "metni" gizli gizli birbirlerine dağıtırlar, bize zinhar göstermezlerdi. Bir defasında ısrarla istemiştim ama "Sen anlamazsın!" diyerek vermemişlerdi.
Yasa dışı bildiri olduğunu düşünmüştüm. Polise yakalatırsam "Kim verdi bunu sana?" diye sorguya çekildiğimde çözüleceğimi, hâliyle başlarının belaya gireceğini hesap ettikleri için benimle paylaşmadıklarını sandım. "Okuduktan sonra hemen yakarım; hem yakalansam da sizi ele vermem ki..." diyecek oldum, gülüp geçtiler.
Sonradan, bunun "bildiri" falan değil, sıkı bir aşk şiiri olduğunu öğrenecektim.
***
Zor yıllardı. Sloganlar, afişler, pompalı pankartlar kurtarılmış mahallelere açılır, kurtarılmış mahalleler de toplumun arasındaki irtibat tellerini kopartırdı.Fakir de henüz orta mektep sıralarındayken duvar yazısına çıkardım:
"Nerdeydin oğlum sen?"
"Dernekte..."
"Hadi lan artiz. Akşama kadar o kızı kesiyordun, bilmiyoruz sanki..."
"Ne kızı abi ya?"
"Arkadaşlar görmüş oğlum, dün gece yazı yazdığımız duvara yaslanmış, üçüncü kattaki esmer kızı kesiyormuşsun..."
"Benim üçüncü katın varlığından bile haberim yok, ne kızı ne esmeri!.."
"Peki ne işin vardı orda?"
"Yazıyı silmişler mi diye bakmaya gittim..."
Meraklısına not: Üçüncü kattaki esmer kız ile duvara yazı yazan orta mektep talebesi değil, "fırça atan abi" evlenmiştir. Daha da ilginci bu abi, o aşk şiirini hıfzedenler arasındaydı.
Şiir mi?
Merhum üstadımız Sezai Karakoç'un 52'de yazdığı Mona Roza'ydı. Uzun yıllar boyunca şiir kitaplarında yer vermediği bu şiiri aynı adla ancak 1998'de kitaplaştırdı.
***
Sezai Karakoç ve Cemal Süreya'nın Mülkiye'de aynı sınıfta okudukları dönemde âşık oldukları, uğruna Sezai Karakoç'un Türk şiirinin en güçlü ve en romantik aşk şiirini yazdığı, Cemal Süreya'nın da (Sezai Karakoç'la girdiği iddia üzerine) uğruna soyadından bir "y"yi kaybettiği Muazzez Akkaya'yı birkaç gün evvel 95 yaşında öte dünyaya yolcu ettik. Cemal Süreya bu aşktan sonra başka aşklara yelken açmış ama Sezai Karakoç bu aşkla birlikte tüm aşkları gömmüş, hiç evlenmemiştir.Şaşacaksınız ama söyleyeyim: Beni bu aşkta en çok etkileyen, Türk edebiyatının iki büyük şairinin Muazzez Akkaya'nın paltosunun ceplerine gizli gizli şiirler koyduğunu öğrenen (Muazzez Hanım'ın merhum kocası) Orhan Giray'ın şiir yazmaya kalkışıp eşinin ceplerine koymasıdır.
Bu aşkta en mutlusu da hiç emek harcamadan "Türk edebiyatının Mona Roza'sı" unvanıyla ölümsüzleşen Muazzez Akkaya Giray'dır.
"Hiç emek harcamadan" dememin nedeni, adına akrostiş marifetiyle Türk şiirinin en romantik şiiri yazıldığı hâlde (bir yıl önce kendisiyle yapılan bir söyleşide) "Aslında şiirlerle başım o kadar hoş değildi, daha çok nesir olanları severim..." demesidir.
Gerçi bu sözüne muttali olduğumda, "Keşke o üçüncü kattaki esmer kızın da şiirle başı hoş olmasaydı..." dedim.

