SonTurkHaber.com
close
up
Menu

CHP den Adana, Adıyaman ve Antalya da tepki mitingi

Konya da 500 bin metrekare arazinin hasadından elde edilen gelir hayır işlerinde kullanılacak

Fenerbahçe için flaş açıklama! Osimhen’i al seçimi kazan!

Trabzon da Balkan Harbi ve 87. Alay Trabzon Gönüllüleri söyleşisi gerçekleştirildi Trabzon Haberleri

Kemiğiyle, canıyla, kanıyla Nihat Genç Ersin Çelik

Esenyurt’ta pastanede işçilerin yumruklu kavgası kamerada

Yeni futbol aklımız o denmişti! Fenerbahçe de sürpriz istifa

Kars ta kaybolan küçük Melih için ekipler harekete geçti

Arsenalli yıldız Trossard dan Fenerbahçe için flaş hamle

Gökyüzünde panik anları: Yıldırım isabet eden yolcu uçağı Elazığ’a zorunlu iniş yaptı

Tekirdağ da gündöndü tarlaları sürücülere renkli rota sunuyor

Arazide toprağa gömülü boğazı kesilmiş cesedi bulunmuştu; 3 tutuklama Çorum Haberleri

European giants enter the race for Orkun Kökçü! The player prefers Liverpool

Milli yüzücü Kuzey Tunçelli, Slovakya da ikinci altın madalyasını kazandı Spor Haberleri Yüzme

Victor Osimhen has accepted Galatasaray’s offer!

Aşure günü bu yıl ne zaman, bugün mü, hangi tarihte? 2025 Diyanet Aşure Günü tarihi Son Dakika Haberleri

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dan Galatasaray Başkanı Dursun Özbek e hastanede ziyaret

İngiliz basını: İran İsrail in 5 askeri tesisini vurdu Dış Haberler

Orman yangınlarının sona ermesi için camilerde dua edildi

İkinci mesleğiyle Arif Hikmet Koyunoğlu Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri

Sandık, içinden AKP çıkarsa kutsal oldu

Sandık, içinden AKP çıkarsa kutsal oldu

Halktv sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.

"AKP-MHP ittifakının ideolojik hegemonya iddiası bitti" diyor siyaset bilimci Güven
Gürkan Öztan. Yeni kitabı "Merkez'den 'Uç'lara"da, neoliberal dönemde yani 1983-2002
arasında Türkiye'de sağ siyasetin dönüşümünü anlatıyor. Ben onu biraz da bugünlere
çektim ve sıcak siyaseti anlamak için sorular sordum. İşte, "Merkez sağı içinde eriten AKP,
2010 sonrasında onu 'aşma' evresine girdiğinde artık rejim değişikliğine giden yola gözünü
dikmişti"
diyen Öztan'ın cevapları...

Kitapta 1983-2002 yılları arasında Türkiye’de sağ siyasetin nasıl şekillendiğini
anlatıyorsunuz. Bu yıllar arası sağ siyaseti belirleyici temel faktörler neler oldu?

1983-2002 arasında birçok belirleyici faktör var. Bunların başında Türkiye’de yaşanan
neoliberal dönüşümün tetiklediği etmenleri ilk sıralara yazmak gerekir. 1982 Anayasası'nın
yürütme organına tanıdığı imkânlarla birleşen neoliberalleşme süreci, Meclis ve yargı
denetiminden kaçmayı marifet sayan bir iktidar tipi yarattı. ANAP’ın KHK’lar ile kamu
idaresine biçim vermesi bu duruma örnektir. Bir diğer etmen, askeri bürokrasinin
yürütmenin aktif bir ortağı haline gelmesidir. Merkez sağ siyasetler her ne kadar “milli
irade” vurgusu yapsa da, merkez sağ kadrolar özellikle 1990’larda güvenlik devletinin
inşasında önemli rol oynamıştır. Biz bu sürecin faili meçhullerden siyasi suikastlara uzanan
karanlık yüzüne dair hâlâ doyurucu bilgiye sahip değiliz.
Siyasetin finansmanı, devlet teşvikleri ve özelleştirme konuları başta olmak üzere siyaset
ile ekonomi arasındaki ilişkinin karmaşıklaşması belirleyici bir diğer faktördür. İş
çevreleriyle içli dışlı bir siyasetçi profilinin baskın karakter olması ve iş insanlarının
kamusal görünürlüklerinin artması zaman içinde normalleşti. 1990’ların iktisadi krizleri
içerisinde siyasetin yeni rant alanları yaratmakla özdeş bir faaliyet olarak görülmesiyle
merkez siyasete olan güven azaldı.
Kürt sorununun ve PKK saldırılarının 1983-2002 arasındaki dönemde siyaset, bürokrasi ve
demokratik toplum arasındaki ilişkiyi büyük ölçüde belirleyecek bir noktaya geldiğinin de
altını çizmeli. 1990’larda MHP’nin yükselişini, merkez sağ ile MHP arasındaki ilişkinin
dönüşümünü ya da Refah Partisi (RP) ile MHP arasındaki gerilimin yükselmesini Kürt
sorunundan bağımsız düşünemeyiz. Sağ siyasette aktörler arasındaki ilişkiler Kürt
sorununda takındıkları tutuma göre yeniden belirlendi.
Bu döneme mührünü vuran bir başka gelişme, Körfez sermayesinin bankacılık sektörü
üzerinden Türkiye’ye sokulması ve buradaki sermaye birikiminin daha sonra MÜSİAD
olarak karşımıza çıkan sermaye fraksiyonunu oluşturmasıdır. 1990’larda sermaye
fraksiyonları içindeki gerilimin yükselmesinin siyasal alana net yansımaları vardır.
TÜSİAD’ın ANAP ve DYP’yi “büyük koalisyona” ikna etme çabalarını da MÜSİAD’ın
RP’siz koalisyonlara set çekme çabalarını da ancak bu gerilimi dikkate alarak
anlamlandırabiliriz. Hepsinin geldiği yer ise 2000’lere devredecek hükümet sistemi
tartışmaları olacak.

"ARTIK O ESKİ MERKEZ SAĞ YOK"

80’lerde sağın sağla rekabetini görüyoruz. 80 ve 90’larda iki merkez sağ parti vardı
ANAP ve DYP. Şimdi merkez sağ yok mu? Bu tanım kalktı mı?

Türkiye’de merkez sağın ana aksı Demokrat Parti (DP) ve devamı olan Adalet Partisi'dir
(AP). 1980 kırılması bu geleneğin temsilciliğine soyunmayan ANAP’ın yükselişine zemin
hazırladı. ANAP, meşruiyetini “yeni” olduğu iddiasına dayandırmıştı. Başka çaresi de
yoktu ama politikayı kavrama ve uygulama bahsinde DP-AP ile birçok ortak noktası vardı.
1980’lerin ikinci yarısında DYP, ANAP’tan farkını ortaya koymak adına geleneğe daha
çok atıf yaptı. Bununla birlikte her iki parti de DP-AP’den miras kalan yöntemle kendi
içindeki aşırı unsurları kâh küçük ödünler vererek kâh pasifize ederek çevrelemeyi
deniyordu. Ortalama bir ANAP’lı ya da DYP’li kendisini İslamcılık ve doktriner
milliyetçilikle mesafeli bir yerde konumlandırıyordu.
ANAP ve DYP, 1990’lar boyunca irtifa kaybederek 2000’lerin başında atlatmaları
mümkün olmayan bir ideolojik, programatik bir krize sürüklendi, “yöneten siyaset” olma
iddiasını ve toplumsal tabanını kaybetti. AKP’yi var eden faktörler arasında bu irtifa
kaybının, krizden çıkış arayışının büyük payı vardır. Nitekim 2002 AKP’si, uluslararası
konjonktürün sunduğu imkânlardan yararlanmayı bildi ve iç siyasette merkez sağı
“kapsayarak aşma” iddiasıyla siyaset sahnesinde yer aldı. AB reformlarının itici gücü,
ideolojik zeminde liberaller ile ittifak, sermaye çevreleriyle iyi ilişkiler ve ANAP-DYP
birleşmesinin politik bir alternatif yaratamaması sözünü ettiğim kapsama iddiasını
kuvvetlendirdi. Menderes, Özal ve Erdoğan’ı “milletin adamları” diyerek aynı karede yan
yana resmeden afişleri hatırlayın. Erdoğan hem liberaller hem de muhafazakârlar
tarafından Erbakan’ın değil Özal’ın mirasçısı gibi düşünülüyordu. Hizmet retoriği eklem
bağıydı. Ama ne Erdoğan, Menderes ya da Özal gibi İslamcıları çevrelemekten yana bir
siyasetçiydi ne de AKP, DP ya da ANAP’tı. Nihayetinde merkez sağı içinde eriten AKP,
2010 sonrasında onu “aşma” evresine girdiğinde artık rejim değişikliğine giden yola
gözünü dikmişti.
Bugün bildiğimiz anlamıyla merkez sağ yok. Merkez sağcılar, AKP dahil farklı siyasi
partilere dağılmış ve siyasi etkinliklerini kaybetmiş durumdalar. DP ve İYİ Parti gibi
merkez sağı ihya etme çabaları da şu ana kadar olumlu bir netice yaratamadı. Zira merkez
sağı var eden sosyolojik parametreler değişti, siyasal beklentiler dönüştü, rejim meselesi
baskın mesele oldu. Şayet yeniden sivrilecek bir merkez sağ parti olacaksa o ancak AKP
sonrasında mümkün olabilir ve kadro açısından da ideolojik hedefleri açısından da geçmiş
örneklerden çok farklı bir hüviyete bürünmesi beklenebilir.

ANAP için “liberal, mukaddesatçı, hareketçi koalisyonu” diyorsunuz. Bunu biraz
açalım mı?

Elbette. ANAP, 12 Eylül sonrasının özel şartlarında doğmuş bir parti. AP’nin, MHP’nin ve
Millî Görüş geleneğinin üst kadrolarının siyasal alandan uzaklaştırıldığı bir konjonktürde
“dört eğilimi birleştirme” iddiası ile kuruluyor. Nakşibendiliğin ana kollarının, orta katman
ülkücülerin, milliyetçi-muhafazakâr entelijansiyanın, İslami kökten gelen teknokratların ve
bir kısım sermayedarın desteğiyle “kendinde sağ koalisyon” olarak vücut buluyor. AP
geçmişi olan bazı isimler, kuruluş kervanına katılsa da asıl ağırlığı aktif siyasete ilk kez
girenler oluşturuyor. 1980 öncesiyle ilişkilenmenin olağan şüpheli haline gelme riskini
barındırdığı günlerde Özal, vitrine yeni siyasetçileri koymanın taktiksel olarak prim
yapacağını öngörüyor. Muhafazakârları aynı çatı altında topladığı için örneğin Sabahattin
Zaim gibi isimlerden övgü alan Özal, liberalleri ve milliyetçileri de kadrosuna katıyor.

Böylece büyük bir uzlaşma ya da toplumsal barış projesine imza attığı izlenimini hem
askeri kadroya hem de topluma vermeye çalışıyor. Farklı kökenden gelen siyasetçileri
ANAP kimliği altında eritmeyi deniyor. Ancak partide liberaller, mukaddesatçılar ve
hareketçiler arasında hep bir itiş kakış var. Kimi zaman mukaddesatçılar ve hareketçiler
birbirleriyle mücadeleye giriyor, kimi zaman ittifak yapıp liberallere karşı mevzi
kazanmaya çalışıyorlar. Özal burada bir denge sağlayıcı olma işlevi görüyor, kâh
liberallere kâh mukaddesatçı-milliyetçi kesime arka çıkıyor. 1989 sonrasında
Cumhurbaşkanı olunca bu işlevi yeteri kadar yerine getirememesi, yeni yönetimin de bu
denge politikasından kısmen vazgeçmesi ve sonra da partinin iktidardan düşmesi ANAP’ta
kazanların kaynamasına yol açıyor.
Şunu da eklemek gerekir sanırım. Özal özellikle tarikat ve cemaatlerden gelen talepleri
dikkate alarak kültür ve eğitim alanında mukaddesatçı kanadın önünü açmıştı. Böylesi
hamleler partideki seküler liberal kanat tarafından sıklıkla eleştiri konusu yapıldı. Hatta
ANAP’ın mağlubiyet yaşadığı 1989 yerel seçimleri sonrasında bu kanat partinin “merkez
sağ”dan uzaklaştığını dahi ileri sürmüştü. Mesut Yılmaz liderliğindeki ANAP, Özal’ın
ANAP’ına nazaran daha seküler-liberal bir koordinata yerleşmişti. Bu sefer de
muhafazakârların parti yönetimine dair eleştirileri arttı. 28 Şubat’ı takip eden süreçte
restorasyon hükümeti olarak kurulan ve ANAP’ın içinde olduğu koalisyon 8 yıllık
kesintisiz eğitimi kabul ederken partiyle yollarını ayırdılar.

REFAH PARTİSİ ARADAN NASIL SIYRILDI?

Refah Partisi, DYP ve ANAP arasından sıyrılıp nasıl yükseldi? RP siyasal İslamcı bir
parti miydi? 90’larda İslamcılar, liberaller ve “solcular” nasıl bir araya geldi?

Refah Partisi (RP), 1980’lerin sonlarından itibaren neoliberalleşme sürecinin yarattığı
sorunlardan beslenerek büyüdü. Millî Görüş kadroları, ANAP’ın iş insanları ve
teknokratlar üzerinden yürüttüğü siyasete karşı mahallelerde örgütleniyor, sosyal devletin
çekilmesiyle oluşan boşluğu mahalle örgütleriyle doldurarak siyasi güç devşirmeye
çalışıyordu. Mahalle, sokak hatta bina sorumluları aracılığıyla yüz yüze ilişkiler geliştiren
ve büyükşehirlerde özellikle yoksul mahallelerde tutunan bir teşkilatlanma deneyimi
yaşadılar. Burada 12 Eylül’ün örgütlü solu tasfiye etmesinin büyük payı vardır.
Neoliberal kapitalizme eklemlemeye çalışan Anadolu’daki küçük ve orta boy işletme
sahipleri de RP’nin beslendiği kaynakları oluşturmuştu. 1990’larda ANAP ve DYP’den
umduğunu bulamayan “Anadolu Kaplanları”, RP’nin Adil Düzen iddiasının arkasına
takıldı. Böylece RP hem kent yoksullarının hem taşradaki sermayedarların oyuna talip bir
parti haline geldi. Taşra kökenli muhafazakâr ailelerde doğan, büyükşehirde okuyan ve
meslek sahibi olanlar Adil Düzen programının taşıyıcılığına soyundular. Fetişleştirilen
“sivil toplum” ile bağı kuran da bu kadrolardı. 1990’ların entelektüel dünyasına damgasını
vuran çokkültürlülük ve post-modernizm tartışmalarını, siyasal meşruiyet inşa etmek adına
pragmatik bir biçimde kullandılar. Liberaller, İslamcılar ve sol-liberaller arasındaki ilişki
de buralardan neşet etti. Her türlü siyasal ve ekonomik sorunun kaynağı olarak erken
Cumhuriyet dönemini işaret etme eğilimi ortak noktaları oldu. Başka kültür evrenlerine
dahil olsalar da bu ortak nokta adı konmamış bir işbirliğine kapı araladı. AKP’nin ilk iki
döneminde bu işbirliği tescillendi.
RP’nin yükselişinde Kürt sorununun da önemli bir rolü vardır. Bilhassa 1993 sonrasında
ANAP ve DYP milliyetçi-güvenlikçi bir çizgiye meyledince RP hem Güneydoğu’da hem
de köy boşaltmalar sonrasında büyükşehre göç etmek zorunda kalan muhafazakâr Kürtler arasında siyasi etkinliğini arttırdı. 1994 yerel seçimleri bahsettiğimiz etkinliğin sonuç
ürettiği kritik bir tarihtir. 1990’larda Türk milliyetçiliği eleştirisi ve Kürt sorununu
“Müslümanların kardeşliği”ne atıfla çözme iddiası RP’yi diğer sağ partilerden ayırdı. 1991
genel seçimlerinde MÇP ile ittifak yapan RP, sonrasında MHP’yle en sert polemik yaşayan
partilerden biri oluverdi.

"AKP - ERDOĞAN SÜREKLİ ORTAK DEĞİŞTİRDİ"

"Merkez sağ ve doktriner yani uç sağ dönüştü ve AKP’nin yürütücüsü olduğu merkez
sağı kuşatan bir hegemonya projesi oluştu" diyorsunuz. AKP-MHP birlikteliği bu
hegemonya projesi mi şimdi? Bu ortaklık sürecinde AKP mi MHP’yi daha İslamcı
kıldı, MHP mi AKP’yi daha milliyetçi çizgiye çekti?

AKP, 23 yıllık iktidar döneminde sağın farklı kesimleriyle ittifak kurdu, ittifak
ortaklarından biri kendisini tehdit edecek bir güce ulaştığında ya da artık iktidar için
işlevsel bir rol üstlenmediğinde onu değiştirdi ve yerine yeni bir ortak buldu. Her seferinde
de söylemini bu ittifak ilişkisine uygun bir biçimde dönüştürdü. Örneğin merkez sağın
söylemlerini benimser göründüğü 2002-2013 arasında liberal entelijansiyanın desteğini
hep yedekte tuttu. 2011 sonrasında sağda kendisine rakip olabilecek partileri liderlerini
transfer ederek sönümlendirdi. Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu bunun en güzel
örnekleridir. 2015’e kadar sağda müstakil ve etkili bir muhalefet olarak yalnızca MHP
vardı. Suriye savaşının geldiği yer, çözüm sürecinin kesintiye uğraması, AKP’nin Kürt
seçmen desteğini kaybetmesi, MHP içindeki muhalefet ve daha onlarca neden AKP ve
MHP arasındaki hasımlık ilişkisini değiştirecek bir ivme yarattı. 15 Temmuz sonrasında
artık büyük sağ koalisyonun çatısı somutlaşmaya başlamıştı. Devletin yeniden dizayn
edilmesi için MHP, AKP’nin daha doğrusu Erdoğan’ın müttefiki konumuna yükseldi.
Hüda-Par da “demokrasi mitinglerinde” boy gösterdi. AKP’nin başkanlık sistemi için
MHP’ye olan ihtiyacı, MHP’nin devlet içinde güç kazanma iştahı neticesinde her iki parti
tabanının birbirine yaklaşmaya başladığı bir sürecin fitili yakıldı.
“Yerli ve milli” söylemi AKP ile MHP’nin ittifakının özetidir. AKP’nin küresel kimliklerle
barışık İslami kimlik iddiasının yerine geçmiştir. Siyasi müktesebatı gereği Türk
milliyetçiliğiyle mesafeli Erdoğan ironik bir biçimde milliyetçi lider zırhına bürünüverir.
1990’lar ve 2000’lerin ilk on beş yılında AKP’yi milliyetçiliğe zarar vermekle itham eden
Bahçeli de ittifakla birlikte AKP’nin kendi çizgilerine geldiğini düşünür. Aslında vücut
bulan şey 12 Eylülcü Türk-İslam sentezinin, İslam-Türk sentezi olarak revize edilmesidir.
Ancak ideolojik muhteviyatı çok zayıf olduğundan hem İslamcılığın hem de Türk
milliyetçiliğinin içini oyar. Bugün İslamcıların ellerinde her türlü imkân varken bu denli
ideolojik çoraklaşma yaşamasını ya da milliyetçilerin içlerinden organik aydın
çıkaramamasını bir tesadüf olarak nitelendiremeyiz. AKP-MHP ittifakı ideolojik
hegemonya iddiasını artık yitirmiştir.

"MİLLİ İRADE KOZU ARTIK MUHALEFETTE"

Milli irade söylemi, 80 ve 90’larda sağ partilerin söylemiydi. Şimdi AKP kullanıyor...
Milli irade, otokrasiye geçişin kılıfı mı oldu bugün? Yoksa muhalefetin eline mi geçti
bu söylem?

Milli irade söylemi aslında DP’nin, dönemin CHP’sine karşı toplumsal destek devşirmek
için seferber ettiği bir slogandı. Bir yandan Meclis’e CHP ile özdeş vekil profilinin dışında
bir profili taşımakla cisimleşiyordu bir yandan da dini motifleri içeren popülist bir propaganda dili kuruyordu. “Milli irade”yi çoğunlukçu yönetim ile eş anlamlı kılan da
DP’lilerdi, bilhassa 1957 sonrasında kendilerine yönelik tüm demokratik eleştirileri milli
irade diyerek etkisizleştirmeye çalışmışlardı. Aynı mantalite AP’ye devredecekti. Demirel
ve AP’liler, 1961 Anayasası’nın hükümeti dengeleme ve denetleme için dizayn ettiği
kurumlardan şikâyet ederken aynı söyleme başvurmuştu.
1980 sonrasında ANAP’tan ziyade DYP milli irade söylemine sarıldı ve bunu özellikle 12
Eylül yasaklarını eleştirmek için kullandı. Söyleme yeniden canlılık kazandıran ise AKP
oldu. AKP’nin 2007 cumhurbaşkanlığı seçimi ve akabinde Ergenekon-Balyoz operasyon
dalgasında sığınağı, sandıkla gelenin meşruiyetinin tartışılamayacağı argümanıydı. Gözaltı,
tutuklama süreçlerine dair hukuki ve siyasi itirazlar yükselirken iktidar cenahında
çoğunlukçu demokrasi tezi bir kez daha öne çıkarılıyordu.
Ama eninde sonunda görüldü ki sandığa atfedilen kutsallık, sandıktan AKP’nin çıkmasına
bağlıydı. Öyle olmadığında rahatlıkla seçimlerin belirleyici niteliği yok sayılabiliyordu.
Son zamana dek 7 Haziran 2015 genel seçimi, 2016’dan itibaren HDP’li belediyelere
atanan kayyumlar ve 31 Mart 2019 İstanbul yerel seçimi bunun en net örneklerini
oluşturuyordu.
Milli irade söyleminin muhalefete geçişinde ilk büyük aşama Ekrem İmamoğlu’nun
mazbatasının iptal edilmesiydi. İmamoğlu yenilenen seçimlere kadar geçen zaman zarfında
bu iptalin yurttaşların seçme iradesine müdahale olduğunu haykırdı. İstanbul’da yenilenen
seçimlerde farkın İmamoğlu lehine artmış olması, bu tespitin İstanbullular tarafından da
büyük oranda benimsendiğini gösteriyordu.
2024 yerel seçimlerinde CHP’nin birinci parti haline gelmesi, AKP’nin “milli irade”
söylemine sırtını dönmesini netleştirdi. Esenyurt Belediyesi’ne yapılan operasyon ile
başlatılan süreç ve 19 Mart kuşatması ile artık milli irade söylemi muhalefetin eline geçti.
Türkiye sağının ana gövdesi, seçme ve seçilme hakkını yok sayarak kendi tarihsel kozunu
muhalefete teslim etti. Bu Türkiye siyasal yaşamı açısından bir dönüm noktası.

"CHP'NİN BÜROKRATLARA SESLENMESİ BOŞA DEĞİL"

Eskiden “devlet” diye ayrı bir yapıdan bahsederdik. Şimdi AKP-MHP devletin
kendisi mi oldu?

AKP-MHP ittifakı devleti 15 Temmuz sonrasında büyük ölçüde yeniden yapılandırdı.
Başkanlık sisteminin hayata geçirilmesiyle birlikte de bürokrasinin üstünde bir Saray
bürokrasisi oluşturdu. Varlığını rejime borçlu olan, kamuya karşı herhangi bir sorumluluk
hissetmeyen bir zümre ortaya çıktı. Evrensel ilkeleri ve teamülleri hiçe sayan, kamu
vicdanını yaralayan işlerin altında genellikle onların imzaları var. Öte yandan çeşitli
bakanlıklarda nüfuz alanları cemaat ve tarikatlar arasında paylaştırıldı. Ancak bu
paylaştırma mesaisi yeni problemler üretti, üretmeye devam ediyor.
Hayati öneme sahip iki alanda, yargı ve güvenlik bürokrasisinde de büyük bir değişim
yaşandı. AKP ve MHP genel merkezlerine yüzünü dönen kadrolar en üst basamaklara
tırmandırıldı. Hal böyleyken AKP-MHP’nin “devletin kendisi olma” uğraşında belirli bir
mesafe kaydettiği aşikâr ancak parti-devlet özdeşliğine direnç gösteren görevlilerin
olduğunu gösteren örnekler var. İktidar böylesi durumlarda en ağır cezaları gündeme
getiriyor ki tam sadakat sağlansın. Mezuniyet töreninde subay yemini okuyan teğmenlerin
ihraç edilmesini ya da iktidarın beklentisinin dışında karar verdiği için görev yeri
değiştirilen hakim ve savcıları düşünün. Ceza yağıyor yağmasına ama hâlâ çatlak sesler
çıkıyor, ayak direyenlere rastlanıyor. Ezcümle CHP yönetiminin son birkaç yıldır bürokratlara seslenerek hukuksuz kararlarda pay sahibi olmayın demesi boşuna değil.

"DEMOKRASİ KAYBININ SON HALKASINDAYIZ"

Son operasyonlar, Türkiye’de artık sandıksız bir rejime doğru mu gittiğimizi mi
gösteriyor?

İktidar, 7 Haziran 2015 seçimleri ile birlikte fiili olağanüstü hâl rejimine
geçmişti. Bu rejimin iki temel karakteristiği söz konusuydu. İlki AKP’nin çoğunluğu
sağlayamadığı bir seçimin sonucunu tanımamak, ikincisi ise özgürlükler ile güvenlik
arasında “denge” tutturma kaygısını aslen iktidarın güvenliği lehine terk etmekti. 15
Temmuz darbe girişimi sonrasında fiili olağanüstülük durumu, ilan edilmiş olağanüstülüğe
dönüşüverdi. Bu zaman aralığı aynı zamanda devletin yeniden dizayn edilmesi için bir
tasfiye ve sindirme operasyonu ile özdeşleşti. Bir yandan 2017 referandumuyla başkanlık
rejimine geçilirken bir yandan anayasasızlaştırma olarak tarif ettiğimiz sürece hız verildi.
Anayasanın garanti altına aldığı hak ve özgürlüklerin fiiliyatta tamamen iktidarın keyfine
bırakılmış olması ile anayasal kurumların kamu adına denetleme ve düzenleme işlevlerini
yitirmesi bir madalyonun iki yüzü olarak tezahür etti. Örneğin Ekrem İmamoğlu’nun
diplomasının iptali bu silsilenin siyasi rekabetteki hakkaniyet ölçütlerini doğrudan yok
sayan sonuçlarından biridir.
Bugün anayasasızlaştırma ile başlayan ve topyekûn demokrasi kaybı olarak
nitelendirilebilecek sürecin son halkasına gelmiş durumdayız. 19 Mart’ı bir dönüm noktası
olarak alırsak seçimlerin yalnızca göstermelik hale getirildiği bir siyasi iklime doğru
sürüklenmek istediğimizi pekâlâ söyleyebiliriz. Diploma iptali, İBB operasyonu ve
-öncesiyle sonrasıyla- CHP’li belediyeleri yargı marifetiyle kuşatma politikası, yalnızca
2024’te muhalefetin elde ettiği seçim zaferini ve kazandığı özgüveni eritmeyi amaçlamıyor
aynı zamanda önümüzdeki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimine de şimdiden
ambargo koymayı hedefliyor. Muhalefetin en güçlü adayının yanı sıra strateji belirleyen
kadroların, politika üreticilerinin, sivil toplumla bağ kuran aktörlerinin tutuklanması
bundan. O nedenle de iktidarın CHP’li yerel yönetimlere yönelik operasyonlarına devam
ederken bir “üst aşamayı” da yani CHP yönetimini dağıtmayı da gözüne kestirdiğini
tahmin etmek falcılık olmasa gerek. Özetle anayasasızlaştırma nasıl planlandıysa
seçimsizleştirme de öyle hayata geçirilmek isteniyor. Toplumsal muhalefet, geçmişten ders
almanın da sonucu olarak CHP’nin direncini arttırmak için mücadeleye omuz veriyor zira
meydanları dolduran insanlar seçimsizleştirmeye itiraz etmenin yurttaş olarak var
olabilmenin, demokratik cumhuriyeti korumanın son kalesi olduğunun farkında.

"HER ALANDA ÇORAKLAŞMA, LİYAKATSIZLAŞMA VAR"

Bugünkü rejimin uygulamaları; siyasette sağ-İslamcı ağırlığın sonunu mu getirebilir
mi?

Siyasal İslamcı ajandanın sayfaları 1960’lardan itibaren Ayasofya’da namazdan
Taksim’e camiye uzanan simgesel hedeflerle doldurulmaya başladı. Millî Görüşçüler'in
organize ettiği Fetih Şenlikleri, 1453’ü hatırlatmaktan çok İstanbul’un İslamcıların
yönetimine geçeceği bir güne hazırlıkmışçasına kutlandı. 23 yıllık AKP iktidarında İslamcı
yazar ve aktivistlerin işaret ettiği simgesel hedeflerin neredeyse tümüne ulaşıldı. Simgesel
olanla da yetinilmedi. İslamcı kökenden gelen siyasetçiler eğitim sistemini baştan aşağı
değiştirdi, cemaat ve tarikatları sistemin merkezine yerleştirdi, iktidarla organik bağı olan
“sivil toplumu” ihya etti, spordan sanata mimariden popüler kültüre kamusal yaşamın
akışına İslamcı saiklerle müdahale etti. Sağın en geniş yelpazesinin desteğiyle pişirilen
“Türk tipi” başkanlık sistemi ile bir nevi Necip Fazıl’ın hayalini kurduğu “başyücelik” makamının benzeri oluştu. Yeni rejimin tüm sorunları çözeceği vaat edildi. Ancak Türkiye
iddia ettiklerinin aksine daha müreffeh, daha adil, daha ahlâklı insanlardan oluşan bir ülke
haline gelmedi. Üstelik siyasetten akademiye her alanda çoraklaşma, renksizleşme,
liyakatsızlaşma aldı başını gitti. Buradan İslamcılık adına bir başarı hikâyesi çıkmaz.
Doğrudan İslamcı endoktrinasyona maruz kalan kuşakların dahi seküler alternatiflere
yönelmesi, yeni arayışlar içerisinde olması bunun bir kanıtı niteliğinde.


Merkez'den "Uç"lara (Neoliberal Dönemde Türkiye'de Sağ Siyaset), Güven Gürkan
Öztan, Schola-Ayrıntı, 340 sayfa.

BUNLARA BAKIN
1) HAYALİ HAYATLAR, Marcel Schwob, Çev: Birsel Uzma, (İthaki)
Ben Borges'in etkilediği çok isim duydum da, etkilendiği az isim duydum. 19. yüzyıl
Fransız yazarlarından Schwob bunlardan biri. Gerçek kahramanlara hayal ürünü hikâyeler
kurguluyor. Bu kitapta da böyle 22 karakter var.
2) YUNANLI BİR KIZ ARANIYOR, Friedrich Dürrenmatt, Çev: Akşit Göktürk (YKY)
Dürrenmatt, burjuva ahlâkını, iktidar ilişkilerini ve modern insanın trajikomik çıkmazlarını
hicvediyor. Hikâye, bekârlıktan bunalan örnek yurttaş Arnolph'un gazeteye bir ilan
vermesiyle başlıyor: Yunanlı Bay Yunanlı Bir Kız Arıyor.

3) DENİZDE ZAFER, Paul Kennedy, Çev: İrem Kutluk, (Alfa)
Britanya İmparatorluğu en büyük deniz gücüyken II. Dünya Savaşı ile işler değişti. Savaş sonunda ABD dünyanın daha önce görmediği biçimde tek güç olarak ortaya çıktı. Yazar, savaşta deniz gücünün sonucu belirlemede ne kadar önemli olduğunu da anlatıyor.
4) BAHÇE KARDEŞLİĞİ, Sally Jean Cunningham, Çev: Evren Yıldırım (Doğan)
Yaz geldi, bağ bahçe uğraşma zamanı. Kitap, sürdürülebilir bir yaklaşımla toprağı
zenginleştirmenin, faydalı böcekleri bahçenize çekmenin ve doğanın ritmiyle hareket
ederek sebzeler, aromatik otlar ve çiçekler yetiştirmenin inceliklerini anlatıyor.
5) İMPARATOR TANRIYKEN, Julie Otsuka, Çev: Duygu Akın (Domingo)
1942’de bir Şubat sabahı, ABD’nin batı yakasındaki Japon asıllı Amerikalılar için her şey
değişti: Kendi ülkelerinde düşman ilan edildiler. Ellerine tutuşturulan tren biletleriyle Utah
Çölü'nde bir toplama kampına gönderildiler... Savaşın gölgesinde parçalanan bir ailenin
hikâyesi...

En son güncellemeleri ve haberleri takip etmek için SonTurkHaber.com'ı izlemeye devam edin, biz durumu takip ediyor ve en güncel bilgileri sunuyoruz.
seeGörüntülenme:53
embedKaynak:https://halktv.com.tr
archiveBu haber kaynaktan arşivlenmiştir 07 Temmuz 2025 12:42 kaynağından arşivlendi
0 Yorum
Giriş yapın, yorum yapmak için...
Yayına ilk cevap veren siz olun...
topEn çok okunanlar
Şu anda en çok tartışılan olaylar

CHP den Adana, Adıyaman ve Antalya da tepki mitingi

05 Temmuz 2025 20:30see194

Konya da 500 bin metrekare arazinin hasadından elde edilen gelir hayır işlerinde kullanılacak

06 Temmuz 2025 15:24see173

Fenerbahçe için flaş açıklama! Osimhen’i al seçimi kazan!

06 Temmuz 2025 07:42see170

Trabzon da Balkan Harbi ve 87. Alay Trabzon Gönüllüleri söyleşisi gerçekleştirildi Trabzon Haberleri

06 Temmuz 2025 19:00see161

Kemiğiyle, canıyla, kanıyla Nihat Genç Ersin Çelik

06 Temmuz 2025 04:10see158

Esenyurt’ta pastanede işçilerin yumruklu kavgası kamerada

06 Temmuz 2025 13:00see145

Yeni futbol aklımız o denmişti! Fenerbahçe de sürpriz istifa

06 Temmuz 2025 14:24see138

Kars ta kaybolan küçük Melih için ekipler harekete geçti

07 Temmuz 2025 00:31see137

Arsenalli yıldız Trossard dan Fenerbahçe için flaş hamle

06 Temmuz 2025 14:24see136

Gökyüzünde panik anları: Yıldırım isabet eden yolcu uçağı Elazığ’a zorunlu iniş yaptı

05 Temmuz 2025 18:57see136

Tekirdağ da gündöndü tarlaları sürücülere renkli rota sunuyor

06 Temmuz 2025 02:28see135

Arazide toprağa gömülü boğazı kesilmiş cesedi bulunmuştu; 3 tutuklama Çorum Haberleri

06 Temmuz 2025 14:56see135

European giants enter the race for Orkun Kökçü! The player prefers Liverpool

06 Temmuz 2025 14:23see134

Milli yüzücü Kuzey Tunçelli, Slovakya da ikinci altın madalyasını kazandı Spor Haberleri Yüzme

06 Temmuz 2025 00:47see134

Victor Osimhen has accepted Galatasaray’s offer!

06 Temmuz 2025 14:23see134

Aşure günü bu yıl ne zaman, bugün mü, hangi tarihte? 2025 Diyanet Aşure Günü tarihi Son Dakika Haberleri

06 Temmuz 2025 03:02see134

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dan Galatasaray Başkanı Dursun Özbek e hastanede ziyaret

06 Temmuz 2025 00:17see134

İngiliz basını: İran İsrail in 5 askeri tesisini vurdu Dış Haberler

06 Temmuz 2025 01:23see133

Orman yangınlarının sona ermesi için camilerde dua edildi

06 Temmuz 2025 00:29see131

İkinci mesleğiyle Arif Hikmet Koyunoğlu Yeni Şafak Pazar Eki Haberleri

06 Temmuz 2025 04:05see128
newsSon haberler
Günün en taze ve güncel olayları