Serdar Korucu’dan yeni kitap:
Agos sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Gazeteci Serdar Korucu’nun, 2015-16 yıllarında yedi şehirdeki sokağa çıkma yasakları döneminde yaşananları, yakınlarını kaybedenlerin anlatımlarını kayda geçirerek hazırladığı “Bu Yas Bitmez” isimli kitabı okuyucuyla buluştu. “Onların cezasızlık karşısındaki mücadeleleri ve adalet taleplerinin altını çizdik” diyen Korucu, kitabını Selamet Yeşilmen’in eşi Abdurrahim Yeşilmen'in şu sözleriyle özetliyor: “Bizi unutmamaları lazım, kimse bizi unutmamalı, bu herkesin başına gelebilir.”
Çözüm Süreci’nin başarısızlıkla sonuçlandığı 2015-2016 yılları arasında, Türkiye’nin yedi şehrinde aylar süren sokağa çıkma yasakları döneminde yaşananlar, çatışmalarda yakınlarını kaybedenlerin anlatımları gazeteci Serdar Korucu’nun imzasıyla kitaplaştırıldı.
Korucu, “Bu Yas Bitmez” isimli kitabında, Şırnak’ın Cizre, Silopi ve Beytüşşebap, Diyarbakır’ın Sur, Hakkari’nin Yüksekova ve Mardin’in Nusaybin ilçesine gitti, 12 aile ile konuştu ve yaşananları onların dilinden kayda geçirdi. Kor Kitap’tan yayınlanan “Bu Yas Bitmez”, 1 Ağustos’ta tüm kitapçılarda olacak.
Serdar Korucu ile yeni sürecin tartışıldığı bir dönemde çıkardığı “Bu Yas Bitmez” kitabı üzerine sohbet ettik.
“Bu Yas Bitmez”in fikri nasıl ortaya çıktı?
Kitap fikri uzun zamandır aklımda vardı. 10 yıl önce Laki Vingas’ın danışmanlığında İstos Yayın’dan çıkarttığımız, Patriklik fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un fotoğraflarına yer verdiğimiz kitabın tanıtım gününde yaşananlar aklıma bunu düşürmüştü. O günün hemen öncesinde, Cizre’de Cizîr (Cemile) Çağırga’nın cansız bedeni derin dondurucuda tutulduktan sonra son yolculuğuna uğurlanmıştı. Sonrasında da şiddet dalgası devam etti. O gün mutlaka bir çalışma yapmak ve bu ailelerin yaşadıklarının kayıt altına alınması gerektiğini düşünmüştüm. Çünkü Richard Kearney’nin deyimiyle, “Anlatılar yoksa tarih de yoktur. Zira tarih, anlatılan hatıralardan ibarettir.”
Görüşmelere ne zaman başladınız ve nereleri kapsadı?
Kitap için 2024’ün Kasım ayında ilk ziyaretlere başladım. Bunda da mutlaka vurgulamam gereken nokta şu, Eren Keskin’in katkısı olmasa bu kitabı yapmam imkansızdı. “12 Eylül Döneminde Ermeniler” kitabında konuştuğum sevgili Tomo abinin, Yetvart Tovmasyan’ın “heykeli dikilecek kadın” dediği Eren abla bu kitaba sonuna kadar destek verdi, İHD şubelerini bizzat aradı. Böylece bu kitap, Şırnak’ın Cizre, Silopi, Beytüşşebap, Diyarbakır’ın Sur, Hakkari’nin Yüksekova ve Mardin’in Nusaybin ilçelerinde hayatını kaybedenlerin ailelerinden oluştu.
Görüşmeler hangi dilde gerçekleşti? Görüştüğünüz kişiler kendilerini Kürtçe anlatabildi mi, nasıl iletişim kurdunuz?
İletişim kurma konusunda her şehirdeki, ilçedeki İHD’liler yardımcı oldu. 12 anlatıdan 7’sini Kürtçe kayda aldık. Bu önemli çünkü bir insan bu kadar ağır bir konuyu, yasını, acısını ve sonrasındaki mücadelesini, yaşadıklarını en rahat şekilde anadilinde anlatabilir. Açıkçası buradaki en büyük sorun benim Kürtçe bilmemem. Bu çok büyük bir eksik. Eğer söyleşi sırasında sürekli çeviri yapılıyor olsa anlatının ruhu zarar görecekti. Bu nedenle röportaj sırasında birebir çeviri yerine, ailelere ve İHD’lilere soruları ve çerçeveyi ilettim, aralarda aklıma takılan bazı soruları da ekledim ama anlatıların akışını bozmamaya gayret ettim.
Oldukça zor bir dönemi ve özneleri konu edindiniz. Kitapta yer alan ve konuşan kişileri neye göre belirlediniz?
İsimleri belirleme konusunda olabildiğince farklı il ve ilçelerden isimler seçmeye çalıştık. Evet, Taybet Ana ya da Cemile’nin anlatısı nispeten daha fazla biliniyor. Ama onları bile aslında tanımıyoruz. Mesela Cemile’nin gerçek adı da Cizîr ve annesi bir kez bile ona “Cemile” diye seslenmediğini söylüyor. Bu isimlerin de, diğerlerinin de bir rakamdan, sayıdan ibaret olmadığını gösterme, onların şahsında tüm hayatını kaybedenleri unutmamamız ve ailelerin mücadelesine omuz vermemiz gerektiğine dair bir çaba bu. Keşke çok daha fazla isim, çok daha fazla yerle ilgili bir çalışma yapabilseydik ama 10. yıldönümüne hayatını kaybeden 13 kişinin aile yakınlarını yetiştirebildik.
Görüştüğünüz insanlar arasında konuşmak istemeyen, yurtdışına giden/gitmek zorunda kalanlar var mıydı?Buket Türkmen ve Ozan Zeybek, “Geçmişle Yüzleşmek” makalesinde “Konuşmak, devletin şiddetine maruz kalma tehlikesi içerir; çünkü devlet ehlinin dilinden düşmeyen ‘toplumsal birliğin’ şartı, suskunluğu muhafaza etmektir” der. Bu “sessizleştirmeye çalışma”, şiddete maruz kalanlar için de geçerli. Nasıl ki Türkiye’de yaşayan bir Ermeni, 12 Eylül dönemi ya da ASALA üstünden kendilerine yönelik baskılara dair konuşmaktan çekinebiliyorsa -ki bunda soykırım geçmişi ve neredeyse on yılda bir tekrarlanan baskının rolü çok büyük- daha yakın bir tarihte yaşanan, failleri hala toplum içinde olan ve çoğunlukla da açıkça devlet güçlerinin fail olarak işaret edildiği bir konuda ailelerin konuşmak istememesi çok anlaşılabilir. Bu konuşmak istememe konusunda bence asıl sorun onları sessizleştiren erke karşı kamuoyunun ses çıkarmaması ve hatta desteklemesi…
Tam da yeni bir “çözüm sürecinin” tartışıldığı bir ortamda kitabınız yayınlandı. Okuyucularda nasıl bir etki oluşturmasını istersiniz?
Bu kitaba başlamayı planladığımda böyle bir gündem yoktu. Ama unutmamak gerek ki 2015-16’nın hemen öncesinde de çözüm süreci vardı ve ne yazık ki savaş politikalarına dönüldü. Eğer o dönem bu olmasaydı kitaptaki herkes yaşıyor olacaktı. Son süreçle ilgili elbette herkesin bir fikri var ama bence öncelikli kulak verilmesi gereken kesimlerden biri de bu aileler. Mezopotamya Ajansı’ndan Zeynep Durgut’a konuşan Taybet Ana’nın oğlu Mehmet İnan’ın sözleri çok kıymetli. “Annemin cenazesi yedi gün yerde kaldı ama biz barışı destekliyoruz. Biz 'barış' diyorsak, bedel ödemeyenlerin 'barış istemiyoruz' deme hakkı yok” diyor.
Kitap, bize o süreç içinde öğrenmediğimiz ya da bilmediğimiz ne sunuyor?
Bence bilmediğimiz, görmediğimiz en önemli şey, hayatını kaybeden insanların daha önce bir hayatlarının olduğu. Ve onların hiç beklenmedik bir anda hayattan koparılmalarının ailelerinde yarattığı travma… Mesela Mehsima Akın, oğlu Diyar için “Aklımdan çıkmıyor. Yürümesi, konuşması, yemek yiyişi” diyor ve “Diyar’dan sonra ben ne yapacağım bu evi? (…) Ha burası, ha tarlanın içi! Benim için nedir ki?” diye ekliyor. Bu bir anne için değil, tüm aileler için geçerli. Fakat sadece yasla sınırlı kalmadık. Onların cezasızlık karşısındaki mücadeleleri ve adalet taleplerinin de altını çizdik. Çünkü onların yaslarını bitmez hale döndüren de bu…
Bir başka bilmediğimiz ya da az konuştuğumuz konu 2015-16 sürecinde Ermeni kimliğinin hedef oluşu. Mesela HDP’nin Yüksekova raporunda bir duvar yazısında şöyle deniliyordu: “Kürt-Türk kardeştir ama siz Ermenisiniz.” Bu söylemin arka planı Agos’un kuruluş hikayesini de içeriyor biliyorsunuz… Kitapta ayrıca 2015’te Cizre’deki güvenlik güçlerinin “Ermeniler sizinle gurur duyuyor […] Ermenisiniz, Ermenisiniz” anonsları ya da görgü tanıklarının ifadesine göre, Van’ın Erciş ilçesine bağlı Zîlan bölgesinde bulunan Tendürek (Gergîlî) Mahallesi’nde askerlerin bölgedekilere yönelik “Hepiniz Ermenisiniz, göreceksiniz gününüzü” sözlerini aktarmıştık. Bu söylemlerin ailelerin anlatılarında da yer ettiğini gördük.
Kitabınızı ve dinlediğiniz hikayeleri bir cümle ile özetleyecek olsaydınız, nasıl özetlerdiniz?
Bu soruya Selamet Yeşilmen’in eşi Abdurrahim Yeşilmen'in çağrısını aktararak yanıt vermiş olayım: “Bizi unutmamaları lazım, kimse bizi unutmamalı, bu herkesin başına gelebilir.”


