Sorunların temelindeki slogan Nil Nehri’nden Fırat’a Kadar
Halktv sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Mustafa Kemal Erdemol
İran -İsrail çatışması bizde de bilinç altımızda kalan ne varsa dökülmesine yol açtı. Azımsanmayacak bir kesimde ciddi bir İran nefreti olduğunu gördük. Mezhepçilerde alışığız buna ama laiğinde, Kemalistinde, liberalinde, “solcu”sunda ortak bir nefret olduğunu görmek şaşırtıcı oldu. İran’a yönelik, kimi haklılık payları da olan büyük öfke, bu çatışmada açıkça İsrail yanlısı tutum almalara dönüştü. Rejimin kadınlara, gençlere katı tutumu, cezalandırmadaki vahşeti elbette görmezden gelinemez. Dolayısıyla halkın mollalar rejimini, kendi iradesiyle devirme mücadelesine itiraz edilemez.
Ancak İran ile İsrail arasında yaşanan son çatışmayı mollalar rejiminin devrilmesi için bir fırsat gibi görmeye gelince iş değişir. Çünkü, haklı gibi görünen nedenlerle İran’ın İsrail karşısında kaybetmesini istemek İsrail’in yayılmacı, toprak istilacısı tutumuna destek vermek olur. İsrail dini temelli bu tutumunu genişleme, kademeli yerleşim inşası, askeri eylemler ile siyasi manevralar yoluyla sürdürüyor yıllardır. Üstelik bunu yaparken genişlemenin Yahudi kimliği için gerekli olduğunu savunuyor, dini esasları temel alıyor. Karşımızda laik görünümlü etno-dinci bir devlet var yani. İran’la ufak tefek farklıklarına rağmen o da bir din devleti.
İran, İsrail’in yayılmacı politikalarını engelleyebilecek bir ülke değil, kendi toprakları tehlikede olmadığı için bu konuda İsrail’le kapışmasına da gerek yok. Ancak İsrail’in yayılmaya, ele geçirmeye çalıştığı bölgelerdeki kimi grupların destekçisi olması İran’ı İsrail için tehlikeli kılıyor. Yani mesele İran’ın nükleer silah yapıyor oluşu değil. Nükleer silah yapmasa da İsrail’in hedefinde olacaktı zaten.
Mollalar rejimi İsrail karşısında kaybettiğinde bu Büyük İsrail’in kurulması için büyük bir adım olacak. Çünkü Büyük İsrail kavramı, günümüz İsrail’inin uluslararası alanda tanınan sınırlarının çok ötesini hedefliyor. Kökleri tarihi anlatılara, Yahudi kutsal kitabındaki vaatlere dayanan bu fikir, “Nil Nehri'nden Fırat’a kadar” sloganı ile vurgulanır. Ki bu slogan İsrail Parlamentosu Knesset’in bir duvarına da yazılıdır. Sloganda hedeflenen Batı Şeria, Doğu Kudüs, Gazze Şeridi, Lübnan'ın bazı bölgeleri, Suriye ile Ürdün’dür. Bu yüzden İsrail güvenliği tehlikede olmasa da, Büyük İsrail politikasına karşı çıkan herkese saldırıyor.
İran’a din devleti diye karşı çıkılıyorsa, İsrail’in de bir din devleti olduğu unutulmamalı. Elbette İran’daki gibi toplumda dini bir baskı yok ama dış politikasını bile dinin yönettiği bir ülke olduğu akıldan çıkarılmamalı. Büyük İsrail fikrinin temellerini Yaratılış 15:18 ile Tesniye 11:24 gibi İncil metinleri oluşturur. Bu metinler Yahudi halkına verilen ilahi vaatlerin kanıtı olarak gösterilmiş, böylece ele geçirilmek istenen topraklar üzerinde dini, ahlaki bir hak iddia edilmiştir. Din devletine karşı olunacaksa İran ya da İsrail’e aynı anda karşı çıkılmalı.
İsrail’in günümüze kadar yaptığı güvenlik gerekçeli saldırıların haddi hesabı yok. Kendi halkına kan kusturan İran rejimi ne bölgeye ne de bir başka coğrafyaya saldırılar düzenlemiş değil. Bakın, Silahlı Çatışma Konum ve Olay Verileri Projesi, İsrail’in 7 Ekim Hamas saldırılarından bu yana Lübnan’a, Suriye’ye, Yemen’e, işgal altındaki Filistin topraklarına tam 17.081 hava saldırısının yanısıra topçu/drone/füze saldırıları düzenlediğini açıkladı. Bu bölgelerde binlerce uzaktan patlayıcı, mülk tahribatı olayından da sorumlu olan İsrail aynı sürede Lübnan’a 6544, Suriye’ye de 144 saldırı gerçekleştirdi
Bu saldırıların çoğu Filistin topraklarında özellikle Gazze’de gerçekleşti. Burada kaydedilen 10.389 saldırı, toplam İsrail saldırılarının yüzde 60’ından fazlasını oluşturuyor. İran’dan İsrail’e ne bir hava harekatı yapıldı, ne bir ajan sızması oldu, ne de İsrailli bilim insanları öldürüldü. Oysa bunların tümü İsrail tarafından İran’da yapıldı. İran mı tehlikeli yoksa İsrail mi sorusunun yanıtı buna bakılarak da verilebilir.
İsrail’in topraklarını elinden aldığı Filistinlilere yıllardır ölüm yağdırışını yargıya nihayet taşıyan müslüman bir ülke değil Güney Afrika oldu bilindiği gibi. Güney Afrika Lahey Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'e karşı bir dava açarak onu Gazze'deki Filistinlilere karşı soykırım suçu işlemekle suçladı. Kullanımı konusunda ortak bir tutumun olmadığı Soykırım tanımını İsrail için ileri sürmek pek de yanlış değil. Birden bire olan bir soykırımdan sözedilmiyor, yıllara dayanan bir kırımdır sözü edilen. Bu soykırımın şiddetinin kökleri derindir, eskidir.
İsrail, 1948’de topraklarından kovduğu Filistinli mültecilerin tekrar yurtlarına dönmelerini kabul etmemiştir örneğin. Çarpıcı bir tarihi olayı nakledelim. 1949 yılında İsrail'in Washington Büyükelçisi Eliahu Elath Beyrut'ta bulunan yardım kuruluşu AFSC’nin Don Stevenson adlı irtibat görevlisi ile bir araya geldiğinde ona “eğer İsrail tüm mültecileri geri alırsa intihar etmiş olur” der. Oysa 194 sayılı BM Genel Kurul Kararı, yeni İsrail devletine “evlerine dönmek ve komşularıyla barış içinde yaşamak isteyen mültecilere... mümkün olan en erken tarihte bunu yapmalarına” izin vermesi çağrısında bulunmuştu. Daha İsrail için “nükleer tehlike İran” meselesi falan da yoktur ortada. Hamas yoktur, Hizbullah, Ensarullah Hareketi yoktur. Ama İsrail’in o zamandan beri topraklara el koyma, bununla yetinmeyip genişleme çabaları vardır. Yaklaşık seksen yıldır bölgede huzursuzluğun kaynağı olmuş bir din devleti olan İsrail hala aynıdır. Elçinin mültecileri geri almanın İsrail için “intihar” anlamına geleceği yönündeki açıklaması, 1948'den bu yana uygulanan İsrail şiddetinin köklerine ulaşmak için önemlidir. Yahudi azınlığa çoğunluk olan Filistinlilerin topraklarını vermek için Filistinlilerin etnik olarak temizlenmesi gerektiğinin işaretiydi elçinin sözleri.
Nasıl yayıldı İsrail peki? Bakalım;
1947 yılında Yahudiler, bölünmüş Yahudi devleti için önerilen bölgede nüfusun yalnızca küçük bir bölümünü oluşturuyordu. Ayrıca bu bölgedeki toprakların yüzde 7'sinden daha azına sahiptiler. Nüfusun sırasıyla yaklaşık yüzde 30, yüzde 1'ini oluşturdukları önerilen devletin hem kuzey hem de güney kesimlerinde açıkça demografik anlamda azınlıktılar. Yahudi nüfusu sadece önerilen devletin orta kıyı kesiminde çoğunluktaydı, ancak orada bile Yahudi nüfusunun yüzde 65'i Tel Aviv ile Hayfa şehrinde yaşıyordu, yani Filistinliler yeni Yahudi devleti için ayrılan alanın neredeyse tamamında çoğunluktaydı. Bugünkü hale bakın, açın en yeni haritaları ya da bulun sosyal arama motorlarında, Filistinlinin sıkıştırıldığı alanı, kalan nüfusunu görün.
Elbette asla desteklemeyelim ama Hamas’ın sivilleri de öldürdüğü 7 Ekim saldırılarının nedenlerini de anlamaya çaba gösterelim. 80 yıldır yurdundan kovulmuş, binlercesi öldürülmüş Filistinliye başka çare mi bırakılmıştır? Daha yakın sayılacak bir tarihte Oslo Anlaşmaları’nda verdiği sözü tutmayan bir İsrail var ortada. BM’nin defalarca aleyhinde karar çıkardığı bir İsrail.
İsrail’in devlet politikası haline gelen toprak genişletme vizyonunu görme, ama İran, İsrail’e karşı yenilsin de. İran’ın düşmanı belki İsrail’dir ama İsrail’in düşmanı yayılmasına engel çıkaran Surşye’ydi, halen Lübnan’dır, Mısır’dır, Pakistan’dır, Afganistan’dır, nihayet İran’dır, gelecekte de belki Türkiye’dir. Kiminde var ama mesele nükleer silah tehlikesi değildir İsrail için. 1967 savaşında İran’da ya da benzeri bölge ülkelerinde nükleer mi vardı?
Dinci molla rejimi devrilsin de dinci İsrail’e ne yapalım? Destek mi verelim? 1996 yılında Kudüs'te düzenlenen Üçüncü Uluslararası Siyonist Kongresi’nde “Yaradanın milletleri dağıtışına göre, İsrail Toprakları Yahudi Halkına Tanrı tarafından ebedi bir antlaşmayla sonsuza kadar sahip olunacak bir mülk olarak verilmiştir. Yahudi Halkı, Yahudiye, Samiriye, Gazze ve Golan da dahil olmak üzere bu topraklara sahip olma ve orada yaşama konusunda mutlak hakka sahiptir” ifadeleri için söyleyecek lafı yok mu kimsenin?
İran karşitlarinin yoktur ama söyleyecek lafı olanlar var tabii. Yahudi halkının büyük barışçıları, aydınları, parlamentosunda komünistleri var. O fanatik dediğimiz, Filistin yanlısı ortodoks Yahudileri var. İsrail’in din temelli yayılmacılığına ilk dikkat çeken, bunun büyük tehlike olduğunu tüm dünyaya duyuran Yahudilerin onuru Michel Chossudovsky ile Israel Shahak gibi entelektüelleri var.
İran yenilsin rejim devrilsin demek, uzun bir filmin son karesine bakıp ahkam kesmek demektir. Filmi baştan izlese kişi o zaman ne söyleyeceğini de bilir.
Sıra Türkiye’ye geldiğinde “İran’ı dövdürtmeyecektik” demenin faydası da olmaz.


