Tiyatroda bir öncü, bir yalnızlık: Hüseyin Goncagül Samed Karagöz
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Kültür sanat dünyamızda bazı isimler vardır ki onların değeri, çoğu kez zamanla anlaşılır. Hüseyin Goncagül de bu isimlerden biridir. 1980’li yıllarda Türkiye’nin siyasi ve kültürel dönüşümünde yeni bir kimlik arayışına giren bizim mahallede, sahnenin tozunu yutan, güldürürken düşündüren, inançla mizahı buluşturan ve bunu sahici bir sanat anlayışıyla yapan çok az kişi vardı. Goncagül, bu alandaki en özgün ve öncü isimlerden biri oldu. Ne var ki, öncülük çoğu zaman yalnızlıkla gelir. Ve Hüseyin Goncagül’ün hikayesi de bir anlamda bu yalnızlığın vücut bulmuş halidir.
Türkiye'de özellikle 12 Eylül sonrası dönemde bizim mahallenin kültürel alandaki varlığı henüz cılızdı. [Bugün de idealden hâlâ çok uzakta olduğumuzu unutmayalım] Tiyatro, bizim mahallede ya tamamen "günah" ya da "boş iş" olarak görülüyordu. [Bugün de hâlâ böyle düşünen çokça kanaat “önder”i mevcut] Goncagül bu algıyı kırmak için sahneye çıktı. Ama bunu yaparken inancını terk etmeden, sanatını sekülerleştirmeden, "öteki"ne öykünmeden yaptı. Karagöz-Hacivat geleneğinden ilham aldı, meddahların anlatıcılığına yaslandı, modern tiyatronun yapısal imkanlarını kullandı. Böylece gelenekle hem sahici bir bağ kurdu hem de zamanın ruhunu yakalamaya çabaladı. “İslamî tiyatro olur mu?” sorusu sorulurken o çoktan perdeyi açmış, ışıkları yakmıştı.
Ancak bu öncülüğe rağmen Goncagül yeterince desteklenmedi. Onun sahneleri, çoğu zaman kendi çabasıyla kuruldu. Ne devlet tiyatroları ne özel sektör ne de İslami sivil toplum kuruluşları onu hakkıyla sahiplendi. Hatta zaman zaman, yaptığı işin değeri anlaşılmadığı gibi, alaya alınan, dışlanan ya da görmezden gelinen biri haline geldi. Oysa onun tiyatrosu sadece güldürmekle kalmıyor; aynı zamanda ahlaki değerleri, toplumsal eleştiriyi ve inanç merkezli bir yaşamın imkanlarını sahnede görünür kılıyordu. Goncagül, bir anlamda "muhafazakâr sanat" kavramının öncül laboratuvarını kurmuştu ama bu laboratuvara gereken özen hiçbir zaman gösterilmedi.
Bugün hâlâ dindar camianın kültür-sanatla ilişkisi sancılı bir eksende ilerliyor. Tiyatroya yatırım yapan yapıların sayısı sınırlı, nitelikli metinlerin ve oyunların üretimi hâlâ istisnai bir çaba gerektiriyor. Hüseyin Goncagül’ün 80’li ve 90’lı yıllarda attığı adımlar, bu zemin için aslında bir yol haritasıydı. Ama o harita yıllarca rafa kaldırıldı. Goncagül’ün öncülüğü unutulmaya, yalnızlığı derinleşmeye başladı.
Bir milletin sahnesi, onun aynasıdır. O aynada neyi görmek istiyorsak, ona göre oyunlar yazar, karakterler yaratırız. Goncagül, bu aynaya bakmamız için bize bir çerçeve sundu. Ama o çerçeveye hakkıyla bakamadık. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, onun yalnızlığını yalnız bırakmamak, onu sadece nostaljik bir figür değil, bugünün kültürel hafızası olarak yeniden hatırlamak zorundayız.
Çünkü Hüseyin Goncagül sadece bir tiyatrocu değil; bir dönemin kültürel cesaretidir. Sessiz kalmış bir öncünün yüksek sesidir. Ve belki de en çok, kendisini anlamayanların içinde yaptığı sanatın hüznüdür.


