Elimde bir bulut Samed Karagöz
Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Yaklaşık bir yıl önce bu köşede Gazzeli sanatçıların bir bienal hazırlıklarında bulunduklarını, bunu dünyanın birçok şehrinde gerçekleştirmek istediklerini belirtmiştim. Bir bienal iki yılda bir gerçekleşir. Gazzeli sanatçılar bu bienal fikriyle iki yıl sonra da bizlerle beraber olacaklarını bir kez de bu şekilde vermiş oluyorlar.
İşte bu bienalin İstanbul edisyonu geçtiğimiz günlerde Depo’da açıldı. Şahsen ben Depo’da düzenlenen, Depo’nun düzenlediği etkinliklere katılmaya pek de iştahla yaklaşmıyorum lakin söz konusu Gazze olunca bu çekincemi bir tarafa bırakmam gerektiğini, Filistin konusunun diğer bütün tartışmaların ve ayrılıkların üstünde olduğuna inandığım için hiç şüphesiz bienali ziyaret ettim. Bugünlerde, İstanbul Bienali’nin oluşturduğu rüzgârdan dolayı şehrin her tarafında her gün sergi açılışları devam ediyor. Ben de ilerleyen günlerde hem İstanbul Bienali’yle hem de diğer sergilerle alakalı yazılarımı bu köşede yayımlayacağım. Ama şimdi söz Gazze Bienali’nin.
Öncelikle 1 yıl gibi kısa bir sürede dünyanın birçok şehrinde böyle bir organizasyonun yapılmış olmasını son derece önemli buluyorum. İşin sanatsal kısmından, ki o da beklentimin çok üzerinde, ziyade mesaj kısmının önemli olduğunu düşünüyorum.
19 Eylül-8 Kasım 2025 tarihleri arasında ziyaretçilerini ağırlayacak olan bu bienalin küratörlüğünü House of Taswir ve Gazzeli sanatçılar üstleniyor. 50’den fazla sanatçının sesini taşıyan pavyon, Gazze’deki imkânsızlıkların içinden doğmuş bir umut işareti. Sanatçılar eserlerini çoğu zaman bulundukları mekândan çıkaramıyor, yolculuk yapamıyor, malzemeye ulaşamıyor. Ama tam da bu koşullar altında yeni yöntemler geliştiriyorlar: hayalet yazarlık, ortak üretim, tele-söyleşiler, dijital buluşmalar… İstanbul Pavyonu, bu yöntemlerin ete kemiğe büründüğü, imkânsızlığın yeni bir üretim estetiğine dönüştüğü bir alan.
Bienalin İstanbul edisyonun başlığında geçen “Bulut” ismi tesadüf değil. Elinde bir bulut taşımak, sınır tanımazlık demek. Bulut hem hafif, hem ağır; hem gölge, hem ışık. Gazze’de gökyüzü bombalarla delinse de, o gökyüzünde hâlâ bir bulut var. Ve bu bulut, sanatçının umudu, hatırlatma gücü, izleyicinin vicdanına düşen bir gölge. Sergide yer alan işler, yalnızca estetik bir deneyim sunmuyor; aynı zamanda tanıklık, direniş, çağrı niteliği taşıyor. Video portreler, cep telefonu kayıtları, şiir okumaları, kolektif masalar… Bütün bunlar, sanatın yalnızca “eser” olmaktan çıkıp, “ses”e, “bağlantı”ya, “hatırlatma”ya dönüştüğünü gösteriyor.
İstanbul Pavyonu, Gazze’de yaşananların uzağında kalan bizlere, “mesafe”nin sadece coğrafi değil, aynı zamanda vicdani bir şey olduğunu hatırlatıyor. Sergiyi gezen, orada duran, eserlerin önünde sessizce bekleyen herkes, aslında bir sınırın kenarında duruyor: o sınır, gerçeğin ta kendisi.
Burada sergilenen işler, bir sanat fuarının vitrini gibi değil; kaybın, yasın, direnişin ortak belleği gibi. İzleyiciye “tanık ol” diyor, “görmezden gelme” diyor. Belki bu yüzden pavyonun dili ağır, belki bu yüzden gezdikçe içimiz sıkışıyor. Ama aynı zamanda, sanatçının direncini görmekten doğan bir umut da hissediyoruz.
Sık sorulan bir soru vardır: “Sanat bir savaşı durdurabilir mi?” Elbette hayır. Ama sanat, savaşın karanlığını görünür kılabilir; yok sayılanı kayda alabilir; unutturulmak isteneni hafızaya kazıyabilir. Gazze Bienali İstanbul Pavyonu’nun yaptığı tam da bu.
“Hiçbir savaş hayalperestlerin hayallerini durduramaz, hiçbir tahakküm yaratıcıların kalplerindeki ışığı söndüremez.” Bienalin manifestosu niteliğindeki bu ifade, aslında serginin özünü anlatıyor. Burada sergilenen her iş, bir hayalin, bir haykırışın, bir hatırlatmanın görsel hali.
Bugünlerde hepimiz ellerimizde görünmez bulutlar taşıyoruz. Kimimizin bulutu kayıpların gölgesi, kimimizin bulutu umudun ışığı. Gazze Bienali’nin İstanbul Pavyonu, bize bu bulutun sadece Gazze’nin değil, tüm dünyanın ortak yükü olduğunu hatırlatıyor.


