Tiyatroda yoksulluğun estetiği ve Jerzy Grotowski
Halktv sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Son sürat fakirleşen bir halkın tiyatrosu kaçınılmaz olarak yoksul oluyor. Düşük bütçeli, sandalye dekorlu, spot ışıklı, gündelik kıyafetli, az oyunculu, kolay turne yapabilen oyunların fazlalığı tesadüf değil. Ancak bugün anlatacağım tiyatro anlayışının ortaya çıkmasındaki temel felsefe bu fakirlik halinden başka sebeplere dayanıyor. Bugünün dijital imkanlarıyla uzak yakın ilgisi olmayan, en büyük korkusu televizyona ve sinemaya yenik düşmek olan 1960’ların tiyatrosu, kendine çıkış yolları arar. Bir tiyatro salonunda gözlerinizin önüne hiçbir dekor, görkemli kostüm ya da ışık oyunu gelmediğini düşünün. Sahnede yalnızca bir oyuncu… Ne fon müziği var ne de süslü bir fon perdesi. Gerçi bizim için bunu hayal etmek çok zor değil, repertuvarın yarısı neredeyse böyle. Neyse sadece insan sesi, nefesin ritmi ve bedenin sınırlarını zorlayan hareketler, seyirci ise yalnızca izleyici değil, adeta törenin davetlisi… İşte bu radikal yalınlığın adı Yoksul Tiyatro. Onun yaratıcısı ise tiyatro tarihinde başka bir devrimci, Jerzy Grotowski.

1933’te Polonya’da doğan Grotowski’nin çocukluğu, II. Dünya Savaşı’nın ağır koşulları altında geçer. Babasının savaş sırasında aileyi terk etmesi, annesi ve kardeşiyle hayatta kalma mücadelesi, ona erken yaşta insan ruhunun kırılganlığına ve direncine dair derin bir sezgi kazandırır. Büyük yıkımlar, kayıplar, savaşlar hayatta kalan insanlık üzerinde tamir edilmesi zor hasarlar bırakıyor.
Grotowski, Krakow’da Yüksek Tiyatro Okulu’nda başladığı eğitimine Moskova’da Stanislavski’nin psikolojik gerçekçiliğini, Meyerhold’un beden disiplini odaklı biyomekaniğini öğrenerek devam eder. Size bu adı geçen tiyatro insanlarından da sonraki haftalarda bahsedeceğim elbette. Şimdilik sadece isimlerini anmakla yetinelim. Grotowski kaynaklar tiyatrosu döneminde trans kültürel deneyimler için Haiti’den Bengal’e, Nijerya’dan Meksika’ya arkaik ritüellerin hâlâ yaşadığı coğrafyalara araştırma gezileri düzenler. Yine “Araç Olarak Sanat” evresinde Afro-Karaip kökenli eski ritüel şarkılarından yola çıkarak oyuncunun fizikselliği ve enerji aktarımları üzerine çalışır. Kültürel çeşitliliğe önem veren sanatçı geliştirdiği tiyatro anlayışında hem Doğu’nun disiplinini hem Batı’nın oyunculuk yöntemlerini birleştirir.
1960’ların başında Grotowski, tiyatronun kendi kimliğini yitirmekte olduğunu düşünür. Ona göre: ‘‘tiyatro, görselliğin kölesi olmuştur.’’ Yönetmen, eleştirmen, oyuncu ve eğitmen olan Grotowski büyük prodüksiyonların, teknik efektler ve ihtişamlı dekorların, tiyatroyu sinemanın ucuz bir taklidine dönüştürdüğünü, oyunculuğun ikinci plana itildiğini düşünür. Samimiyet yok olduğundan, seyirci, canlı bir ritüelin parçası olmak yerine, edilgen bir gösteri tüketicisine indirgenir.
Grotowski bu koşullara karşı bir manifesto niteliğinde “Yoksul Tiyatro” fikrini ortaya koyar. Fazlalıkları atmak, tiyatroyu özüne indirgemek, yani yalnızca oyuncu ile seyircinin buluştuğu o canlı, tek seferlik anı yaratmak onun estetik hedefi olur.
“Tiyatro, insanın insanla karşılaşmasıdır. Gerisi yalnızca süstür.” diyen Grotowski, tiyatroyu sanatın diğer dallarının gölgesinde konumlandıran her türlü anlayışa itiraz eder. Ona göre tiyatro, seyirciyle doğrudan bir yüzleşme alanıdır; bir metnin ya da dekorun ötesinde, insanın insana “çıplak” biçimde dokunduğu ritüel bir deneyimdir.

1960’ta kurduğu Laboratuvar Tiyatrosu, Grotowski’nin düşüncelerini hayata geçirdiği alan olur, dünya tiyatrosunda eşine az rastlanır bir deneysel merkez hâline gelir. Laboratuvar Tiyatrosu’nun repertuvarında, Wyspianski’nin “Akropolis”i, Slowacki’nin “Kordian”ı ve başyapıt sayılan “Apocalypsis cum Figuris” yer aldı. Bu yapımlar, dekor ve kostüm bakımından neredeyse çıplak, oyunculuk açısından ise olağanüstü yoğunlukta performanslardır.
Yoksul Tiyatro’nun en parlak dönemi 1960-1970 arasındaki kısa bir süreyi kapsasa da tiyatronun sınırlarını zorlamak isteyen pek çok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Grotowski’nin öğrencilerinden Eugenio Barba, Danimarka’da Odin Teatret’i kurarak yöntemleri Avrupa’dan Latin Amerika’ya taşırken, Peter Brook, “Boş Alan” (Empty Space) kuramında Grotowski’den aldığı ilhamı açıkça dile getirir. Yoksul tiyatronun etkisi performans sanatı, fiziksel tiyatro, mekâna özgü tiyatro ve oyuncu eğitimi alanlarında da devam eder.
Günümüzde Grotowski’nin mirasını Robert Wilson’ın işlerinde minimalist estetik ve oyuncu bedeninin anlatı aracı olarak kullanılmasında, Ariane Mnouchkine’nin kurucusu olduğu Theatre du Soleil’in kolektif yaratım, ritüel atmosfer ve seyirci-oyuncu iç içeliğinde ya da Romeo Castellucci’nin fazlalıklardan arınmış, sembol yoğunluğu yüksek görsel dramaturjisinde gördüğümüzü söylemek fazla olmaz. Bu deha isimlerin yaratıcı estetiklerinin olanaksızlıktan değil, metinlerarasılık ve türlerarasılık açısından çok zengin bir kültürel alt yapıya sahip olmalarından kaynaklandığının notunu düşmeden edemeyeceğim. Yoksa Amerikalı Wilson da İtalyan Castellucci de muazzam bütçelere sahip işlere imza atmaktan geri durmuyorlar.
Grotowski, tiyatroyu zenginleştirmeyip onu sadeleştirmiştir. Türk tiyatrosundaki sadeleşmenin altında ise ekonomik sebepler dışında, zayıf metinler, her işten anlama arzusu ama bunun aruzunun ötesine geçememesi, yeterli kültürel alt yapının ya da dünyayı anlama yetisinin olmayışı da yatıyor. Bu arada varsıl tiyatronun da benzer zafiyetleri taşıdığını ve sadece parayla iyi sanat yapılamadığını da çok sayıda örnekle, yüksek bilet fiyatları ödeyip görüyoruz. Dilerim toplumun her katmanını saran yozlaşma tiyatroyu da tamamen etkisi altına almadan hak ettiği yeri bulur. İyi hafta sonları.


