Türk futbolunun acı gerçeği: Kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz
Halktv sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Bazen tek bir cümle, bir ülkenin yıllardır görmek istemediği gerçeği yüzüne vurur. Almanya Milli Takımı Teknik Direktörü Julian Nagelsmann, Galatasaraylı Leroy Sane’yi kadroya almadığını açıklarken öyle bir söz söyledi ki, sadece futbolu değil Türkiye’nin aynasını da önümüze koydu.
“Süper Lig, Bundesliga ve diğer üst düzey Avrupa liglerinden daha düşük seviyede.”
Kızsak da, sinirlensek de
maalesef futbolumuzun gerçeği bu.
Türkiye’de futbol sahası bir tiyatro sahnesi gibi. Her hafta aynı oyun oynanıyor. Hakem kararları, ceza tartışmaları, kulüp başkanlarının demeçleri... Tribünler bağırıyor, ekran başındakiler kavga ediyor. Futbolu sahadan çok kulislerde tüketiyoruz. Oysa Avrupa’da perde çoktan başka bir oyuna açılmış durumda. Orada tartışmanın adı “ekonomi” ve “seyirci.”
Rakamların dili yalın ama acımasızdır. Premier Lig'in yıllık yayın gelirleri 6 milyar euroyu aşıyor. Bundesliga ve La Liga 3–4 milyar euro aralığında. Bizim Süper Lig ise 200–250 milyon euroyla yetiniyor. Yani İngiltere’de bir kulübün sadece forma sponsorluğu anlaşması, bizim tüm ligin yayın gelirine bedel.
Kulüp bütçeleri de benzer. Manchester City, Real Madrid 1 milyar euroluk orkestralarla sahneye çıkarken, Galatasaray ya da Fenerbahçe en fazla 250–300 milyon euroluk bir koroyla yetiniyor. Oyuncu maaşları? Avrupa’da yıldızlar 10–20 milyon euroya top koştururken, bizde en yüksek maaş 3–4 milyon euro. Bu tabloyu görmek, sanki köy düğünü ile Viyana Senfoni Orkestrası’nı aynı sahneye koymak gibi.
Futbol artık tribünden çok ekranda oynanıyor. Premier League 200’den fazla ülkede canlı yayınlanıyor, milyarlarca göz aynı anda sahaya bakıyor. La Liga ve Bundesliga da 150’den fazla ülkede izleniyor. Bizim Süper Lig ise çoğunlukla Türkiye sınırlarında ve birkaç gurbetçi kanalında. Yani biz kendi aramızda kavga ederken, dünya başka oyunun peşinde.
Türkiye’de futbol bir kimlik, bir aidiyet, bir kavga alanı. Avrupa’da ise bir endüstri, kurumsal disiplinin parçası. Biz her sezon başında “bu kez Avrupa’da fark yaratacağız” diye hayal kuruyoruz, ama rakamların soğuk dili gerçeği yüzümüze vuruyor. Bizim oyunumuz yerel bir gösteri, onlarınki küresel bir piyasa.
Süper Lig, her sezon yeniden kurulan bir tiyatro sahnesi.
Bolca bağırış, çağırış, tutku ve kaos. Avrupa ligleri ise uzun soluklu bir senfoni. Notaları önceden yazılmış, temposu sağlam, seyircisi küresel.
Biz hala sahnenin tozunu yutarken, onlar gelecek sezonun senfonisini çoktan besteliyor.
Türk Futbolunu yönetenler bu gerçeklerle yüzleşmeden Avrupa'da kalıcı zafer imkansız.


