‘Türk Kürt Arap’… Nedret Ersanel
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Cumhurbaşkanı tarafından, ‘Türk-Kürt-Arap’ müstakbel birlikteliğine yapılan atıf elbette bölgeye yönelik. Bunun da katmanları var. Bir tanesi,
Türkiye-Suriye-Irak
üçgeni. Bu iki ülkeyle kurulan “özel” ilişkinin bir çekirdek oluşturduğu görülüyor…
Bir diğer iç-içe üçgenler,
Türkiye-Azerbaycan-Suriye
ve
Türkiye-Irak-Azerbaycan
üçgenleridir…
Silah yakmanın 24 saat ardından, Bakü’nün Türkiye üzerinden Suriye’ye doğalgaz verme anlaşması güçlü gelişmedir. Öyle ki, terör örgütü silahlarının nasıl tasfiye edileceği veya elebaşların ne olacağı türünden konvansiyonel tartışmaların üzerindedir…
Malûm, Irak’la yürütülen ‘Kalkınma Yolu’ projesi de aynı sayfanın cümlesindendir…
Türk-Kürt-Arap çizgisinin bir diğer katmanı, ABD yönetimine Trump’ın gelmesiyle birlikte belirginleşen
Körfez, özel olarak Suudi Arabistan ve Türkiye’nin
başat/sürükleyici ülkeler olarak öne çıkmasıdır…
Cumhurbaşkanı’nın üçlüsü içinde yer alan “Arap” tarifinde, ‘hangi ülkeler bulunmaktadır’ diye soru sorsak, Suriye, Irak, S. Arabistan özel olarak sayılabilir ama Katar, zamanla Mısır, Libya ve BAE ayrıca yer tutabilir…
Türkiye-Ürdün-Lübnan-Irak-Suriye’yi geçtiğimiz mart ayında DAEŞ’e karşı birleştiren ama özünde, ‘kendi işimizi kendimiz görelim’ beşgenini de ilave edebilirsiniz…
***
Eğer “ağı” daha geniş bir Ortadoğu-Batı Asya haritasına genişletirsek,
Türkiye-Azerbaycan-Pakistan
, çok farklı bir jeopolitik etki alanıdır. ‘Araya aldıkları’ bölge de tuttukları geçitler de ortaklığa sundukları enerji, nükleer, ordu gibi katma değerler de emsalsizdir…
Suriye-Irak-Katar-BAE-S. Arabistan networkunu da ayrıca şemalandırabiliriz. Elbette hepsi tıpkı Azerbaycan-Suriye örneğinde olduğu gibi somut ‘menteşelere’ ihtiyaç duyar. Ve vardır; mesela Azerbaycan-BAE arasında yeni imzalanan kapsamlı anlaşma gibi. Suriye’nin finansmanı da zaten Riyad tarafından destekleniyor…
Meseleyi daha karmaşık hale getirmeden, “ağın” deliği ve yönü konusuyla bağlayalım.
Delik İsrail!
Sorun o. O andan itibaren de ABD ve İngiltere’yi, Suriye özelinde de maalesef Fransa dinamiklerini katmak gerekiyor; Türk-Kürt-Arap üçgeni İsrail’i darlar ama çözüme yetmeyebilir. Yönüne gelince, en kısa yanıt buradadır;
bu Batı yönlü bir jeopolitiktir
. Rusya’nın İran sorununda ABD’yle beraber çalışıyor olması dahi buna eklenebilir…
***
Türk-Kürt-Arap kümesi tartışılırken, ‘İran yok mu, neden yok’ diye soruldu…
İran yok.
Ama illa İran’a yönelik/karşı bir yapı anlamına gelmiyor. Şu aşamada onu kapsayacağını söylemek de iddialı olur. Öte yandan, ‘sadece İran’ı hedef almak için’ değerlendirmeleri var. Bence de bu yapının bir hedefi var ama İran bunun için küçük! İran sadece İran değil. Aynı zamanda hâlâ Rusya ve Çin. Tuttuğu ‘derbent’ bu yüzden önemli. Kaldı ki, Trump yönetiminde hâlâ İran’a yönelik bir ümit, beklenti olduğunu da söylemek lazım. Tahran’dan karşılık bulmadığını da yazamayız!..
Azerbaycan-Ermenistan-İran bağlamının küresel hassasiyetleri çektiği de ortada. ABD’nin, Zengezur’un ‘işletmesinin’ on yıllığına kendi şirketlerine verilmesi talebi dar alanda bile izah edicidir…
***
Peki ‘büyük hedef’ ne? Bunu tarif için, ‘düzen bulsun istenen’, Ukrayna-Karadeniz-Hazar-Pakistan, aşağı inerek Basra-Körfez-Arap Yarımadası-Kuzey Afrika, dönerek, Akdeniz’le çizdiği dikdörtgenin, bir “
sıçrama tahtası
” mı yoksa, bir tür “
güvenli arka alan
” yaratmak mı olduğunu anlamamız gerekiyor. Tabii “ön”ün, genel kabul gören Çin olduğunda mutabıksak…
Çin’e bakışı kısa tutalım;
şu an itibariyle
, Moskova-Pekin ilişkileri, Çin’in Ukrayna savaşına bakışı, garip gelebilir ama gelmesin Hindistan-Çin ilişkileri, ileri giderek Avustralya-Çin ilişkileri; Washington’un Çin’e haddini bildirme hazırlığını desteklemiyor…
Washington-Pekin aktüel ilişkileri daha çok ekonomi üzerinde duruyor ve gelen açıklamalara da baktığınızda yanıcı madde çok ama henüz alev alma görünmüyor. Nihayet, Trump yönetiminin sınırlı zamanı, Çin’e yönelik “başlayıp-bitirme” sürecine yetişir mi, hayli tartışmalı…
***
Ukranya savaşı Trump’ı yavaşlatıyor. Bu açık. Pranganın vurulduğu iki ayaktan birincisi, Avrupa ve ABD yönetimlerinde “Bidencı” diye tarif edilen mahfillerin hâlâ oyunda olmaları. Bu nedense flu bir alan gibi algılanıyor. Hiç değil. Daha bir hafta olmadı, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan 1300 kişi kovuldu. Tasarruf, vs tamam da, “işten çıkarılacaklar” nasıl seçiliyor sanıyoruz…
Bir başka delil; ABD Büyükelçisi Barrack önce şöyle dedi; “SDG, YPG’dir. YPG, PKK’nın bir türevidir.” Gayet belirgin, ‘SDG eşittir PKK' demiş oldu. Bu ABD’nin başını ağrıtır. 24 saat geçmeden Barrack, açıklama getirme ihtiyacı duydu ve getiremedi. Ama sulandırdı; “SDG’nin PKK’nın bir türevi olduğunu söylemedim. YPG, PKK’nın çeşitli türevlerinden ortaya çıktı”…
Alel-acele tashih denemesinin sebebi de işte Washington’da Trump’la didişmeye devam eden o zehirli sarmaşıktır. Onlar reaksiyon gösterdiği için ‘yumuşatıldı’ bu sözler…
İkincisi, Rusya, savaşın başından bu ana kadar, Batı’nın üzerine gelmesinin nedeni olarak bir ‘kötü niyetten’ bahsediyor; Rusya’yı ‘küresel oyuncu’ statüsünden düşürmek ve dünyanın geri kalanındaki jeopolitik hesaplaşma için ‘uyumlu aktöre’ çevirmek…
Bu hesap tutmadı. Saha da bunu desteklemiyor. Trump da farkında. Ne kadar, “mutsuz değilim” dese ve-dahi Patriot gönderse de, aslında bu silahları Avrupa’ya satma, onların aldıkları silaha ne yapacaklarına karışmamadır.
Trump’ın Rusya’ya 50 günlük ültimatom vermesinin gerçekliğini test etmek için yanıtlanması gereken tek soru, “Biden’ın savaşını üzerine alıp-almayacağıdır”…
Türkiye dünyanın merkezinde bir kapı tutuyor. Her gün kapıya yeni menteşeler ve sürgüler ekliyor. Konjonktür de elveriyor. Ama kime açılıp kime kapatılacağı sorusu ortada duruyor.


