Vefatının 50. yılında bir dava adamı Nurettin Topçu Düşünce Günlüğü Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın / İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Bugün itibarıyla vefatının üzerinden yarım asır geçmiş bulunan Nurettin Topçu, Türk düşüncesinin özgün ve etkili isimlerinden biridir. Strasbourg Üniversitesi'nde felsefe eğitimi almak için gittiği Fransa’da lisans eğitiminin ardından ünlü Sorbonne Üniversitesi'nde felsefe doktorası da yapan Nurettin Topçu, 1934 yılında Türkiye’ye dönmüş ve liselerde felsefe öğretmenliği yapmıştır. Özellikle 1939 yılında büyük emek vererek çıkardığı ve belli aralıklarla yayın hayatına devam etmiş olan Hareket dergisi, zamanla fikir ve sanat eksenli bir okula dönüşmüştür. Türkiye’de birçok şair, yazar ve akademisyenin ilk şiirlerinin, denemelerinin ve makalelerinin yayımlandığı dergi, gençlerin kendilerini yetiştirdikleri bir muhit olmuştur.
AHLAKLI OLMANIN HAKKINI TESLİM ETTİ
Burada Nurettin Topçu’nun, Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulmasının ardından doğan, yeni kültürel ve siyasal ortamın gelgitleri arasında kalmış bir nesle fikirleri ve duruşu ile rol model olduğunu söylemek mümkündür. Öğrencileri ve yanında bulunmuş isimler tarafından, bir kısmı da yakın zamanda yayımlanan Nurettin Topçu’yu anlatan kitaplar incelendiğinde onun adına bir başarı hikayesi tespit edilebilir. Öğrencileri ve yakınındaki insanlar, onun için “ahlaklı olmanın hakkını teslim etmiş bir insan” olarak şahitlik etmişlerdir. Genelde ahlak hakkında yazan ve konuşan insanların çelişmelerine şahit olunan toplum hayatında onun hakikatte de ahlaklı bir insan ve Müslüman olduğuna şehadet etmişlerdir. Türkiye’de pek az insana nasip olan böyle bir vefa, Nurettin Topçu’nun ahlaki örnekliğinin sözde kalmaması ve hayata geçmesindeki hassasiyetle doğrudan ilişkilidir. Bu vefa ve hassasiyet ilişkisi, ilgili metinler okunduğunda onu hiç tanımamış insanlarda bile karşılık bulmaktadır ki 1990’lı yıllardan itibaren kitaplarına büyük bir ilgi devam etmektedir.
MANEVİYATÇI FELSEFE
Bir felsefeci olarak Nurettin Topçu, materyalizm ve pozitivizm karşısında maneviyatçı bir anlayışa sahiptir. Felsefi düşüncesinin şekillenmesinde Fransa’da bulunduğu yıllarda tanıştığı Hareket Felsefesi’nin önemli ismi Maurice Blondel’in ve İslam Tasavvufu’ndan ciddi bir şekilde etkilenen Louis Masignon’un etkileri olmuştur. Türkiye’ye döndükten sonra tanıştığı ve etkilendiği bir başka önemli isim de Abdülaziz Bekkine’dir. Zamanla düşüncelerini geliştirdiği gibi kendi düşünce sistematiğini de oluşturmaya çalışmıştır. Türkiye’de taklitçiliğin ötesine geçerek kendi özgün düşünce sistematiğini kurma hususunda az örnek vardır. Bu örneklerden ilk akla gelebilecek isimlerden biri Nurettin Topçu’dur.
Hareket felsefesi, tanrıyı kabul eden metafizik temelli bir düşüncedir. Bu düşünceye göre insan, bütün varlıklar içinde ruh ve irade sahibi olması dolayısıyla ahlaki alanda özgür ve sorumlu olmaktadır. İyilik ve kötülük ikileminde insanın iyiliği istemesi ve kötülüğe isyan etmesi, hareketin bir sonucudur. Bu nedenle Nurettin Topçu, iyilik, özgürlük ve sorumluluğa bağlı ahlak karşısında kötülük, esaret ve zorbalığa bağlı menfaatçilik arasındaki çelişkiye dikkat çekmiştir. Menfaatçiliğin hüküm sürdüğü bir toplumda hareketin esaret altına alınacağını ve böylece insanın insan olmaktan çıkacağını savunmuştur. Sanayileşmeyi ve modernleşmeyi maddenin insan üzerindeki hükümranlığı olarak görmüş ve eleştirmiştir.
ANADOLUCU MİLLİYETÇİLİK YORUMU
Türk milliyetçiliğinin önemli isimlerinden biri olan Nurettin Topçu, Anadolucu milliyetçilik yorumuyla 1071’den itibaren önce Anadolu’nun ve ardından Balkanlar’ın Türkleşme ve İslamlaşma tecrübesine büyük önem atfetmiştir. Bu tecrübe, onun da sert bir şekilde eleştirdiği Turancı ve Batıcıların ütopik kurgularından farklı olarak manevi ve siyasi aktörlerinin emekleri ile oluşmuş bir gerçekliğe karşılık gelmektedir. İnsanları köylerde ve şehirlerde bir ahlak nizamı üzerine organize edebilmiş bir model başarıyla hayata geçirilmişse de zamanla bu ahlaki hareket hamlesi kaybedilmiştir. Hareketin kaybedilmesinin zorunlu sonucu esaret olduğu için kendi gerçekliğini inkara dayalı düşünceler ve siyasal örgütlenmeler, tarihe ve topluma yabancı, yanlış reçeteler olmaktan öteye geçememişlerdir. Toplum kültürel olarak bölünmüş, geleneğinden beslenememiş, ciddi bir yozlaşma sürecine girmiş ve kendi içinde parçalanmıştır. Bu konuda toplumun değerlerini görmezden gelerek atılan adımlara karşı sert eleştiriler getirmiştir.
İSYAN AHLAKI
Nurettin Topçu’nun Sorbonne Üniversitesinde yazdığı doktora tezi, öğrencileri tarafından Türkçeye asıl başlığından farklı olarak İsyan Ahlakı şeklinde tercüme edilmiştir. İsyan ahlakı, yazılarında da kullandığı bir kavram olarak dikkat çekmektedir. Elbette onun bir isyan adamı olduğunu söylemek mümkündür. Bu isyanın temelinde toplumu adına kendisini bulmak isteyen bir ruh arayışı bulunmaktadır. O, Türk toplumunu kendisi yapan ve tarih sahnesinde örnek bir millet haline getiren değerlerin çözülmesini ciddi bir mesele olarak kabul etmiştir. “Bir şey Batı’da ortaya çıktıysa iyidir ve sorgulanmadan alınmalıdır, taklit edilmelidir” şeklinde ifade edilebilecek tüketici kolaycılığa karşı olmuştur. Para kazanma hırsıyla doğanın tahrip edilmesine ve din de dahil olmak üzere her şeyi menfaati için araçsallaştıran anlayışa çok sert eleştiriler getirmiştir. Genel olarak eserleri, Türkiye’nin yaşadığı değişimin ortaya çıkardığı bunalım karşısında bir isyanı temsil etmektedir.
Vefatının üzerinden yarım asır geçmesine rağmen Nurettin Topçu bugün Türkiye için neden hâlâ önemli bir düşünürdür? Bugün Türkiye’de güncelin ötesinde daha derin analiz edilmesi gereken büyük meselelerin çoğunun tarihin içinde kendi kendini üreterek var olmaya devam ettiğini tespit etmek mümkündür. Bu meselelere çözüm üretmek için sağlam bir şekilde temellendirilmiş ve iyi niyetle ifade edilmiş farklı düşüncelerin bugün için de önemi vardır. Nurettin Topçu, milliyetçi ve muhafazakar camianın önemli bir düşünürü olmasına rağmen sadece muhataplarının hoşuna gidecek şeyler yazan ve söyleyen bir insan olmamıştır. Sanayileşme karşıtlığı ve maneviyatçı sosyalizm görüşü, kendisini üstat kabul eden camia için oldukça farklı ve hatta aykırıdır. Düşüncelerinde bir gelişme ve olgunlaşma seyri takip edilebilir ama o, dönem ve konjonktür insanı da olmamıştır. Bütün eleştirilerine ve isyanına rağmen özellikle Yarınki Türkiye ve Türkiye’nin Maarif Davası kitaplarında iyimserliğe ve yarına dair ümide de yer vermiştir. Elbette onun da düşünceleri eleştirilebilir. Ancak samimi ve ahlakı pratiğe geçiren dava adamlığı onu Türk düşüncesi için bir klasik olarak kabul etmeyi gerektirir.


