Canavarlar zamanı Düşünce Günlüğü Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Sernur Yassıkaya / Gazeteci
Temelleri 1648 Westfalya Anlaşmasıyla atılan, Berlin Anlaşması (1878) ve İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD hegemonyası ile tahkim edilen 300 yıllık Batı eksenli küresel sistem yıkılıyor. Yerine gelecek sistemin ne olacağı ise henüz belli değil. İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci’nin, “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor. Şimdi canavarlar zamanı” sözleriyle işaret ettiği tarihin önemli dönemeç noktalarından birindeyiz. Kuralların işlemediği, ittifakların zayıfladığı, diplomasinin yerini tehditlerin aldığı bir dönemden geçiyoruz. Her aktör kendi hikâyesini yazmakla meşgul. Fakat bu hikâyelerin ortak noktası şu: Her biri diğerini yok sayarak kendine alan açmaya çalışıyor. Bu küresel düzensizliğin, canavarlar zamanının baş aktörü ise İsrail.
NETANYAHU’NUN SAVAŞ HARİTASI
İsrail’in 2023 Ekim’de başlattığı Gazze saldırıları, tüm Filistin halkını hedef alan bir soykırım politikasına dönüştü. Sivil altyapıların sistematik biçimde yok edilmesi, on binlerce sivilin hayatını kaybetmesi ve kuşatma altındaki bölgede temel insani ihtiyaçların erişilemez hale gelmesi, İsrail canavarlığını en üst düzeye taşıdı. İşgalci güç, Filistin topraklarında Her türlü insanlık değerini ayaklar altına alırken Batılı devletler de aktif destek vererek bu suçlara ortak oldular. Dünyanın geride kalanı ise izlemekle yetindi ve ahlaki yozlaşmanın tüm sistemi çürüttüğü gözler önüne serildi. Ardından Hizbullah’ın Lübnan’dan verdiği tepkilere karşı İsrail kuzey cephesini açtı. Bu süreçte yüzlerce hava saldırısı, Lübnan’ın bütün noktalarını hedef aldı. Yemen’deki Husiler ise Kızıldeniz üzerinden İsrail gemilerine engelledi. Soykırımcı gücün buna da cevabı hava ve denizden saldırılar oldu. Ve son hamle İran’a yönelik topyekun saldırıyla geldi. Halihazırda hiçbir hukuki tanımlamaya sığmayan önleyici savaş dokrininin sınırlarını olabildiğince genişleten işgalci güç İsrail, İran’ı hedef aldı. 13 Haziran’da İsrail, İran’ın başta büyük şehirleri ve sivil nükleer tesisleri olmak üzere, tüm askeri tesislerini ve devlet kurumlarını vurarak saldırılarını derinleştirirken, Trump yönetimini de İran’a müdahaleye zorlayan Netanyahu, yeni küresel canavarlıkta liderliği kimseye bırakmayacağını gösterdi.
İsrail içinde yolsuzluk davaları, yargı reformları karşıtı protestolar, ekonomik durgunluk ve güvenlik krizleri nedeniyle ciddi bir siyasi baskı altında olan Netanyahu, yönünü dış tehdide çevirerek içerdeki akıbetini önlemeye çalışıyor. Netanyahu’nun uyguladığı canavarlık kendi halkını da vurmaya başladı. İran misillemeleri karşısında işgalci gücün şehirleri tarihte görülmemiş bir yıkımı yaşıyor. İsrail kamuoyunun önemli bir kısmı savaş yorgunu, çoğu ülkeden kaçmanın fırsatını arıyor. Birden fazla cephede sürdürülen savaş, hem insan gücü hem ekonomik kaynaklar açısından kırılma oluşturuyor.
MOSKOVA’DA EMPERYALİST RÜYALAR
2022 yılında başlayan Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, 21. yüzyılın en çarpıcı uluslararası krizlerinden biri olarak tarihe geçti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in işgali tarihsel, kültürel ve etnik referanslarla meşrulaştırma çabası, yalnızca Ukrayna’nın egemenliğini değil, aynı zamanda uluslararası hukukun temel ilkelerini de açıkça hedef aldı. Putin, Ukrayna’nın Rusya’nın “doğal parçası” olduğunu iddia ederek, 19. yüzyılın emperyalist söylemlerine benzer bir argümanla işgale zemin hazırladı. Kiev’in tarihsel olarak Rusya’ya ait olduğu savı, ulusların kendi kaderini tayin hakkını ve toprak bütünlüğünü yok sayan bir yaklaşım sergiliyor.
Geçtiğimiz hafta Putin’in yaptığı açıklamada, “Rus askerinin botunun bastığı her nokta artık Rus toprağıdır” ifadesiyle, fiili kontrolün meşruiyet aracı haline getirildiği gözlemlendi. Bu açıklama, işgalin sadece taktiksel bir askeri hamle değil; uzun vadeli bir toprak genişletme ve nüfuz inşa etme stratejisinin parçası olduğunu ortaya koyuyor. Bu yaklaşım, Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın “sınırların zorla değiştirilmemesi” ilkesine doğrudan aykırı. Ayrıca, işgalin gerekçelendirilmesinde kullanılan tarihsel referanslar, uluslararası hukukta geçerli bir meşruiyet temeli oluşturmaz. Dolayısıyla, Rusya’nın bu tutumu, uluslararası düzeni tehdit eden ciddi bir emsal teşkil etmekte. Putin’in söylemleri ve sahadaki uygulamaları, Rusya’nın sadece Ukrayna ile sınırlı kalmayan, daha geniş coğrafyalarda da tarihsel hak iddiaları temelinde benzer politikalar güdebileceğine işaret ediyor.
TRUMP: TEHLİKELİ BELİRSİZLİK
ABD Başkanı Donald Trump’ın sesi çok çıkıyor ama fiili duruma bakıldığında çok az değişikliğe yol açtığı görülüyor. Trump’ın verdiği mesajlar, yalnızca Amerika için değil, dünya için de büyük bir belirsizlik anlamına geliyor. Reagan döneminin “Güç yoluyla barış” doktrinini kendine örnek alsa da, ne dünya o dönemki dünya ne de ABD’nin politik ve askeri güç varlığı o döneme denk. Farklı bir dünya için eski reçeteler sonuç vermiyor. Buna karşın ABD Başkanı’nın NATO’ya olan desteği sorgulaması, Ukrayna’ya yardımı “israf” olarak tanımlaması, İsrail’in saldırgan tutumunu dizginleyememesi, Danimarka’ya bağlı Özerk yönetim Grönland’ı ABD topraklarına katma isteğini saklamaması, Panama Kanalı’nda hak iddia etmesi, hatta Kanada’yı 51. Eyalet olarak niteleyip, ekonomik ve siyasi yaptırımlarla tehdit etmesi uluslararası sistemin içinden geçtiği kriz halini derinleştiriyor. Trump, dış politikayı bir pazarlık konusu gibi ele alıyor. Bu yaklaşım, diplomasiyi zayıflatmakla kalmıyor, uluslararası güvenlik mimarisini de temelinden sarsıyor.
KİRLİ İŞLERİN SAVUNUCUSU AVRUPA
Avrupa uzun zamandır, hem ekonomik hem askeri hem de siyasi anlamda büyük güç kimliğini kaybetmiş durumda. Bu nedenle daha çok, Ukrayna Savaşı’nda olduğu gibi ikincil rollerde yer alan ya da İsrail’in Gazze’deki soykırımında olduğu gibi, Batı kampının kirli işlerini “meşrulaştıracak” argümanları ve politik desteği sunan aktör konumuna dönüşmüş durumda. Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in şimdiden tarihe geçen “İsrail bizim için kirli işi yapıyor” sözü Avrupa’nın yeni canavarlık modeline işaret ediyor. Aslında bu çıkış temelleri yine 19. yüzyıldaki emperyalist ruh halinden miras alınan bir siyasi duruşun mirasçısı. Emperyalist ülkeler farklı coğrafyalarda kirli emellerine ulaşmak için vekil güçleri sahaya sürer. İsrail’in bu çerçevede Batı’nın İslam coğrafyasındaki düzen bozucu ve yıkıcı stratejilerinin ürünü olduğu da Merz tarafından itiraf edilmiş oldu. Yumuşak güç politikalarıyla bugüne kadar gizlenebilen canavarlık yeniden görünürlük kazanmış halde.
AMAÇ AYNI METOD FARKLI
Dünya ticaretini Çin ejderinin pençeleri esir almış durumda. Çin›in «dünyanın fabrikası» olma yolunda ilerlediği süreç, sadece üretim kapasitesinin artışıyla sınırlı kalmadı. Pekin’in devlet destekli ekonomi modeli, düşük iş gücü maliyetleri, ters mühendislik ve teknoloji geliştirme çabaları, Batı’nın üretim kabiliyetlerini kaybetmesine neden olmuştur. Çin, bu stratejilerle sadece üretim yapmanın ötesine geçmiş ve küresel ekonomik düzeni kendi lehine yeniden şekillendirmiştir. Bu durum, sadece Batılı ülkeler için değil tüm dünya için bir tehdide dönüşmedi, küresel ekonomik dengenin değişmesine yol açtı.
Pekin bugün, üretim gücü ve küresel ticaret politikalarını arka kapından dolanan kural delici politikalarıyla, haksız rekabet avantajı sağlamakta ve birçok devletin ekonomisini doğrudan tehdit etmekte. Emperyalist canavarlığın başka bir yüzünü gösteren söz konusu politika, görünürde iş birliğine dayanıyor gibi olsa da, orta ve uzun vadede Pekin’in küresel hegemonya amacının koç başını oluşturmakta. Buna karşın, küresel meselelerde aktif rol yerine gönülsüz aktör konumunu tercih eden Pekin yönetimi, bekle gör politikasıyla Batı’nın yıpranmasını ve diğer potansiyel aktörlerin kaos içinde güçten düşmesini kendisine yol açan gelişmeler olarak değerlendiriyor. Herkes çatışırken Çin yatırım yapıyor. Herkes bağırırken Çin dinliyor. Ama her adımı, uzun vadeli bir küresel hakimiyet stratejisinin parçası olarak kurguluyor.
İSTİSNA DEĞİL, YENİ STANDART
Bir zamanlar “kurallara dayalı düzen” olarak adlandırılan uluslararası sistem, artık yalnızca kağıt üzerinde... Fiiliyatta, güçlü olanın tanımı, yasadan önce geliyor. Orman kanunu her türlü değeri ayaklar altına alıp, yakıp yıkarak yeni dünyanın doğumunu engellemek istiyor. Bu çerçevede asıl tehlike uluslararası sistemde dengeyi sağlayacak bir güç ya da yapının olmaması. Belirsizliği artıran en büyük faktör de bu. Dünyanın bu en tehlikeli döneminde, en az hatası olanlar en ağır bedeli ödüyor. Yeni dünya düzeni kuruluyor olabilir ama kurulmadan önce maalesef çok şey yıkılacak…


