ABD Elçisi Barrack: Suriye bir deney, görevimiz ulus inşası değil
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi ve ABD'nin Suriye Özel Elçisi Thomas Barrack ile ABD Dışişleri Yabancı Basın Merkezi Bilgilendirmesinde Barrack bölgeye dair başkan Donald Trump’ın vizyonunu değerlendirdi. İsrail-Filistin meselesi, İsrail’in Suriyede Al Şarap yönetimi ile ilişkileri, SDG’nin dağılması olasılığı, bölgedeki varlık amaçları ve ulus inşasına yaklaşımları, PKK’nın silah bırakması gibi konuları değerlendirdi.
Türk medyasında Barrack’ın Türk basın mensuplarının sorularına verdiği yanıtlar öne çıktı. New York’ta BM binasındaki ABD Dışişleri Yabancı Basın Merkezi’nde gerçekleşen basın toplantısındaki tüm başlıkları Halk TV okuru için derledik.
Barrack, PKK’nın silah bırakması, CATSAA yaptırımları ve F-35’ler, Türkiye siyasi tarihinde darbe geçmişi, Suriye'nin geleceği ve ABD’nin bölgedeki kalkınma vizyonuna dair vizyonun detaylarını gerçekçi şekilde anlattı.
Thomas Barrack’ın Ortadoğu'ya dair mesajlarının başlangıcı “bu ülkelerin tümü tarihi, barış ve refaha doğru ilerlerken bizim yanımızda olmadı.” şeklinde oldu.
Barrack “Başkan tarafından verilen görev kapsamındaki ülkelerin herbiri çevre ülkeler üzerinde eşit ve zıt etkiler yaratıyor” ifadelerini kullandı.
BARRACK: GÖREVİMİZ ULUS İNŞA ETMEK DEĞİL“Gerçekten bizim görevimiz ne?
Görevimiz ulus inşası değil ve insani haklar her zaman önemli ve sürecin kritik bir parçası, ancak orada bulunma sebebimiz bu değil! Başlangıçta orada olma sebebimiz bu değildi. O bölgenin tamamında bulunma sebebimiz, DEAŞ’a karşı bir duruştu. Bizim varlığımız, esas olarak, geçmişten bildiğimiz tüm tehlikelere karşı DEAŞ’ı nasıl engelleyebiliriz çabasıyla, yerel ortamlar ve uluslar kendilerini tanımlarken onlara yardımcı olma amacı taşıyordu."
“VİZYONUM BAŞKAN’IN VİZYONUNDAN AYRI”“Öncelikle vizyonumu Başkan’ın vizyonundan ayırmak istiyorum. Başkan Trump cesur ve kararlıydı ve onun Suriye vizyonu, bu ülkeye bir şans vermekti.
Bu dünyanın bu bölgesine Batı her müdahale ettiğinde – özellikle 1919'dan bu yana – yaşananlar pek de iyi olmadı. Sykes-Picot Anlaşması ile başladık; dünyayı ve ulus devletleri bölüştürdük ve hâlâ bunun sonuçlarıyla yaşıyoruz.
Tanrı İngilizleri korusun ama Filistin’i üç farklı tarafa üç kez verdiler.
Bu Başkan ise, 'Ben bunu yapmak istemiyorum' diyor.”
“SURİYE BİR DENEYDİR, EL-ŞARAA REJİMİ PLAN A”“Hiçbirimizin Aralık ayında El-Şaraa rejiminin Şam’a yükseleceğini beklememesi ya da öngörmemesiydi. İdlib’de iyi bir iş çıkarmışlardı ama Esad rejimi hâlâ tam gücüyle iktidardaydı.”
“Plan A, El-Şaraa rejimi Plan A. Bu, yeni bir hükümete doğru yavaş bir geçiştir. Başkan’ın 13 Mayıs’ta yaptırımları kaldırma kararındaki temel mesajı şuydu: Onlara bir şans verin.
Onlara zincire vurulmuşken bir şans veremezsiniz; ayrıca eğer ciddi ya da olumsuz bir gelişme olursa yaptırımlar her zaman yeniden uygulanabilir.
Başkan Trump Bunu yavaş yapmayacağım diye karar verdi , hızlıca ülkeyi inşa etmek için dünyanın desteğine ve kaynaklara ihtiyaçları var.
Dolayısıyla bu vizyon, Suriye’de olanların, karmaşık bir bölge olan Orta Doğu, Körfez ve Yakın Doğu’da, temiz bir tuval veya yeni bir dokuma gibi bir deney alanına dönüşmesidir: Acaba yeniden taze bir palet oluşturulabilir mi? Bu bir deneydir ve biz henüz en başındayız.”
“SURİYE’YE YAPTIRIMLAR İSRAİL İLE NORMALLEŞMEYE BAĞLI”“Dolayısıyla Suriye ile İsrail arasındaki diyaloğa gelirsek — hatırlarsanız, Başkan Trump yaptırımları kaldırması ardından Dışişleri Bakanı Rubio geldi ve El-Şaraa rejiminin uymasını istediği beş ana koşulu dile getirdi.
Bunlardan biri de İbrahim Anlaşmalarıydı. Yani İbrahim Anlaşmalarını imzalamaktan ziyade, “Suriye ile İsrail arasında bir normalleşme olabilir mi?” sorusunu sormak.
Bu ise doğası gereği, Lübnan ile İsrail, Ürdün ile İsrail, Irak ile İsrail ve tüm bunların ortasında yer alan Türkiye ile İsrail arasında da bir normalleşmeyi gerektirir — bu da oldukça büyük bir hedeftir.
Yani fikir şu: El-Şaraa açıkça dile getirdi ki İsrail bir düşman değil; önlerinde duran sorunları çözmek için onlarla görüşmeye ve istişarede bulunmaya istekli. Bu süreç, o bölgedeki her yerde olduğu gibi küçük adımlarla başlayacak.
Başkan Trump’ın İran’a yönelik B-2 bombardımanını destekleme yönündeki cesur hamlesiyle bir fırsat doğmuş olmasından umutluyuz.
Bu fırsat kısa ömürlü de olsa İran, Hamas, Hizbullah ve Husiler en azından şu an için geri çekilmiş durumdalar.
Geriye kalan ülkeler ise isterlerse kendileri için yeni bir hayatı, yeni bir anayasayı, mezhepsel yapının yeni bir karışımını tanımlayabilirler. Ama bu tamamen onların tercihi.
ABD yaptırımları kaldırdı, ancak HTS’ye karşı hâlâ bazı BM yaptırımları var. ABD’nin BM’de bu yaptırımların kaldırılması için de girişimleri sürdürdüğü hatırlatılınca Barrack şu şekilde konuştu:
“Amerika Birleşik Devletleri Başkanı bu yaptırımları tek taraflı olarak kaldırdı. Ancak bu, yaptırımların tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Bildiğiniz gibi, bu çok katmanlı yaptırımların ortadan kaldırılması için farklı onaylar ve prosedürler gerekiyor.
Bazıları geçici, bazıları ise kalıcıdır.
Örneğin Genel Muafiyet 25’i gördünüz. Başkan, son on yılı aşkın süredir yürürlükte olan ve giderek daha kısıtlayıcı hale gelen başkanlık emirlerini iptal eden büyük çaplı bir başkanlık kararı yayımladı.
Ayrıca, Amerikan şirketlerinin ve Avrupalı katılımcıların 180 günden daha uzun vadeli planlar yapabilmesine olanak tanıyacak şekilde kısıtlayıcı yasaların kalıcı olarak iptali için Kongre’de de bir hareketlilik söz konusu.”
"25 BİN YABANCI SAVAŞÇI VAR, KÜRTLER KÜRDİSTAN İSTİYOR"“Birleşmiş Milletler’in ise farklı bir terör örgütü tanımlama sistemi bulunuyor ve Güvenlik Konseyi'nin bazı üyeleri, BM’nin önemsediği bazı konularda daha fazla ilerleme görmek istediklerini ifade etti. Bunlar arasında azınlıkların nasıl muamele gördüğü, anayasanın şekli ve içeriği, yabancı savaşçıların durumu gibi meseleler var. 20 ila 25 bin civarında yabancı savaşçıdan söz ediyoruz.
Bu savaşçıların entegrasyonu ya da dışlanması tüm taraflar açısından ciddi bir endişe kaynağı. Azınlık hakları da aynı şekilde önemli.
Dürziler kendi bölgelerinin Dürzi toprağı olmasını istiyor, Aleviler Alevi toprağı istiyor, Kürtler Kürdistan istiyor.
Ancak Suriye'nin, yani Şam'ın söylediği şey şu: Bu olmayacak. Tüm yollar Şam’a çıkar; tek ülke, tek millet, tek ordu. Süreç bu şekilde ilerliyor.
BM ise, bazı önemli ortaklarıyla birlikte şunu söylüyor: “Sizi dinliyoruz, burada bir düşmanlık yok, hepimiz doğru adımların atılması için baskı unsuru oluşturmanın yollarını arıyoruz.” Mütevazı kişisel görüşüm şu: Yeni yönetim doğru adımları atmaya çalışıyor. Gerçekten çabalıyorlar.
Bazı üyeler – hatta birçok üye – arasında, yaptırımların tamamen kaldırılmasının bir hata olacağı yönünde bir görüş var.
Onlar, önem verdikleri konularda daha fazla ilerleme görmek istiyorlar – azınlık hakları, yabancı savaşçılar, El-Hol ve Roj kampları gibi.
Ayrıca yerinden edilmiş kişiler meselesi de var; kamplarda yaşayan 20.000-25.000 insan var. Amaç, bu insanların evlerine dönmeleri. Sorun şu ki, “ev” kelimesini bile telaffuz edemiyorlar; neresi evleri, bilmiyorlar. Peki, Avrupa'nın – oraya giden katılımcıların – geri dönmesini istemediği bir ortamda, tamamen harap olmuş bir ülkede bu nasıl sağlanacak?”
SDG’NİN GELECEĞİ, PKK VE ÖCALAN'IN TECRİDİNew York Foreign Press Center’da düzenlenen toplantıya CNN Türk Amerika temsilcisi Yunus Paksoy da Washington’dan uzaktan bağlanarak sorusunu sordu.
Paksoy “Geçen gün Suriye’de federalizmin işe yaramayacağını, tek bir Suriye, tek bir bayrak ve tek bir ordu olması gerektiğini söylediniz. Ancak öte yandan, geçen hafta Ahmed el-Şaraa’ya sunduğunuz kriterlerden birinin SDF'yi korumak olduğunu ifade ettiniz.
Ayrıca Pentagon, SDF'yi daha fazla silahlandırmak ve donatmak için gelecek yılın bütçesine 130 milyon dolar ayırmayı planlıyor. Eğer ABD gerçekten tek bir orduyu destekliyorsa, yakın veya uzun vadede SDF’yi dağıtmayı ve silahlarını, ağır mühimmatını geri almayı planlıyor musunuz? “ sorusunu yöneltti.
Büyükelçi Barrack ”Bu gerçekten iyi ama tehlikeli bir soru. Elimden geldiğince yanıtlamaya çalışacağım. Tabii ki bu konunun birçok unsuru benim yetki sınırlarımın ötesinde. Başkan Trump’ı arayıp doğrudan sorabilirsiniz belki ne düşündüğünü. Ama işin özü şu: Biz kimseye bir şey dikte etmiyoruz.” ifadelerini kullanarak şu şekilde devam etti:
“SDF, yani Halk Savunma Güçleri (YPG). YPG, PKK’nın bir türevidir. Bugün haberleri görmedim ama sanırım PKK bugün silah bırakmaya başladı. Öcalan hâlâ adasında. Bu arada, bir zamanlar oranın bir tür cennet olduğunu düşünürdüm — “Bu adamı gerçekten tecritte tutuyor olamazlar" demiştim — ama tutuyorlar. Fakat bu Türkiye’de çok büyük bir mesele, değil mi? PKK–Türkiye ikilemi gerçekten karmaşık bir durum.
YPG, biz IŞİD’le savaşırken müttefik olduğumuz PKK’dan türemişti.
Dolayısıyla, onlar bizim savaş ortaklarımız olduğu için onlara bir borcumuz olduğuna dair büyük bir his var. Soru şu: Onlara ne borçluyuz? Onlara kendi içinde bağımsız bir hükümet kurma hakkını borçlu değiliz. Onlara, yeni bir rejime geçiş sürecinde makul bir şekilde Suriye hükümetine entegre olmaları için bir yol sunmakla yükümlüyüz.
Suriye’nin duruşu şu: Federal bir yapı altında Suriye olamaz. Ayrı bir Dürzi gücü, ayrı bir Alevi gücü, ayrı bir Kürt gücü gibi parça parça askeri yapılarla bir ülke kurulamaz. Tek bir yapı olacak. Yeni rejim yedi aydır iktidarda ve bu çıkarları hizalamaya çalışıyorlar. Bu, SDF için çok zor bir konu, ama bunu anlıyoruz.
SDF’nin nasıl çalıştığını ve yapısını incelediğimizde, taraflar arasında karşılıklı uzlaşıya dayalı bir anlaşma sistemi görüyoruz. Ama ayrıntılar önemli.
Mart ayında ilkesel bir anlaşma vardı. Sorun şu ki, bu anlaşma işe yaramadı. Neden? Çünkü herkes detaylar netleşmeden aceleyle bir anlaşmaya vardı. Ama bu detaylar belirleyici. Şimdi herkesi masaya oturtup, çocuk parkındaki iki çocuk gibi, “artık barışın” demeliyiz. Biz arabulucu oluruz, yardımcı oluruz ama sonsuza kadar burada kalamayız. Eğer anlaşamıyorsanız, anlaşamayın, ama biz süresiz olarak buradayız diye bir şey yok.
"OSMANLI 500 YIL BOYUNCA SINIRLAR OLMADAN İŞLEDİ!"“Ortadoğu’nun her yerinde bu Başkan, sürece bir çerçeve koymaya çalışıyor. “Yeni bir hikâye yazmak sizin elinizde” diyor. Son yüzyılda yeni bir hikâye yazılmadı. Osmanlı İmparatorluğu ne idiyse — insanlar onun hakkında ne hissediyorsa hissetsin — 500 yıl boyunca sınırlar ve hudutlar olmadan işleyen bir yapıydı. Anlaşıyorlardı ya da anlaşamıyorlardı ama bugünkü kadar gürültü kopmuyordu.
Bugün Çin ve Rusya da bölgede bir istikrar dokusu görmek istiyor. Ama SDF konusu gerçekten karmaşık. Onlar denklemin karşı tarafında kaldılar. ABD’nin kendilerine borçlu olduğunu düşünüyorlar. ABD ise diyor ki: Evet, size makul olma konusunda borçluyuz. Ama eğer makul olmazsanız, başka bir alternatif doğar.”
Barrack Rudaw’dan Diyar Kurda’nın Suriyede federal yapıda bölgesel Kürt yönetiminin neden birleşik bir Suriye’ye engel teşkil ettiğini sordu.
Barrack şu şekilde cevap verdi:
Amerika Birleşik Devletleri, tanınan, yaşayabilir ve yasal olan ulus devletlere saygı duyar — nokta. Diğer tüm gruplar, başka bir ulus devlet içinde kendilerine bir konum veya statü kazanmaya çalışan yapılar olabilir; biz onlara empati duyabiliriz, sempati besleyebiliriz, zaman zaman desteklemek isteyebiliriz — ama bu bizim için hiçbir zaman işe yaramadı.
Her ne zaman bir rejim değişikliğine müdahil olmuşsak — ki bu arada, Suriye'de de, Lübnan'da da rejimi değiştiren biz olmadık — bu hiçbir zaman bizim yaptığımız bir şey değildi.
SDF’ye gelince; özellikle Kongre’nin SDF’ye karşı duygusal bir yakınlığı olduğu açık. Ve çok net bir şekilde, onları nereye katmak istediğimiz belli: Suriye hükümetine. Özgür bir Kürdistan kurulacağına dair bir işaret yok. Ayrı bir SDF devleti olacağına dair bir işaret yok. Ayrı bir Alevi devleti ya da ayrı bir Dürzi devleti kurulacağına dair de bir işaret yok. Ortada Suriye var.
Ve Suriye’de şekillenmekte olan bir yapı söz konusu. Bir Suriye anayasası olacak. Bir parlamento olacak. Herkes bu sürecin nasıl işleyeceğine dair konuşma hakkına sahip olmalı.
Bizim bu konuda çıkarımız, bu tartışmaların gerçekleşmesini sağlamak, adil bir şekilde yansıtıldığından emin olmak ve elbette ki bu süreçte SDF’nin bize çok iyi davrandığını da göz önünde bulundurarak onların da adil bir şekilde muamele görmesini sağlamak. SDF’nin bu yapıya dahil olabilmesi için bir fırsat sağlamak istiyoruz — eğer bunu istiyorlarsa. Eğer istemiyorlarsa, kendi kararlarıdır. Bu bizim kararımız değil.”
"TÜRKİYE İSRAİL VE GAZZE KONUSUNDA BİZE YARDIMCI OLDU”Şunu söylemeliyim ki, Türkiye’nin tüm bu süreçlerde oynadığı rolden son derece gurur duyuyorum. Bu rol Amerika’da farklı şekillerde yorumlandı çünkü Türkiye de Amerika’da farklı şekillerde algılanıyor. Ancak Türkiye kilit bir rol oynadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hakan Fidan, İbrahim Kalın ve Türk Hükûmeti’nin tüm üst düzey yetkilileri, Amerika adına arabulucu bir diyalog zemini oluşturmak için müdahalede bulundular. Çünkü elbette Karadeniz, Boğaz’a kadar uzanıyor ve Türkiye’nin tüm taraflarla çok özel bir ilişkisi var.
Ve Türkiye bize inanılmaz derecede yardımcı oldu – sadece Ukrayna-Rusya meselesinde değil, aynı zamanda Gazze ve İsrail konusunda da. Hamas’la ilişkileri olduğu için eleştirildiler. Hamas’ı bir yabancı terör örgütü veya belirlenmiş tehdit unsuru (SST) olarak ilan etmediler.
Ama bunun sonucunda Katar gibi bir diyalog kurabildiler. Katar, bu diyaloğun sürdürülmesinde en iyi dostlarımızdan biri oldu. Eğer bir diyalog kuramazsak, eğer Başkan’ın bu çok sert bölgelerde müdahale edebilmesi için bir mekanizmamız olmazsa, gerçekten büyük bir sorunla karşı karşıya kalırız.
BARRACK: ÖCALAN’IN SÜRGÜNDEN DÖNMESİ VE PKK’NIN İLK ADIMI ÖNEMLİBarrack AA’dan Şerife Çetin’in PKK’nın silah bırakması ile ilgili sorusuna ise ülkede Kürtlerin bazı alanlara dahil edilmediği algısına sahip olduğunu gösteren ifadelerle şu şekilde cevap verdi:
“Günümüzde ne PKK’nın ne de SDF’nin gözdesi olmadığım için rahatça söyleyebilirim ki, bu mesele – sadece Türkiye ile ilgili değil elbette. Genel olarak Kürtlere baktığınızda, başından beri güçlü, zeki, savaşçı bir halktan söz ediyoruz; kültürleri komünist değil ama komünal – yani gerçekten ilginç bir kültürleri var.
Kadınlar ve erkekler eşit, daha çok kabile yapısı hâkim, karar alma biçimi tamamen ortaklaşa. Ve 1919 döneminde, ünlü hayal kırıklıklarıyla dolu süreçte bir Kürdistan devletine sahip olacaklarını düşünmüşlerdi, ama diğerleri gibi bu da Sykes-Picot, San Remo Anlaşması ve sonrasında gizli anlaşmalarla onlardan alındı.
Dolayısıyla haklı olarak büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Ve 40.000 kişinin öldüğü bir savaş – PKK ile Türkiye arasında – bu bir kâbus. Şimdi tekrar dönüp bakınca, Öcalan’ın sürgünden dönmesi, PKK’nın cömert bir açıklama yaparak “Tamam, ilk adımı biz atıyoruz. Bunu yapacağız ve dahil olmak istiyoruz. Kendi kültürümüzü, kendi dilimizi yaşatmak istiyoruz. Ama eğitim sistemine, hukuk sistemine, fırsatlara da dahil edilmek istiyoruz.” demesi önemli bir gelişme.
SDF biraz daha farklı. Ayrı bir yapı olarak ortaya çıktılar, kendi karar alma mekanizmaları var ve ABD’nin DEAŞ karşıtı operasyonlarında (OIR) askeri desteği altına girdiler. Onlara büyük bir minnet borcumuz var. Çok güçlü savaşçılardı. DEAŞ’la mücadelede bize, hepimize yardımcı oldular. Onlar da bir gelecek ve bir yaşam hakkını hak ediyorlar. Ama karar vermeleri gereken konu şu: Onlar Suriyeli mi? Türk mü? Önce Kürt mü? Bu önemli bir mesele.
Ama bu mesele bizim meselemiz değil. Ne isterlerse karar verebilirler. Onları bir şeye zorlamıyoruz. Biz sadece bir zemin, bir yol sunuyoruz ve diyoruz ki: Açık bir yolunuz var ama hepiniz entegrasyon konusunda karar vermek zorundasınız. Çünkü bir ülke olacak, altı farklı ülke olmayacak.
Neden? Çünkü bunu söyleyen Suriye Hükûmeti. Amerika söylemiyor bunu, Rusya da söylemiyor, Çin de söylemiyor. Suriye diyor ki: Biz artık bir ulus-devletiz. HTŞ yok. Esad rejimi sona erdi. Artık biz Suriye Arap Cumhuriyeti’yiz. Bu tanınan bir ulus-devlettir. Eğer bunun bir parçası olmak istiyorsanız, işte dahil olma şartları.”
BARRACK: ERDOĞAN’IN EN KORKTUĞU ŞEY DARBELERDİIHA muhabiri Dilek Kaya'nın F-35 sorusuna cevaben deBarrack şu cevapları verdi:
“(2016- 15 Temmuz) O zaman bir darbe oldu. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en çok korktuğu şey bu darbelerdi, çünkü Türkiye’de hükümeti yıllar boyunca yöneten aslında orduydu. Yani cumhurbaşkanları gelip geçebilirdi, başbakanlar da öyle, ama her zaman dönüp dolaşıp iş orduya kalıyordu.
2016’daki darbe herkesi dehşete düşürdü.
O zaman Erdoğan Patriot füzeleri almak istedi. Şimdi, bunun ne kadarı kesin bilgi ne kadarı yorum, onu bilemem – ben sana bu hikâyenin nasıl başladığına dair yorumu anlatıyorum. Ve o dönemde Kongre Erdoğan’a Patriot füzeleri satmak istemedi. O ise bu füzeleri iç tehditlere karşı, özellikle darbelere karşı koruma amaçlı istiyordu.
Bunun üzerine Rusya’dan S-400 adlı bir savunma sistemi aldılar. S-400, NATO müttefiki bir ülkenin Ruslardan aldığı oldukça sofistike bir radar ve savunma sistemidir. Kafa karıştırıcı, değil mi? Kongre de buna karşı çıktı: “Hayır, bunu yapamazsınız,” dedi.
Bu arada, o dönemde Türkiye F-35 savaş uçaklarının gövde parçalarını da üretiyordu. F-35, çeşitli parçaların birleştirilmesiyle oluşturulan, beşinci nesil oldukça ileri bir aviyonik sisteme sahip bir uçaktır.
Kongre bu duruma çok kızdı. CAATSA kapsamında yaptırımlar ve başka bir yaptırım paketi daha uyguladı ve Türkiye’nin savunma sanayi kurumuna “Size F-35 satmıyoruz, F-16 ve F-16 modernizasyonlarını da durduruyoruz” dediler.
Ama yaptırımların etkisi şu oldu: Türkiye – akıllı ve çalışkan bir topluluğa sahip olması sayesinde – kendi insansız hava araçlarını ve jetlerini üretmeye başladı.
F-35’ler, çok sofistike bir tespit sistemine ve çok daha uzun menzile sahip oldukları için, F-16’lardan farklı olarak CAATSA’dan ayrı bir şekilde ele alınması ve Kongre tarafından tamamen incelenip onaylanması gereken bir konu. Bu nedenle, bu konudaki görüşmeler diğer tüm görüşmelerle eş zamanlı olarak devam ediyor.
Yani elinizde F-35 konusu var, F-16 var, F-16 modernizasyonları var, S-400 meselesi var, Patriot füzeleri var ve tüm bunlar, Türkiye ekonomisinin zor durumda olduğu ve tüm bu unsurlarla desteklenmeye ihtiyaç duyduğu bir dönemde yaşanıyor. Ama tüm bunlar gerçek zamanlı olarak gelişiyor. Türkiye son derece iş birliği içinde davranıyor.
Ukrayna ve Rusya konularında bize gerçekten çok yardımcı oldular. Hatta Hamas’la diyalog kurulması noktasında da bize yardımcı oldular, ki bu konuda – tıpkı Katarlılar gibi – eleştiriliyorlar. Katar’dan Şeyh Muhammed Abdulrahman bu konuda olağanüstüydü, Türkiye’den Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da öyle. Aksi halde bizim hiç diyaloğumuz olmazdı.”
BARRACK: 2 MİLYON YAHUDİYE KARŞI 2 MİLYAR MÜSLÜMANBüyükelçi Barrack, Türkiye'nin coğrafi konumunun önemini vurgulayarak Türkiye, Asya ile Avrupa arasında bir köprü; Karadeniz, Ege, Akdeniz gibi stratejik deniz yollarına ve Boğazlar gibi kritik geçitlere sahip olması nedeniyle günümüzün ticaret ve güvenlik dinamikleri açısından da kilit bir ülke olduğunu belirtti.
“Türkiye dünyanın merkezinde. Ve bu arada, herkesle ticaret yapıyor, alışveriş içinde. Burası, Doğu’nun Batı’yla buluştuğu yer – Boğazlar ve Çanakkale ile; Karadeniz, Ege Denizi, Akdeniz, Baharat Yolu – hepsi buradan geçiyor. Yani Osmanlı İmparatorluğu’nu bir kenara bırakın.
Bir adım ileri gidersek, her gün Türkiye sınırından vizesiz geçen 13.000 İranlı var – evet, her gün 13.000 İranlı. Türkiye, IŞİD’e karşı bizim savaş ortağımız. Türkiye ile Ermenistan arasında hâlâ Türkiye’nin Ermenistan’a yönelik soykırım nedeniyle bıraktığı o eski algıdan kaynaklı sorunlar var, ama Azerbaycan, Türkiye ve Ermenistan o tarafta ticaret ortağı; Suriye ise bu tarafta.
Bu arada, şu anda Türkiye’de yaşayan dört buçuk milyon Suriyeli var ve bu insanlar artık hem Türkçe hem Arapça konuşuyor. Yani o sınır açıldığında – işleri kontrol altına aldığımızda – ortalık hareketlenecek.
Suriyeliler ateş gibi; ticarette en iyiler. Eğer elinizde Suriyeliler, Lübnanlılar ve İsrailliler varsa, gerisini unutun.
Körfez sermayesiyle ve bu yaratıcı zekâyla birlikte her şeyin yeniden doğuya doğru akmaya başladığını göreceksiniz.
Türkiye ile ilişki zor oldu çünkü zamanla uyguladığımız Batılı standartlar, esasen İslami bir ortamda yeniden tanımlanan bir Baharat Yolu sürecine pek uymuyor. Ama burada bir cumhuriyet olan İslami bir yapı var, diğer yanda ise Körfez’de monarşiyle yönetilen İslami yapılar var.”
Barrack, bölgedeki Müslüman ve Yahudi nüfus açısından sayısal bir karşılaştırma yaparak küresel jeopolitik stratejilerin altındaki ideolojik ve nüfuz mücadelesine işaret etti. Büyükelçi "kim gerçekten küresel söylemi şekillendiriyor?" sorusunu kışkırtıcı bir şekilde ortaya attı.
Barrack, Amerikan askeri-sanayi kompleksini ve yeni muhafazakârları (neoconlar) işaretle askeri harcamaların devasa boyutuna dikkat çekerek “bu harcamaların sona ermesini gerçekten isteyen var mı?" diye sordu. Barrack savaşların sürmesinden ekonomik çıkar sağlayan çevrelere dikkati çekti:
"Peki 2 milyar Müslümanın kalbi ve aklı için verilen bu mücadelede, 2 milyon Yahudiye karşı kim kazanır?
Hepimizin sorması gereken soru bu. Nihai hedef nedir? Her şey nasıl sona erecek? Gerçekten sona ermesini isteyen var mı? Yeni muhafazakârlar (neoconlar) sona ermesini istiyor mu?
Yılda üç buçuk trilyon dolar askeri harcama yapıyoruz. Bu küçük bir iş mi? Bu işin içinde kimler var? Hangi iş çıkarları devrede? Kimler sistemi bozuyor?”


