Amerika ticaret savaşlarından istediğini alabilir mi? Kadir Üstün
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Amerika’nın küresel serbest ticaret rejiminden şikâyet etmeye başlaması çok da yeni bir gelişme sayılmaz aslında. Özellikle Çin’in para birimi manipülasyonu ve dış yatırımcılara Çinli ortak şartı koşma gibi pratikleri Washington’ın 2000’lerden beri eleştirdiği konular olmuştu. Amerikan tüketicisinin dünyanın en kaliteli ve ucuz malları satın almasını sağlayan Çin’deki dev üretim altyapısı ise Trump’ın 2016 başkanlık kampanyasına kadar pek gündeme gelmemişti. Amerika’da kapanan fabrikaların yarattığı işsizlik ortamı ve belki de daha da önemlisi ortaya çıkan sosyo-ekonomik problemler, Trump’ın söyleminin karşılık bulmasını sağlamıştı.
Çin’in ticaret pratiklerine yapılan eleştiriler, Trump’la birlikte Çin’le yapılan ticaretin kendisine odaklanmaya başladı. Trump’ın ikinci döneminde ise Kanada, Meksika ve Avrupalı müttefikleri de hedefe koyması, Amerika’nın II. Dünya Savaşı’ndan beri kurduğu ve liderliğini yaptığı uluslararası serbest ticaret rejimine karşı derin bir şüphe ve güvensizliğin göstergesi oldu. Trump’ın gümrük tarifeleri silahını kullanarak yürüttüğü ticaret savaşlarında muhataplarını kötünün iyisi oranlara ikna etmesi mümkün olsa da bunun Amerika’nın çıkarına olup olmadığı konusunda ciddi soru işaretleri var.
AMERİKA’NIN KURDUĞU DÜZEN
II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’yı ve Asya’yı yeniden inşa etmek adına harekete geçen Washington, Marshall Planı ve Bretton Woods sistemi gibi adımlar atarak serbest ticarete dayalı liberal kapitalist sistemi küresel ekonominin normu haline getirmeye çalıştı. Bunu yaparken, Almanya ve Japonya’nın üretim devleri haline gelmesine izin veren Amerika uluslararası güvenlik ve stratejik kararları kendi üzerine aldı. 1970’lerin petrol krizleri Amerikan iş dünyasını maliyetleri düşürme arayışına iterken, 1980’ler ve 1990’lar ekonomik liberalleşmenin en yoğun yaşandığı yıllar oldu.
Reagan’ın deregülasyon ve serbest pazar politikaları, Amerikan şirketlerinin önünü açarken sendikaları zayıflattı ve komünist Rusya’yı da kazanamayacağı bir silahlanma yarışına sürükledi. 1994’te NAFTA üzerinden kuzey Amerika’da serbest ticaret kuralları Amerika’nın komşularına doğru genişlerken 2001’de Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne kabul edilmesi dünya ekonomisinin globalleşmesini hızlandıran gelişmeler oldu.
İnternet devrimi, konteyner sevkiyatlarının kolaylaşması, büyük şirketler üzerindeki maliyetlerin azaltılması ve kar artırma baskıları, serbest ticaret bölgelerinin artması, Çin, Hindistan ve güneydoğu Asya’da ucuz üretim imkanları Amerikan şirketlerini küresel tedarik zincirleri tesis etmeye yöneltti. Federal devletin özel şirketlerin önünü açmak için teşvik ve vergi indirimleri sağlaması da Amerika’nın endüstri altyapısının çözülerek hizmet sektörüne yönelmesini hızlandırdı.
Amerika’nın ekonomik gücü hiç olmadığı kadar büyürken bir yandan içerde işsiz kalan geniş kitleler ve hizmet sektörüne geçemeyen milyonlar ekonomik sistemin dışına itiliyordu. 2008 finansal krizinde evlerini ve birikimlerini kaybeden milyonlarca insan mevcut sisteme inançlarını tamamen yitirmeye başladı. Amerika’nın kurduğu ve uzun seneler liderliğini yaptığı küresel serbest ticaret rejimi, içerde istihdam sorunlarına yol açmakla kalmayıp uyuşturucu bağımlılığı ve sosyal uyumsuzluk gibi birçok sorunu beraberinde getirerek anti-sistem hissiyatın güçlenmesine neden oldu.
GÜMRÜK TARİFELERİ ÇÖZÜM MÜ?
Trumpçı ‘Önce Amerika’ siyaseti, küreselleşmenin Amerikan halkının özellikle mavi yakalı kesimlerine verdiği zararı teşhis ve siyasetin gündemine taşıma konusunda son derece başarılı oldu. Ağır sanayi ve üretimin yoğunlaştığı ‘Pas Kuşağı’ tabir edilen eyaletlerdeki emekçilerden aldığı kritik destekle iktidara gelen Trump, verdiği sözleri tutmak adına özellikle Çin’le ticaret savaşı başlattı. Bu savaşı başlatmak için çok geç kalındığını ve Çin’in artık alt edilemeyecek bir büyüklüğe ulaştığını savunanlar, Trump’ın yöntemlerinin hem etkisiz olacağını hem de asıl Amerika’yı cezalandıracağını savundular.
Pandemi sürecinde maske bile üretemediği ve Çin’den ithal etmesi gerektiği ortaya çıkan Amerika, Çin’in geleceğin ekonomisinde liderlik yapmasından endişe ettiğini ve bunu engellemek için elinden geleni yapacağını ilan etmekten çekinmiyordu. Biden yönetimi bile Çin’e çip ihracatını engelledi ve Çin’de üretilen elektrikli arabaların ABD’ye girişini imkânsız hale getiren ek vergiler koydu. Amerika’da Çin’le ticaret alanında kapsamlı bir mücadele verilmesi gerektiği yönünde oluşan konsensüs, Amerikan siyasetçilerinin üzerinde anlaşabildiği nadir konulardan biri haline geldi.
Buna karşın Trump’ın ikinci döneminde sadece Çin’e karşı değil bütün ticari partnerlerine karşı astronomik oranlarda gümrük tarifesi açıklaması, Çin’le ticaret savaşının bütün ülkelere teşmil edildiği bir durum ortaya çıkardı. Çin’le mücadele için yanına çekmesi gereken Kanada, Meksika, AB, Japonya ve Kore gibi müttefiklerine ek gümrük tarifesi açıklayan Trump uluslararası ticaret sistemini sarsarak Amerika lehine ticaret anlaşmaları imzalamaya çalıştı. Bu çabasında kısmen de olsa başarılı olduğu söylenebilir ancak gümrük vergileri üzerinden Amerika içinde endüstriyel bir dönüşüm sağlamanın mümkün olup olmayacağı şüpheli.
Eskisi gibi on binlerce istihdam yaratabilen fabrikalar yerine sadece yüzlerce eğitimli çalışana ihtiyacı olan fabrikalar norm haline gelmiş durumda. Yani üretimin tekrar Amerika’ya getirilmesi bazı sektörlerde mümkün olsa bile milyonlarca yeni istihdam yaratılması çok zor görünüyor. Ekonomik korumacılık üzerinden bazı sektörlerdeki Amerikan firmaları karlı çıkabilir ve gümrük vergileri iç üretime dönmek için bir gerekçe yaratabilir. Ancak günümüz ekonomisinde birçok materyalin dünyanın farklı yerlerinden getirilmek zorunda olması, Amerika içinde yeniden bir endüstrileşme dönemi başlatmak için kapsamlı bir planlamaya ve zamana ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
Amerika’nın 2. Dünya Savaşı’ndan beri desteklediği ve sistemdeki merkezi konumu sayesinde kazançlı çıktığı küresel liberal serbest ticaret rejimine karşı tavır aldığı bir dönemden geçiyoruz. 1990’lar ve 2000’lerdeki istihdam kaybının temellerini attığı, 2008 finansal krizinin tetiklediği ve 2020 pandemisinin de bariz biçimde ortaya koyduğu ekonomik dışlanmışlık hissiyatı milyonlarca seçmenin Trump’ın ekonomik popülizmine teveccüh etmesini sağladı. Bu kitlelerin sorunlarını çözmek adına uygulanan gümrük tarifesi politikaları ise içerde geniş bir endüstrileşme programıyla el ele gitmediği için kesin bir çözüm olacak gibi görünmüyor.


