Batı ve İsrail’in İran’da devrim tahayyülü Turgay Yerlikaya
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Son dönemlerde farklı boyutlarıyla tartıştığımız İsrail yayılmacılığı olgusu, bugün İran üzerinden kendisini göstermektedir. Peki uzunca bir süredir Batı ve İsrail’in radarında olan İran’a bir devrim ihracı mümkün mü? Ya da Batı ve İsrail, İran’da bir demokratik devrimi samimi olarak talep ediyorlar mı?
İsrail siyasetçi ve elitlerinin, İran saldırıları sonrasında, İran halkına seslenen açıklamaları dikkate alındığında, bu konuda bir beklenti olduğu açıkça görülmektedir. Peki İran’da mevcut rejim pratiği içerisinde herhangi bir toplumsal hareket bir devrime yol açabilir mi?
7 Ekim sonrasında Gazze’deki soykırımı, barbarlık ve medeniyet arasındaki mücadele olarak çerçevelendiren Netanyahu, İran’a yapılan saldırılar sonrası da benzer mesajlar verdi. Örneğin: İsrail’in BM temsilcisi Danny Danon, BM’de yaptığı açıklamada İran halkına seslenerek “Bizim savaşımız İran halkına karşı değil bilakis onlara baskı yapan rejime karşı. İran halkı bizim düşmanımız değil” demiştir.
Konuşmanın bir bölümünü Farsça yapan Danon’un halk ile rejim arasında kurmaya çalıştığı zıtlık, geniş kitlelerde bir karşılık bulur mu? Eğer karşılık bulur ise İran’da bir tür demokratik geçiş söz konusu olabilir mi?
DÜN VE BUGÜN
Pehlevi hanedanlığı ile iyi ilişkilere sahip olan Batı ve İsrail’in en etkili ortaklarından biri hiç kuşkusuz İran’dı. Arap-İsrail savaşı sürecinde İsrail’e destek veren İran’ın, Musaddık’ın kısa süreli iktidar pratiği paranteze alındığında, 1979’daki İran İslam Devrimi’ne kadar İsrail ile iyi ilişkilere sahip olduğu söylenebilir.
Devrim sonrasında, Batı’daki İslamofobik eğilimleri de önemli ölçüde artıran İran, İsrail açısından en önemli tehdit haline geldi. 1990’lardan bu yana bir yandan Batı’nın önemli medya organları aracılığıyla şeytanlaştırılan İran, diğer yandan da tedrici biçimde dünyadan izole edildi. Ekonomik baskıların yanı sıra yaptırımlarla ağır biçimde paranteze alınan İran’ın Obama döneminde kısmen rahatlamış olması, proxy siyasete ağırlık vermesini de beraberinde getirdi.
YEŞİL HAREKET VE BİR DEVRİM TAHAYYÜLÜ
Devrim sonrasında devrimi inşa eden farklı toplumsal unsurların mağdur olması ve siyaset alanı dışında kalmaları, İran’da huzursuzlukları artırdı. Süreç içerisinde ambargo siyaseti ve politik baskı, rejime yönelik huzursuzlukların kitlesel protestolara evrilmesine neden oldu. Bu hareketliliklerin en önemli örneklerinden biri, 2009 yılında Ahmedinejad’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından gerçekleşmiş ve uzun süren protestolarda önemli bir toplumsal muhalefet söz konusu olmuştur.
Mir Hüseyin Musevi öncülüğünde, seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle başlayan kitlesel protestolar, ‘’İran’da bir devrim olabilir mi?’’ sorusunu gündeme getirmişti. Toplumsal hareketler literatürü açısından önemli bir örneklem olan ve Yeşil Hareket olarak tanımlanan bu uzun süreli protestoların şiddet ile bastırılması sonucunda, istenilen elde edilememiş ve söz konusu toplumsal hareket sönümlenerek ortadan kaybolmuştur. O dönem renkli devrimlerin bir devamı olarak değerlendirilen Yeşil Hareket’in neden başarılı olamadığı, bugün İran’da bir devrim mümkün mü sorusunun da cevabını büyük ölçüde vermektedir.
MAHSA AMİNİ VE YENİDEN DEVRİM
Yakın dönemde rejim açısından çanların çalması olarak yorumlanan bir diğer kitlesel muhalefet örneği de Mahsa Amini protestolarıdır. Amini, rejimin örtünme konusundaki kararına yönelik bir itiraz ortaya koymuş ve sonrasında gözaltına alınarak öldürülmüştür. Aylarca süren protestolar esnasında rejime yönelik muhalefet derin bir dalgaya dönüşmüş ve İran’da bir devrim mi oluyor sorusu tekrar gündeme gelmişti. Fakat bu protestolar da tıpkı 2009’da olduğu gibi şiddetli biçimde bastırılmış ve rejim kendisini korumuştur.
Her kitlesel protesto dalgasında İran’da bir devrim olacak kanısına kapılmak çok da gerçekçi değil. Nitekim rejim, zamanla kendisini her alanda teçhiz ve tahkim etmiş ve kendisine yönelik her türlü tehdidi bertaraf etmiştir. Bugün
İsrail yayılmacılığının İran halkında rejime yönelik bir öfke yaratacağı ve kitlelerin sokaklara döküleceği beklentisi çok da rasyonel değil. Aksine bu tür durumlarda, bir tür korumacı milliyetçilik olgusu karşımıza çıkmakta ve kitlelerin Batı ve İsrail tehdidine karşı konsolide olmaları çok daha makul bir senaryo haline gelmektedir.
BATI VE İSRAİL’İN DEMOKRASİ İHRACI
Diğer yandan Batı ve İsrail’in İran’da halkın taleplerini dikkate alan bir demokratik geçişe samimi olarak destek vermeleri de çok gerçekçi değil. Nitekim yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, ABD ve İsrail, çıkarları söz konusu olduğunda Pehlevi İran’ında nelere göz yumdukları ortada. Aynı aktörlerin uzunca bir süredir, Arap Baharı’nı ortaya çıkaran toplumsal hareketliliklere kulak tıkadıkları ve on yıllarca iktidarlarını sürdüren otokratlara karşı tutumları da ortada.
Bir soru ile yazıyı bitirmekte fayda var.
İran ve Körfez monarşileri arasında nasıl bir fark var ki İsrail ve Batı, bu ülkeler ile İran arasında kategorik bir ayrım yapıyor?
Yoksa kendileri açısından tehdit olan şey bir rejimden ziyade yayılmacı siyaset önündeki engeller midir? Son olarak İran’da PJAK’nın açıklamaları ile ABD’de sürgünde olan Rıza Pehlevi’nin açıklamaları dikkate alındığında, Batı ve İsrail’in İran’da rejim değişikliği için ciddi bir çaba içerisine girdikleri görülmektedir.


