‘Bir deniz gibi hayat, yüzeceksin içinde...’
Hurriyet sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Kırmızı Kedi Yayınevi’nin Tünel’deki binasındayım, Canan Gerede’yi bekliyorum söyleşi için. Çok geçmeden sesler duyuyorum; Canan Gerede dağılmış saçlarını düzelterek içeriye giriyor, yanında torunu Daren (Gerede Erkaya) var. Konuşmalardan anlıyorum: motosikletle gelmişler! 82 yaşında, evet yılların izini görmek mümkün bedeninde. Ama mavi gözlerine uğramamış geçen zaman, enerji fışkırıyor onlardan.
Canan Gerede yakın zamanda ‘Devrim Çiçeği’ adlı bir anı kitabı yayımladı. “Hayatımın sadece 3’te 1’i” diyor yazdıkları için. Kesinlikle standart ölçülere göre ‘tuhaf’, çılgın diye tarif edilebilecek sıradışı bir hayat onunki... Kimler yok ki... Yaşar Kemal’den Elia Kazan’a, Yılmaz Güney’den Kofi Annan’a, İdil Biret’ten Ahmet Ertegün’e, Ömer Kavur’dan Abidin Dino’ya kadar sayısız isimle bezenmiş, Andy Warhol, Bob Dylan gibi isimlere değmiş bir hayat.
Tutkulu bir aşk
Diplomat Cemil Vafi ve piyes çevirmeni Reşiha Akman Vafi’nin kızı Canan Gerede. New York’ta dünyaya gelmiş; Tayvan, Arjantin, Venezuela, Atina, Paris, Londra ve daha birçok ülke, şehir... Dünya, evi olmuş Gerede’nin, önemli insanlarla arkadaşlıklar, büyük aşklar yaşamış. 1968 yılında Atatürk’ün silah arkadaşı diplomat Hüsrev Gerede’nin oğlu Dr. Selçuk Gerede’yle yolları kesişince evlenmişler. Tutkulu bir aşk, zor bir evlilik olmuş onlarınki; evleri ayırsalar da
boşanmamışlar, ilişkileri Selçuk Bey hayatını kaybedene kadar sürmüş. Öyle ki Selçuk Bey’in cenazesini yıkayanlardan biri Canan Hanım. Bu evlilikten iki kızı olmuş; fotoğraf sanatçısı Bennu Gerede ve oyuncu Shiva Gerede. Gerçekten sıradışı bir kadın, masal gibi bir hayat... Yılmaz Güney’i Türkiye’den kaçırmak için plan yapan da o, ilk Altın Portakal alan kadın yönetmen de. Ruh çağıran, bir kargayla arkadaş olan da...
◊ Bu nasıl bir hayat Canan Hanım! 5-10 kişiye yetecek kadar olay var hayatınızda. Geride bıraktığınız hayattan memnun musunuz?
Yani ben çok memnunum.
Bir kere her gün anneme, babama teşekkür ederim bu hayatı verdikleri için. Çok iyi anne-babaydılar.
◊ İçinizde ukde kalan bir şey var mı?
Oldu tabii... Mesela Paris’te
satılık bir stüdyo vardı. Cebimde 25 bin dolar, senaryodan gelen para var. Tuvalet, duş yaptırmak lazım. Böyle her yer cam, 30-40 metrekare bir yer. Ve çocukluktan beri hayalim Paris’te bir kat. Döndüm dolaştım, “Ben iki kızımla buraya sığamam” dedim. En çok üzüldüğüm şeylerden biridir.
Bir de hastalandığım için yarıda kalan filmim var. Bunlar üzdü beni. Her şeye rağmen yaşadım. Çok zor anlarım oldu, tamamıyla koptuğum, parasız kaldığım...
‘Bende farklı bir ruh var’
◊ Kitabınıza ‘Güzel Nejla’yla (Nejla Ögel) yani anneannenizle başlamışsınız. Çok güzel ve çok cesur bir kadın...
Çok cesurdu, çok. Büyükbabam onu asker kökenli Bektaşi dedesi Ali Naki Akman’la evlendirmiş. Annemi (Reşiha) 15 yaşında doğuruyor. 18 yaşına geldiğinde annemi ve eşi Naki Bey’i terk ederek Harvard mezunu, Suriyeli genç bir işadamıyla evleniyor. Toprakları olan bir adam, o adamı çok seviyordu. Suriye’de gözleri önünde öldürüldü. Ona kaldı mirası. Sonra Türkiye’ye döndü. Okumamış bir kadın ama bütün politikacılar, yazar-çizerler, herkes onun evine gelirdi. Okuma-yazma bile bilmiyormuş. Ufak tefek öğrendi. Sonra Fransızcayı, Rumcayı öğrendi.
◊ Sonra da kendisinden 13 yaş küçük Mim Kemal Öke’nin oğlu Melih Öke ile bir evliliği oluyor...
Arada bir evlilik daha var. O adam intihar etti. Müteahhitti. Çünkü Melih’le yakaladı Nejla’yı...
◊ Sizin ailenin kadınları çok çılgın galiba...
Annem çılgın değildi. Ben anneme hiç benzemem karakter olarak, anneanneme benzerim. Tabii annemin hayatı da kolay değil, çocuklukta terk edilmiş, üvey anneyle büyüyor. Büyükbabam, annemi anneanneme göstermezmiş. Sonra büyükbabam parasız kalınca anneannem alıyor annemi ve en güzel okullarda okutuyor.
◊ Farklı kültürlerden beslenmişsiniz, yaşadığınız hayatı buna mı borçlusunuz?
Bende farklı bir ruh var, yani hiç şeye sığmayan... Annem-babam beni çocukken davetlere götürürlerdi, sefaretlerde falan. Değişik, okuyan-yazan insanlar, politikacılar, çizerlerin içinde büyüdüm. Çocuksun; alıyorsun, süzüyorsun, sonra kendi hayatını yaşıyorsun.
◊ Entelektüel olarak çok zengin bir ortam ama sanki ekonomik olarak öyle değil...
Değil. Yani tabii ki şükredeceğiz, standart bir hayatın üstünde bir hayat. Lüks yaşıyorsun, arabalar falan... 16 yaşımda Thunderbird vardı altımda. Yani bizim yaşadığımız hayatın gerçek olmadığını gayet iyi biliyordum. Nitekim, Selçuk Gerede’yle evlendiğim zaman birikmiş bir param vardı sinemadan yaptığım. Onun 5 kuruş parası yoktu. Çünkü Selçuk, doktor olarak baktığı insanlardan katiyen para almazdı. Çok insan geliyordu Selçuk’a, Koçlar bile... Bir tek New York’ta Birleşmiş Milletler için çalışırken para aldı.
‘Etrafta konuşulanlar hiç umrumda olmaz’
◊ Sinemacı olarak kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Aynı zamanda Altın Portakal alan ilk kadın yönetmensiniz...
Biliyor musunuz, bunu yeni öğrendim? Bunlar, Antalya bana taktı herhalde. Bir daha beni çağırmadılar. Ayıp yapıyorlar. Güzel filmdir o ‘Aşk Ölümden Soğuktur’, Bergen’in hikâyesi. Üç tane uzun metraj filmim var. Belgeseller var.
◊ Son olarak ne söylersiniz?
Yaşamak lazım. Etrafta konuşanlar hiç umurumda olmaz. Bana ne! Her şeye rağmen hayat çok güzel. Ve sonuna kadar bunu yaşamak lazım. Kendini açacaksın ve kendini atacaksın; bir deniz gibi hayat, yüzeceksin içinde...
‘Çocukken her şey daha yavaş ve uzun...’
◊ Hayatınız çok yoğun ve iki de çocuğunuz var. Annelik nasıl yaşandı sizin tarafınızdan?
Valla onlara sorarsan, ben hiçbir zaman yoktum. Tamam, bazen üç ay yoktum, bazen
iki hafta... Bir de hem Selçuk’u idare edeceğim bir evliliğim var, yani bu evliliği kurtarma alanı. Bennu çok etkilenmiyordu, en çok Shiva etkileniyordu. Her gidişimde sarılıp çok ağlıyordu. Bennu daha kavgacı ve yırtıcıdır. Ama şöyle analiz ettim: Çocukken zaman kavramı farklı. Her şey daha yavaş, daha uzun... Belki bu yüzden ‘Hiçbir zaman yoktun’ diyorlar. Çok komik ama artık itiraz falan etmiyorum çünkü doğruları ben biliyorum.
‘YAŞAMAYI SEÇTİM, RUH ÂLEMİNİ SEÇMEDİM’
◊ Çocukluğunuzdan beri ruh çağırmaya meraklıymışsınız, hâlâ çağırıyor musunuz?
Ender. Torunum Daren’le yaparız bazen. Tek başıma hiç denemedim ruh çağırmayı, gücüm yetmez. En çok Daren almıştır benden böyle şeyleri. Ben yaşamayı seçtim, ruh âlemini seçmedim. Ama tabii ki o içimde olduğu için bazen bazı şeyler oluyor. Kendiliğinden geliyor.
◊ Kargalarla da tuhaf bir ilişkiniz varmış...
Evet, çok seviyorum. Sedef Adası’nda bir kargayla arkadaş oldum. Bahçeyi suluyordum, geldi suyla oynadı. Adını Duş koydum, hâlâ gelir. Kargalar uzun yaşar. Karga hiçbir şeyi unutmaz. Ne iyiliği, ne kötülüğü...
‘Aldatılmak bana büyük bir şok oldu’
◊ Selçuk Bey evliyken sizi aldatıyor...
Bana korkunç bir şok oldu. Beklemiyordum, birbirimizi gerçekten çok seviyorduk. Büyük bir aşk evliliğiydi. Ben her şeye razıydım, parasızlığa... Hatta derdim ki; “Allah bana Selçuk’un ölümünü göstermesin.”
◊ Ne kadar evli kaldınız?
Biz boşanmadık. 16 sene New York’ta beraberdik. Sonra BM’den emekli oldu, İstanbul’a döndük. Annemin bir küçük dairesi vardı Nişantaşı’nda, ben oraya yerleştim. Selçuk da annesinden kalan eve taşındı. Ama her gün beraberdik. Evleniyorsun ne oluyor da, boşanacaksın ne olacak? İki çocuk var ortada.
◊ Eşiniz çok etkileyici bir adam, siz onu kıskanır mıydınız?
Bana kalırsa her ilişki zor ama Selçuk Gerede’yle çok zordu. 8 dil bilirdi, okumadığı kitap yoktu. Bana ayrı bir üniversite oldu, benden 17 yaş büyüktü. Hayatımda bu kadar etkileyici bir adam görmedim. Yani tırnağının ucuna kadar güzel bir adam. Kıskanmamayı öğrendim. Çünkü adam haklıydı aslında. Bir tek hayatımız var. Yaşamadan mı geçireceksin o hayatı? Bana o serbestliği verdi, arkamda durdu. Kaç tane adam gönderir seni, Paris’lere, Londra’lara evde iki çocuk varken! Bana mesleğimi yapmam için son derece destek oldu. Selçuk çapkınlıklarıyla ilgili bana dedi ki: “Ne üzülüyorsun bir kadınla seviştim diye, sinemaya gidiyormuşum diye bak.” Bir gecelik macera yaşamazdı, ilişki yaşıyordu. O orada yeni bir hikâye seyrediyor, yaşıyor... Ben yaşadım her isteğimi.
◊ Tepki görmekten korkmadınız mı?
Hiç umurumda değil, bana ne derlerse desinler Allah aşkına. Şu ölümlü dünyada neyi saklayacaksın, neyi gizleyeceksin? Bir hayatımız var sadece, bir! Keşke daha genç olsaydım ve yapay zekâyı öğrenseydim. Neler yapardım! Öğrenilecek o kadar çok şey var ki dünyada... Ben hayattan bahsediyorum, sadece çocuğunun annesi mi olacaksın?
◊ Çok içiyormuş Selçuk Bey...
İçkiden nefret ediyorum. O içki olmasaydı, bambaşka olacaktı her şey. Çalışırken içmiyordu tabii. Ama eve gelince sabah 3.00’e kadar içiyordu. Şarap, viski, votka, ne varsa... Travmatik bir çocukluk geçirmiş. Ağabeyini kaybetmişti. Ağabeyi Faruk, İsviçre’de hukuk okuyor, geliyor, askere alıyorlar. Eğitim esnasında bir er elinde bombayla kalakalıyor, çok korkuyor. Faruk çocuğu kurtarmak için elinden alıyor bombayı ve onun elinde patlıyor. Bir parçası beynine saplanıyor. Selçuk’a bunu söylemiyorlar, üç gün yaşıyor bu halde. Kimse cesaret edememiş ameliyat etmeye, çünkü Hüsrev Gerede’nin oğlu ölürse ne yapacağız diye düşünmüşler. Selçuk hep “Kör kalırdı ama kurtulabilirdi” derdi. O da tıp okuyor o esnada. O zaman başlamış içkiye.
◊ Selçuk Bey mutsuz biri miydi?
İçkiden dolayı kendisini kontrol edemiyordu, zor zamanlar yaşadım evliliğimde. Zaten bir yerde o çaresizlik itti beni kariyerime. Kötü bir adam değildi, sadece dünyada yerini bulamamıştı. Aslında orkestra şefi olmak istiyordu. Çello çalardı. Sabahın 8.00’inde radyo açılır, gece sabaha karşı kapanırdı.
‘Şefkati de şiddeti de çoktu Yılmaz’ın’
◊ Yılmaz Güney meselesine gelelim... Korkmadınız mı onu kaçırırken?
Çok sıkıldım bu Yılmaz Güney meselesinden (gülüyor). Korkmadım. Korksam yapabilir miyim sizce?
◊ Peki, yasal bir problem yaşadınız mı?
Hayır, çok dikkatliydim. Kimse bir şey ispat edemedi. Ya bende zaten korku denen şey bebekliğimden beri yok.
◊ Sevmiyorsunuz konuşmayı ama Yılmaz Güney nasıl bir insandı sizin gözünüzde?
Atıf Yılmaz’ın anlattığı bir şey var: Yılmaz’ın en büyük aşkı Nebahat Çehre’dir. Boşanacaklar bunlar, Nebahat biniyor trene, Ankara’ya gidecek. Yarı yolda, Yılmaz arabayla trenin önüne geçiyor. Trende Nebahat’i bulup, “Sen benden ayrılamazsın” deyip indiriyor. Böyle bir adamdı, çılgın. Şefkatli tarafı da şiddetli tarafı da çoktu.


