Bir Soykırım dedin davası daha: Gazeteci Tuğçe Yılmaz TCK 301 den yargılanıyor Agos
Agos sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Gazeteci Tuğçe Yılmaz’ın Kadıköy’de GBT kontrolü sırasında gözaltına alındı ve Ermeni Soykırımı hakkında iki gençle yaptığı röportaj nedeniyle TCK 301’den hakkında dava açıldığı ortaya çıktı. İfadesinden sonra serbest bırakılan Yılmaz ve avukatı Deniz Yazgan süreci Agos’a anlattı. Yazgan TCK 301’in yeniden gündeme gelmesinden endişe duyduğunu belirtirken Yılmaz ise “Ben gazeteciyim. Haberimde de tarihsel bir olayı, Ermeni halkının acısını ve yasını, bugünkü gençlerin hafızasıyla birleştirmeye çalıştım” dedi.
bianet editörü Tuğçe Yılmaz, 3 Haziran Salı günü, akşam saatlerinde Kadıköy İskelesi’nde Genel Bilgi Taraması (GBT) sırasında polis tarafından ifadesi alınmak üzere Kadıköy İskele Polis Karakolu’na götürüldü.
Gazeteci Yılmaz hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi kapsamında işlem yapılacağı öğrenildi. Ancak dosya içeriğini Yılmaz’ın avukatının görmesine izin verilmedi. Geceyi karakolda geçiren Yılmaz, ertesi gün öğlen saatlerinde çıktığı adliyede, gözaltı gerekçesinin 24 Nisan 2024 tarihinde iki Ermeni gençle Ermeni Soykırımı ve Türkiye'de Ermeni olmak hakkında yaptığı söyleşi olduğunu öğrendi.
Ayrıca Yılmaz’a 24 Nisan 2024 tarihinde bianet’te yayımlanan "Türkiyeli Ermeni gençler anlatıyor: 109 yıldır süren yas" başlıklı haberi nedeniyle 18 Mart’ta soruşturma açıldığı, dosyanın da iki gün önce mahkemeye gönderilerek davaya dönüştüğü öğrenildi. Yılmaz'a dava ile ilgili öncesinde herhangi bir bildirim yapılmadı. CİMER üzerinden yapılan şikayette “bianet isimli internet sitesinde 1915 olayları için (soykırım) tabiri kullanılarak halk kin ve düşmanlığa teşfik ediliyor ayrıca aynı haber sitesinde terör seviciliği ve terör propagandası yapılıyor” ifadeleri kullanılmış.
4 Haziran günü öğlen saatlerinde soruşturma savcısına ifade veren Yılmaz, “Haberimin TCK’nin 301. maddesi ile hiçbir bağlantısı yoktur. Mesleğimin gerekleri vardır ve mesleki haklarım Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Haberi de bu kapsamda yaptım. İçeriğinde sadece röportaj yaptığım kişilerin beyanlarına yer verdim. Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti devletini aşağılamak gibi bir kastım yoktur. Suçlamaları kabul etmiyorum.”
Tuğçe Yılmaz, Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde savcılık ifadesinin ardından serbest bırakıldı. Yılmaz, 3 Haziran Salı akşamı kimlik kontrolü ve ardından yaşadığı gözaltı sürecini şu sözlerle anlattı:
“3 Haziran Salı akşamı saat 20.30 civarında Kadıköy’de yürürken polisler kimlik kontrolü gerekçesiyle durdurdu. Şaşırdım, çünkü en son ne zaman kimlik kontrolüne girdiğimi hatırlamıyorum bile. GBT sorgusunun ardından ‘Hakkınızda yakalama kararı var, bizimle karakola gelmeniz gerekiyor' dediler. Daha sonra öğrendim ki yüz tanıma sistemiyle tespit edilmişim. Bir gün önce zaten başka bir dosya nedeniyle imza verdiğim Kadıköy İskele Karakolu’na götürüldüm. Adli kontrolüm nedeniyle oradaki polisler de beni tanıyordu; ancak savcının talimatı doğrultusunda geceyi gözaltında geçirdim.”
Sabah saatlerinde önce Kartal’daki Anadolu Adliyesi’ne, ardından İstanbul Çağlayan Adliyesi’ne götürüldüğünü söyleyen Yılmaz, gözaltı sürecinde polislerden “çok büyük bir suç işlediğini” duyduğunu söyledi. Yılmaz ayrıca şikayetin CİMER üzerinden yapıldığını, yakalama kararının 2 Haziran 2025’te çıkarılmış olduğunu ancak kendisine bildirilmediğini dile getirdi.
Yılmaz, gözaltı ve ifade sürecinin yalnızca kendi mesleki faaliyetlerine değil, tüm gazetecilere dönük sistematik bir baskının parçası olduğunu ifade ederek şunları söyledi:
“Bu süreçler, gazetecileri susturmanın bir parçası elbette ve yargısal bir taciz. Bir haberimizin ‘karşılığı’ bazen bir gece, bazen üç gece gözaltında tutulmak; bazen de tutuklanmak. Yeni anayasa tartışmalarının gündemde olduğu bir dönemde, düşünce ve ifade özgürlüğüyle açıkça çelişen, geçmişte kalbimize derin bir acı bırakılmasına neden olan 301. maddenin hâlâ yürürlükte olması başlı başına antidemokratik bir tutum.
Ben gazeteciyim. Haberimde de tarihsel bir olayı, Ermeni halkının acısını ve yasını, bugünkü gençlerin hafızasıyla birleştirmeye çalıştım. Mesleğim ve dünya görüşüm gereği kimseyi aşağılamadım ama yine mesleğim ve dünya görüşüm gereği de şeyleri adıyla çağırmaktan imtina etmedim. Kendi adıma ve meslektaşlarım adına vurgulamak istediğim ise şu: Kimse gazetecilerin keyfi bir şekilde gözaltına alınmasına alışmasın. Çünkü bu sopa bizler için büyük bir baskı aracı ve bir eziyet.”
Tuğçe Yılmaz’ın gözaltı sürecini Agos’a anlatan Avukat Deniz Yazgan sürecin hem usule hem de insan haklarına aykırı olduğunu belirtti. Yazgan, "Yakalama nedeni somut olarak gösterilmediği ve dosyayı inceleme olanağı sağlanmadığından, hem yakalamaya itiraz hakkı tırpanlandı hem de lehe delil toplama ve gözaltındayken savunma hazırlanmasına fırsat verilmedi” dedi.
Müvekkilinin hangi adliyede işlem gördüğünü, dosyanın künyesini dahi öğrenemediklerini ifade eden Yazgan, “CMK md. 100/4’e göre iki yılı geçmeyen hapis cezalık suçlarda tutuklama yasağı olduğu açıktır” dedi. Aynı maddeye atıfla, “CMK md. 100/4’e göre iki yılı geçmeyen hapis cezalık suçlarda tutuklama yasağı var” ifadelerini kullanan Yazgan “Tutuklama yasak ise, kişinin yeri yurdu belli ise, neden gözaltı kararı verilir? İmza verdiği karakolda tüm bilgileri de varken, usulüne uygun tebligat yapılmamışken, müvekkilim, bir gün önce imza verdiği karakolda bir gece geçirmemeliydi” dedi.
Avukat Yazgan, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinin gerekçe olarak gösterilmesi hakkında da konuştu: “Savcının iddianame düzenledikten sonra dosyadan el çekmesi gerekirken, iddianame düzenledikten sonra ifade aldığına tanıklık ettik. Suçun oluştuğuna dair kanısını müvekkilin ifadesini dahi almadan edinilmesi ayrı bir usuli sorun, ara evrede savcının tekrar dosyaya el atması ayrı bir sorun. Yalnızca bir avukat olarak değil, bir insan hakları savunucusu olarak da kaygıyla TCK 301’in yeniden gündeme gelişini takip ediyoruz.”
Yazgan, AİHM kararlarının açık olduğuna dikkat çekerek şunları ifade etti: “AİHM’in açık içtihatları karşısında ‘Ermeni Soykırımı’ kavramını kullanmanın Sözleşme bağlamında yasaklanamayacağı yüzünü insan haklarına dönmüş tüm hukukçuların malumu. Akçam v. Türkiye kararı açıkken, uygulanan kuralda öngörülen unsurları hiç tartışmaksızın, bu koşulların hiçbiri mevcut olmamasına rağmen bir soruşturmanın başlatıldığı anlaşılmaktadır. AİHM kararlarıyla sabit bir ifade özgürlüğü icrasının ardından bir gazeteciye dava açılmasının doğrudan doğruya caydırıcı etki oluşturacağı ve ikincil bir ifade özgürlüğü ihlali yaratacağı da açıktır.”
Mahkemeler daha önce karar önce karar verdi: Soykırım demek suç değil
Türkiye mahkemelerinde daha önce Ermeni soykırımı tanımının suç olmadığına karar veren emsaller bulunuyor. Örneğin 2 Temmuz 2024 tarihinde, gazeteciler Haluk Kalafat ile Elif Akgül, bianet’te 2015, 2018 ve 2019’da yayımlanan altı haberden dolayı, “Türk milletini alenen aşağılama (TCK 301/1)” suçlamasıyla yargılandıkları davada beraat etmişti.
2018’de İnsan Hakları Derneği’nin 24 Nisan’da izin verilmeyen basın açıklamasında Ermeni soykırımından bahseden pankartlar taşıdıkları için derneğin üç üyesi gözaltına alındı. Savcılık kovuşturmaya yer olmadığı kararı verip ‘soykırım’ kelimesinin düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini açıkladı.
Bir başka örnek. Diyarbakır Barosu 24 Nisan 2017 tarihinde ’24 Nisan/Büyük Felaket: Ermeni Halkının Acısını Paylaşıyoruz’ ve 24 Nisan 2018 tarihinde ‘Ermeni Halkının Dinmeyen Acısını Paylaşıyoruz’ başlıkları basın açıklamaları yaptı. Açıklamalarda soykırım ifadesini kullanıldığı için dönemin baro başkanı Ahmet Özmen ve sonraki baro başkanı Nahit Eren’in de aralarında bulunduğu 10 baro yönetim kurulu üyesi hakkında dava açıldı. Savunmaların ardından mahkeme, suçun yasal unsurları oluşmadığı gerekçesiyle, tüm sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Diyarbakır Barosu’na daha önce de yaptığı Ermeni soykırımı açıklamaları nedeniyle dava açılmış, beraat kararları çıkmıştı.


