Çorum kampında zihin zemin zaman ekseninde bir anlam inşası Yusuf Kaplan
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Ağustos ayı, akademik kamplarımıza odaklandığımız hasat mevsimimiz bizim. Son derece verimli geçen Kocaeli kampımızdan sonra Çorum kampımıza geçtik. Çorumlu Obası kamp için en güzel mekânkardan biri ülkemizin. Çorum Valimiz Sayın Ali Çalgan, üniversite rektörü Ali Osman Öztürk hocamıza verdikleri güzel manevî destekten ötürü yürekten teşekkür ediyorum.
Ama kampımızı borçlu olduğumuz ve bizi çok güzel ağırlayan Çorum Belediye Başkanımız İbrahim Halil Aşgın’ın desteği, Başkan yardımcılarımız Turhan Candan ve Murat Erdem ile Semih Dumlu kardeşlerimizin özenli gayretleriyle ve güzel ev sahipliğiyle çok güzel bir kamp yaptık Çorum’da. Kendilerine yürekten teşekkür ediyorum.
MTO'dan kampımıza özeverili bir şekilde katkı veren Muharrem Kartancı, Ayşegül Yaz, Rümeysa Çetin, Zümrenur Şimşek, Rabia Karataş, Ömer Yıldız, Dilek Çiğdem kardeşlerime ruh dolu, anlatılmaz yaşanır nefis bir kamp ortamı oluşturdukları için teşekkür ediyorum.
MTO Çorum kampımızı da Azerbaycan temsilcimiz Vuqar Azizov kardeşim yazdı. Ve çok güzel yazdı yine. Zihin açıcı okumalar…
***
SANAT VE HUKUKUN UFUKLARI
Kocaeli kampımızın devamında Çorum kampındayız. Bu kamp, Kocaeli kampıyla birlikte okunduğu zaman bir anlam ifade ediyor. "Bir kamp bitti, hadi diğerine geçiyoruz" anlayışı yoktur MTO'da. Bu bir zihniyet farkıdır. Parçacı düşünce değil, bütünleyici anlam. Ayrıştırıcı değil, tamamlayıcı fikir. Kamplar, bu bakış açısının kuşatıcı akış serüveninde zirveye yükseldiği anlardır.
Bugün kamplara dair izlenimimi herkesin gördüğü görüntüler üzerinden değil, herkesin kampta hissettiği duygular üzerinden yazacağım. Çünkü kamplardaki görüntü, ait olduğu anlamın tecellisidir. Ben naçizane bu kamplarımızın kuşatıcı ruhu olan bu anlamdan yola çıkarak okuyucuları aynı manevi hakikat üzerinde buluşturmak isterim.
İlk kampımızda sanat ile hukuku konu edinmiş, güzellik ile adalet arasındaki derin bağı konuşmuştuk. Sanat bize hakikatin estetik boyutunu, hukuk ise hakikatin adaletle tecellisini göstermişti. Çorum’da ise, yolculuğumuzu başka bir ufka çevirdik: Eğitim ve tarih felsefesi. Çünkü güzelliğin korunması için bir hafıza, adaletin yaşaması içinse bir terbiye gerekir. İşte bu kez, hakikatin insan zihnindeki ve toplum hafızasındaki izlerini sürmeye koyulduk.
Kamplarımız birbirinden kopuk değildir. Tam aksine kavramsal köprülerle iç içe ve birbirine bağlıdır. Bu kampta biz, "sanat-hukuk" ile "eğitim-tarih" arasındaki bağı teorik zeminde kurmaya gayret ettik. Kavramsal geçişi şöyle okuyabiliriz:
Sanat; Hakikatin güzellik ve ifade boyutu.
Hukuk; Hakikatin adalet ve düzen boyutu.
İkisi birlikte; Değerlerin toplumda nasıl vücut bulduğunu gösterir.
Eğitim; Değerlerin aktarılma ve içselleştirilme süreci.
Tarih; Değerlerin zaman ve hafıza içindeki seyri.
Bu kavramsal geçit ise "değerlerin toplumun zihninde ve hafızasında nasıl kökleştiğini" gösterir.
Sanat ve hukuk, bir toplumun hangi değerlere yaslandığını açığa çıkarır; fakat bu değerlerin nasıl yaşatıldığını ve kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığını görebilmek için eğitim ve tarihe yönelmek gerekir. Çünkü güzellik ile adaletin yaşayabilmesi, eğitimle zihne, tarihle hafızaya kök salmasına bağlıdır. İşte bu nedenle, ikinci kampımızda sanat ve hukukun kavşağından eğitim ve tarih felsefesine adım attık.
Kamplarımızın ontolojik zeminin inşasının mihenk taşı olması makalelerin ana konularından ve ele aldığı sorulardan da bellidir. Dolayısıyla her kampın, varlığın farklı zaman dilimlerinde tezahürü olduğunu da söylersek hata etmiş olmayız. Varlık ve zaman dedik de, bu iki kamp bize bunu ontolojik olarak gösteriyor aslında. Burada nasıl bir zemin inşası var aşağıdaki kavramsal okumalardan görebiliriz:
EĞİTİM VE TARİHİN BULUŞMA NOKTALARI
Sanat ve Hukuk; Hem varlığın tecellisi hem de insanın varlıkla ilişkisini kurar. Şöyle ki sanat, varlığın estetik ve anlam boyutunu açar. Hukuk ise varlığın adalet ve düzen boyutunu kurar. Yani Varlığın güzellik ve adalet suretinde insana görünmesi.
Eğitim ve Tarih ise insanın zamanla ilişkisini kurar. Eğitim, zamanı terbiye ve inşa sürecine dönüştürür. Tarih, zamanı hafıza ve anlam sürecine dönüştürür. “Zamanın terbiye ve hafıza suretinde insanda görünmesi” diyebiliriz buna.
Sanat ve hukuk, bize varlığın nasıl tezahür ettiğini; eğitim ve tarih ise bu tezahürün zaman içinde nasıl aktarıldığını gösterir. Birincisinde varlığın suretleriyle karşılaştık, ikincisinde zamanın akışıyla yüzleşerek varlıkla bütünleşmeye yol aldık. Tarihe yolculuk köklere yolculuktur. Bu yolculuk eğitimin ruhuyla buluşunca aslında tarihe yani köklere giden yolculuk göklerle yani varlıkla buluşur ve zamanı kuşatır. Böylece yolculuğumuz, varlık ve zaman arasındaki gerilimi kavramaya doğru evrildi.
Varlık ve zaman kavramları üzerinde fikir yürütürken bu yolculuk bizi Heidegger ve Mevlana Celaleddin Rumi ile de yollarımızı kesiştirdi. Heidegger, insanı varlığın anlamını sorgulayan tek varlık olarak konumlandırır. Ona göre, varlık sorusu, zaman kavramıyla iç içedir, çünkü insan dünyada hep zamanlı bir varoluş içinde bulunur.
Mevlana’da sanat ilahi güzelliğin tezahürü, hukuk ilahi adaletin nizamı; eğitim hikmetle insanın terbiye edilmesi, tarih ise ümmet hafızasıdır. Heidegger’in varlık ve zaman ayrımı, burada hikmet ve tecrübe olarak açılır. Böylece sanat ve hukukta varlığın estetik ve adaletle görünüşüne tanıklık etmişken, eğitim ve tarihte zamanın terbiye ve hafıza ile derinleşmesine yöneldik. Varlık ve zaman, iki ayrı başlık değil, hakikatin iki ufkudur: Biri güzellik ve düzenle, diğeri hafıza ve terbiye ile insana açılır. Bizim kamp yolculuğumuz da işte bu iki ufuk arasında bir arayışa dönüşmüştür.
Dolayısıyla biz burada Heidegger ve Mevlana geçidini de yapıyoruz. Modern eğitim sistemi, bu bütüncül bakışı yakalayamaz. Çünkü Yusuf Kaplan hocanın dediği gibi epistemik köleliğe dönüşmüştür. Parçacı ve bölücü zihniyet üzerine kurulu, hep ötekini yaratan bir zihniyettir bu eğitim. Ama MTO bu zihniyeti devirmiştir ve orada tarih, kronolojik akış olmaktan çıkarak, kapsayıcı ve çığır açan bir bakışa evrilmiştir. Bunu kamplarımızın anlam ekseninde Heidegger ve Mevlana üzerinden de okuyabiliriz.


