Demokrasi olmadan barış olur mu?
Halktv sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Antik Roma tarihçileri "Pax Romana" dönemini gururla anlatır. M.S. 27’den itibaren yaklaşık 200 yıl boyunca Roma İmparatorluğu'nda iç savaş çıkmadı. Bu dönem, "Roma Barışı" olarak yazıldı kitaplara. Ama barışın tanımı kim yapmıştı?
Halk mı, yönetenler mi?
Sokrates’in "sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez" sözü gibi, Roma'nın bu dönemi yaşanmış değil, dayatılmış bir hayattı. Çünkü bu barışın bedeli vardı. Ve o bedeli ödeyenler, tarih kitaplarında ismi anılmayanlardı.
Evet, Roma sınırları içindeki isyanlar bastırılmıştı.
Yollar yapılmış, şehirler kurulmuştu.
Ama o yollar, kölelerin sırtından geçiyordu.
O şehirler, susturulan halkların üzerine inşa edilmişti.
Bu barış, bir toplumsal barış değil, bir imparator barışıydı.
Tüm kararlar bir adamın dudağından dökülen sözcüklere bağlıydı.
Senato vardı ama yetkisizdi.
Seçimler, göstermelikti.
Ses çıkaranlar ya lejyonlar tarafından bastırıldı ya da arena kumlarına gömüldü.
Halkın çoğu susuyordu.
Çünkü konuşmak ceza demekti.
Çünkü "barış" dedikleri şeyin içinde özgürlük yoktu.
Özgürlük yoksa, barış sahte bir kelimedir. Spinoza’nın dediği gibi.
"Barış, savaşın olmaması değil, erdemin ve adaletin birliğidir."
Tarihin ironisine bakın ki, Roma'daki o "barışçıl dönem" en fazla gladyatör dövüşlerinin düzenlendiği, halkın ekmek ve gösteriyle avutulduğu, düşüncenin zincirlendiği bir dönemdi.
Nietzsche’nin "sürü ahlakı" diye tarif ettiği şeyin devleti sarmaladığı bir çağdı.
Herkesin konuşamadığı yerde, birkaç kişinin hükmü barış sanıldı.
Oysa barış, ancak çoğul seslerle mümkündür.
Tek ses, tek adam, tek akıl, bunlar barışı değil, yalnızca itaati getirir.
Ve işin trajedisi şuydu.
Roma, dışarıdan değil, içeriden çürüyerek yıkıldı.
Barış varmış gibi yaparak sürdürülen bu sessizlik düzeni, sonunda
toplumu ahlaken, siyaseten ve kültürel olarak çökertti.
Oysa Aristoteles uyarmıştı.
"Adaletin olmadığı yerde, düzen zorbalıktır."
Pax Romana’nın tarihe bıraktığı mesaj şudur.
Demokrasi olmadan barış olmaz.
Olursa da o barış, bir halkın değil, bir iktidarın huzurudur.
Ve o huzur, bir gün tarihin tozuna karışır.
Bugün Türkiye'de PKK ile 40 yıldır süren çatışmaların ardından, kalıcı barış adımları atıldı. Terör örgütü silahları bırakma aşamasında. Gazeteler “barış” manşetleri atıyor.
Silahların susması kuşkusuz önemli, umut verici.
Ama bir ülkenin sadece silahları değil, aynı zamanda fikirlere yönelmiş baskıları da susmalı.
Çünkü asıl soru hala ortada duruyor.
Demokrasi olmadan barış olur mu?
Evet seçimler yapılıyor ama seçilmiş belediye başkanları görevden alınıp yerine kayyum atanıyor.
Meclis var ama çoğu zaman işlevsiz.
Basın büyük ölçüde denetim altında.
Yargı bağımsızlığı tartışmalı.
İfade özgürlüğü ise giderek daralıyor.
"İstikrar" adı altında itirazlar bastırılıyor.
"Birlik" adına farklılıklar yok sayılıyor.
Adalet yerine sadakat, özgürlük yerine kontrol, halk yerine talimat işliyor.
Evet, PKK ile barış var ama içeride özgürlük sınırlıysa, o barış ne kadar sürdürülebilir?
Ve bu manzara ister istemez şu soruyu akla getiriyor.
Bu bir “Pax Türkiye” mi?


